AKDENİZ DÜNYASINDA TİCARET VE EKONOMİK GELİŞME

MÖ 800 ile MS 200 arasındaki bin yılda Akdeniz dünyasının klasik uygarlığı, en azından Avrupa’nın 12. ve 13. yüzyıllara kadar yakalayamadığı bir ekonomik gelişme düzeyine ulaştı. Önemli bir teknolojik ilerleme olmamasına rağmen Akdeniz uygarlığının başarısının altında yatan temel neden, gelişmiş bir pazar ve ticaret ağının mümkün kıldığı yaygın iş bölümüydü.

Finikeliler, Akdeniz’in ilk uzman gemicileri ve tüccarlarıydı. Sümer ve Yukarı Mısır arasındaki ticarete aracılık eden Finikeliler, firavunun resmî tüccarları olarak Mısır’ın ticareti üzerinde tekel kurmuşlardı. Finikeliler, İlk Çağ toplumları arasında en tüccar topluluktu. Finikelilerin ticari faaliyetleri, hiyeroglif ve çivi yazısının yerine alfabeyi ve bir dizi ticari tekniği geliştirmelerini mümkün kıldı. Finikeliler, ticareti geliştirmek ve anayurtlarındaki nüfus baskısını azaltmak için Kuzey Afrika kıyılarında ve Batı Akdeniz’de koloniler kurdular. 

Akdeniz’in diğer büyük tüccarları, Yunan tüccarlarıydı. Yunanistan’da başlangıçta çiftçilik temel geçim kaynağıydı. Dağlık arazi şartları nedeniyle tarımsal üretim potansiyelinin sınırlı olması, insanları ek bir geçim kaynağı olarak mükemmel doğal limanların ve sayısız adaların ortaya çıkardığı imkânlardan yararlanmak üzere denize yöneltti.

Yunanistan’da siyasi hayatın önemli bir özelliği, polis adı verilen şehir devletleri arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen mücadeleydi. Şehir devletlerinin askerî temellerini güçlendirme çabaları, daha geniş kesimlerin siyasal haklar elde etmesine neden olarak siyasi yapının demokratik bir nitelik kazanmasını sağladı.

Yunan şehir devletlerinin doğduğu yüzyıllarda nüfus, muhtemelen oldukça hızlı büyümüştü. Bu durum, zamanla toprak kıtlığına yol açtı. Toprak açlığı; çevre bölgelerin kolonizasyonu, zirai tekniklerde gelişme ve ek bir geçim kaynağı olarak ticaret ve sanayiye yönelme ile giderilmeye çalışıldı. Kolonizasyon faaliyeti, nüfus baskısını azaltırken ekonomik açıdan başka yararlar da sağladı. Verimli tarım alanlarında yeni şehirler kuruldu ve bu bölgeler bir yandan anayurdun tarım ürünü ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olurken öte yandan da Yunan mamul malları için bir ihraç pazarı imkânı yarattı.

Yunan tarımında başlangıçta çiftçilik ve hayvancılık, toprak kullanımının ana şekilleriydi. Toprak kıt bir faktör hâline geldikçe verimli otlaklar da ekilmeye başlandı ve yalnız dağlık araziler otlak olarak kaldı. Ancak elverişli bütün topraklarda ekim yapıldığı hâlde, pek çok şehir sakinlerine yeterli hububat arzını gerçekleştiremiyordu. Bazı şehirler, bu problemi ihtisaslaşma yoluyla çözümlediler: Toprakların büyük bir bölümünü birim alandan tahıl tarımına göre daha yüksek verim alabilecekleri bağcılık ile zeytinciliğe ayırdılar ve böylece tahıl fazlası olan bölgelerle zeytinyağı ve şarap ticareti yaparak daha fazla yiyecek elde edebildiler. Daha sonraki yüzyıllarda zeytincilik ve bağcılık tipi tarım, Akdeniz dünyasının büyük bir bölümüne yayıldı. Pazar için zeytinyağı ve şarap üreten bölgelerle tahıl fazlası bulunan bölgeler arasındaki değişim, klasik dünyanın ekonomik temelini teşkil etti. İhtisaslaşmanın büyük önem kazandığı bu ekonomi tipi, hiç şüphesiz şehirlilerin yiyecekleri için kendi çevrelerindeki topraklardan yararlandıkları Doğu medeniyetlerinin ekonomik yapısından önemli bir farklılık gösteriyordu

Yunan ticareti ve uygarlığı, MÖ 8. yüzyıl başlarında canlandı. Ekonomik açıdan son derece önemli olan madenî paranın ortaya çıkışı, ticari ve mali gelişmeleri kolaylaştırdı. Madenî paranın mucitlerinin kimler olduğu bilinmemektedir. Madenî paradan önce değer ölçüsü ve değişim aracı olarak pek çok mal kullanıldı.

Anadolu’da yapılan kazılarda bulunan ilk para örnekleri, MÖ 7. yüzyıla aittir. Efsanelere göre bu ilk paralar, Frikya ya da Lidya kralı tarafından bastırılmıştı. Ancak ilk madenî paralar, büyük bir ihtimalle Yunan kıyı şehirlerinde bazı müteşebbis tüccar veya bankerler tarafından bir reklam aracı olarak bastırılmıştı. Kazanç ve prestij açısından taşıdığı potansiyelin farkına varan yönetimler, para basımını kısa süre sonra bir devlet tekeli hâline dönüştürmekte gecikmediler. Paranın üstüne basılan bir kral resmi ya da bir şehir sembolü, yalnızca paranın saflığının değil aynı zamanda parayı basanın ihtişamının da bir göstergesiydi. 

İlk paralar, altın ve gümüş karışımından yapılmıştı. İki metalin karışım oranındaki farklılıkların yarattığı problemler nedeniyle zaman içinde tek madenden yapılan paralar tercih edilmeye başlandı. Altın paralar da basılmakla birlikte, gümüş hem daha boldu hem de gümüş paralar ticaret açısından daha pratikti. Beşinci yüzyıldan itibaren ticarete Atinalıların hükmetmesi gümüşün egemenliğinin bir diğer nedeniydi. Atina’nın devlete ait zengin gümüş madenleri, Perslere karşı kazanılan zaferin temel aracı olan savaş gemilerinin inşası için gerekli kaynağı sağlıyordu. Ayrıca gümüş, Atinalıların gemi taşımacılığından ve mali hizmetlerden elde ettikleri gelirlere rağmen sürekli açık veren dış ticaretinin finanse edilmesine yardımcı oluyor ve böylece dolaylı yolla da olsa büyük kamu binalarının ve anıtların inşası için kaynak yaratıyordu. Atina’nın altın çağını mümkün kılan onun zengin gümüş yataklarıydı.

MÖ 800-500 yılları arasında ihtisaslaşma ve iş bölümü arttı. Hem iç hem de uluslararası ticaret gelişti, bunu da para ekonomisinin yaygınlaşması izledi. MÖ 5. yüzyılda Atinalıların Persleri yenmeleri ile Atina’nın altın çağı başladı. Atina tüm Yunan dünyasına hükmeder hâle geldi. Ekonomik olarak da giderek büyüyen iç ticarete ve uluslararası ticarete dayanan bir refah dönemi başladı. Atina parası, ayarı ve ağırlığıyla uluslararası bir ödeme aracı oldu. Atina, barbar devletlerle ve Karadeniz bölgesindeki Yunan şehirleri ile yürütülen çok kârlı bir ticarette tekel durumuna geldi.

Yunan şehirlerinin ekonomik refahının en önemli nedeni, üretim faktörleri üzerinde etkin bir mülkiyet hakları sistemi kurmayı ve buna uygun bir hukuki çerçeve meydana getirmeyi başarmasıydı. Atina, bir yandan modern iktisadi sistemin temelinde yatan fiyat tayin edici pazarların, öte yandan da uluslararası ticaretin gelişmesinin ilk örneğini vermiş oldu. Daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan bankacılık, sigorta, anonim şirketler ve diğer pek çok ekonomik kurum çekirdek hâlinde de olsa ilk olarak klasik Yunanistan’da filizlenmişti. Başta Atina olmak üzere bazı şehirlerin ticari ve mali fonksiyonları oldukça gelişmişti.

MÖ 334’te Makedonyalılar, İskender’in önderliğinde, Türkistan, Mısır ve Hindistan’a kadar fetihlere giriştiler; bütün Yakın Doğu’yu ve Orta Doğu’yu ellerine geçirdiler. İskender’in ölümünden Roma dönemine kadar geçen ve Helenizm dönemi adı verilen bu üç yüzyıllık sürede, Yunan ve Doğu medeniyetlerinin karışmasından oluşan yeni bir medeniyet anlayışı doğdu. İskender’in ölümünden sonra imparatorluğu dağılsa da kültürel ve ekonomik bütünlük devam etti. Helenistik Çağ’da ekonominin en göze çarpan özelliği, üretim ve bölüşüm üzerinde Doğu’ya özgü devlet kontrolü uygulamasının benimsenmesiydi. Öte yandan İskender’in fetihleri ile gerçekleşen coğrafi yayılma, Helen dünyasının Hindistan ile doğrudan ticaret ilişkileri kurmasını sağlarken Çin ile ticaret de önem kazandı. Roma’dan önce muhtemelen 500.000 nüfusuyla dünyanın en büyük şehri olan İskenderiye, aynı zamanda en önemli ticaret merkeziydi. 

Tipik Yunan ticaret şekli olan zeytinyağı, şarap ve mamul mal ihracına karşılık buğday ve ham madde ithali Helen şehirlerinde de devam etti. Ancak Helen şehirlerinin çoğu, zengin tahıl yetiştiricisi bölgelerde olduğundan yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için uzak mesafeli ticarete fazla bir bağımlılıkları yoktu. Bu şehirlerde mamul mal değişimi, önceki yüzyıllarda olduğundan daha da önemli hâle geldi. Bazı şehirler, sınai ihtisaslaşmaya bile yöneldi. Helen Çağı, eski dünyada başarılmış bölgesel ekonomik bağımlılık ve ihtisaslaşmanın en yüksek düzeyine ulaştı.

KAYNAK:

Prof. Dr. Ahmet Kala İKTİSAT TARİHİ

Reklam (#YSR)