SELÇUKLULARIN KÖKENİ (MENŞE’İ)

Selçuk Bey’in heykeli – Aşkabat, Türkmenistan

Selçukluların 24 Oğuz kabilesinden Kınık boyuna mensup bulundu­ğunda kaynaklar birleşmekte ve bu hususta hiç bir tereddüt kalmamaktadır[1]. Alp Arslan zamanında Suriye havâlisini fetheden Yabgulu (Yavgıyya) Türkmenleri reisi Atsız’ın aynı Kınık boyuna mensup olduğunu da ilâve edelim [2]. Diğer kaynaklara, Oğuz-nâmeye ve an’aneye aykırı olarak Kâşgarlı Mahmud’un Kınık boyunu alt sıradan başa çıkarması, zamanında Selçukluların kazandığı ehemmiyetle alâkalı olmalıdır.

Selçuk’un babası Dukak (Tukak) üzerinde de bir ihtilâf yoktur. Bunun bâzan Yukak şeklinde gözükmesi fonetik bir hâdise olup bu da, Ural nehir adının Dayık<Yayık (İbn Fadlan’da Cayik), Gök-türklerdeki matem merâsimi için Bizans kaynaklarında kaydedilen dohiya (duğ)<yuğ şekillerinin delâlet ettiği üzere, Türkçe’nin tekâmülünde kelimeler ortasında olduğu gibi başında da bir d< y tebâdülünün mevcudiyetini gösterir. Râvendî ve bu esasa dayanan muahhar kaynakların verdiği Lokman adı ise sâdece bir istinsah hatasına ve Dukak ismini anlayamadıklarına delâlet eder [3]. Radloff lûgatına göre bayrakdar mânâsına gelen “tugag” kelimesi ile (III, 1430) Şeyh Süleyman’ın Çağatay lugâtinin bayrakdar ve kumandan ile ifâde eylediği “tugagcı” (s. 120) bu ismin menşe’i ile ilgilidir. Nitekim Kâşgarlı Mahmud’a göre “Tuğ” bayrak ve sancak mânasında kullanılmış ve Osmanlılara kadar gelmiştir [4].

Ressam : Dr. Mehmet Sağ ©

Dukak’ın “Temür-yalığ” (Demir-yaylı) unvânı taşıdığına dâir kayıtlar eski Türklerde ok ve yayın bir hâkimiyet alâmeti olarak kullanılmasına [5] ve Ebu ’l Ferec’in kuvvetinden dolayı ona “Demir-Yaylı” unvanı verildiği [6] kaydına rağmen bu Oğuz beyine, sanıldığının hilâfına olarak, boy beyliğinden ileri bir siyâsî kudret atfolunamaz. Nitekim eski Türklere ait mühim unvanlar bize intikal ettiği hâlde “Demir-yaylı” unvanına rastlamayışımız da başka türlü  izah edilemez. Dede Korkut kitabında “Demir-yaylı Kıpçak melik” şeklinde meydana çıkması [7] unvanın beş asır sonra da göçebeler arasında mevcut olduğunu, fakat kabile teşkilâtı üstünde bir ehemmiyet kazanmadığını gösterir. Sultan Tuğrul-beg zamanında, bunun farsça bir tercümesi olarak, bir Türk beğinin Sahtkemân (kuvvetli-yay) unvânı ile kaydedilmesi de ikinci bir tarihî misâl olarak kayda şâyândır [8]. Farsça kaynaklarda olduğu gibi arapça kaynaklarda da unvân “Kavs al-hadîd” (yanlış başka tercümeler ile) şeklinde tercüme edilirken türkçe “-li” nisbet eki ihmal edilmiş ve başa konması gereken arapça ve farsça mukabili “sâhib” kelimesi düşmüştür.

Selçuk-oğullarınını Dukak’tan ileri cedleri hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Reşîdeddin’in Selçuk’un ataları olarak Tuğrul, Toksurmuş ve Keregüci-hoca adları eski kaynakların hiç birinde mevcut olmayıp tarihî bir kıymet taşımaz. Bu sebeple Oğuz-nâme’de “hargâh-trâş” (251a) ve Kâşgarlı Mahmûd ’da “çadırcı” (1, 273) mânasına gelen “keregüci” adına dayanılarak Selçukluların İçtimaî ve hukukî mevkilerini tâyin teşebbüsü [9] tarihî bir esâs ile ilgili bulunmadığı gibi asîl bir boy beyi olması ve hususiyle Tukak ‘ın oğlu Selçuk’un “sü-başı” gibi yüksek bir mevki ve unvan sahibi bulunması ile de uzlaşamaz. Zira, ileride görüleceği üzere, Yengi-Kent yabgularının Selçuklulara karşı düşmanlığı o kadar derindir ki, hâkimiyet ve İslâmiyet dâvasında bulunan Selçuk ve Kınık boyunu küçültm elerini anlam ak hataydı. Bunun gibi Selçuk’un menş’eini eski Türk hâkanları soyuna bağlayan bir görüş de aynı derecede mukabil bir ifratı temsil eder.

Filhakika Karahanlılar gibi Selçukluların da kendilerini efsânevi Afrâsyâb’a nisbet etmeleri 14 ve bunun Sultanın menşûrunda da zikri [10] hakikatte destanî Oğuz Han’ın bu isim ile Farsça’ya intikalinden ve kendilerini onun neslinden ve Kınık boyundan gelen asîl beylerin torunları saymalarından başka bir mânâya gelmez. Bu sebeple bütün Oğuzların Oğuz Han ’a ve Afrâsyâb’a nisbeti tabiîdir. Nitekim hıristiyan kaynaklarında, halîfeye gönderdiği bir mektupta, Tuğrul beg’in kendisini Hun hükümdarları soyuna bağladığına dâir rivâyet de bu mâhiyettedir [11]. Selçukluların Gaznelileri kölezâde ve kendilerini de pâdişahzâde saymaları [12] bütün Oğuzlar gibi onların da destanî Oğuz Han evlâdı oldukları an’anesine sadâkat gösterdiklerini ifâde eder. Kâşgarlı Mahmud’a rağmen Kınıkların Oğuz boyları arasında sonuncu mevkii işgal eylediklerine [13] dâir bir delil de Türkler hakkında çok esaslı bilgilere sahip bulunan ve hattâ bazı kayıtlara göre de Oğuz-nâme rivâyetlerini duyan süryânî Mihael, Selçukluların iktidara gelişini naklederken, bu sırada toplanan kabîle reislerinden en son mevkide bulunan birisinin hükümdarlığı kazandığına dair bir hikâye anlatmakla aynı hâdiseye işaret eder [14]. Oğuznâme’nin Yengi-kent yabalılarının evvelce Kayı, sonra da Yazır boylarına men­sup bulunduklarını belirtmesi ve Kınıkları zikretmemesi de mânâlıdır. Nihâyet Selçuk ve babasının Oğuz devletin de yabgu değil sü-başı mevkiinde bulunması da dikkati çeker.

Bu sebeple Selçukluların kendilerini Oğuz Han’a (Afrâsyâb’a) bağlamaları ne onların, doğrudan-doğruya, Kağanlar sülâlesine mensup olduklarına delâlet eder ve nede, aksi takdirde, onların asaletleri şüpheye düşer.

Esâsen müslüman kaynaklarına göre, yalnız Karahanlılar ve Selçuklular değil, İran kültür te ’sirine pek az uğramış Manihaist Uygurlar bile efsânevi ataları Buğu Han’ı Afrâsyâb ile birleştiriyorlardı [15]. Bununla beraber Oğuz Han’ın Afrâsyâb olduğuna dâir rivâyetler muahhardır. Gazalî’nin Türklerin Afrâsyâb’a Tunga-alp dediklerine dâir rivâyeti mânâlı olup bu, efsânevî Alp-er Tunga olup Niğdeli Kadı Ahmed de Tunga Alp kaydını vermiştir [16]. Ebu’lgazî Bahadır Han Oğuz Han ile Afrâsyâb’ı açıkça aynı şahıs olarak göstermiştir [17]. Oğuz-nâme’nin bir hulâsasını veren Tevârih-i Türkmâniyye müellifi Kara-koyunlular ve diğer Oğuz hânedanları gibi Selçukluların da Oğuz Han’ dan geldiklerini yazar, ki bütün muahhar kaynaklar bu hususta ittifak etmiştir.

DİPNOTLAR : 

  1.  Kâşgarlı Mahmud, Divân, I, Sadr ud-Dîn el-Huseynî, Ahbâr ud-devlet al-Salçukiya, Lâhur. 1933, s. 3; Oğuz nâme, Topkapı 1654. 250a; Raşid al-Din, Cami’ ut-tavârih, nşr. Ahmed Ateş, A nkara 1060, s. 5; Ham dullah Kazvinî, Târih i güzide, GM. s. 434.
  2. İbn ul-Azrak, Târih Mayyâfârkîn, British Museum, Or. 5803, 153 b
  3. Rahat us-sudur, GM, s. 88.
  4. Büyük hüküm darlara “Tokuz tuğluğ han” denir, turuncu renkte ipek kum aşlar ve at kuyruğundan yapılırdı. Osmanlı pâdişâhlarına aid “Tuğ-i hümâyûn”dan başka vezirler, beylerbeyi ve sancak beylerinin üç, iki ve bir tuğları bulunurdu. İslâm’dan önce olduğu gibi sonra da bütün Türk devletlerinde tuğ kullanılırdı (Divân, III, s. 127, B.A. tere.; 1. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Teşkilâtına medhal ve M.Z. Pakalın, Osmanlı tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü. I Bk. Osm an Turan, “Eski Türklerde okun hukukî bir sembol olarak kullanılması”, Belleten, (1945), XXXV, 305-318.
  5. Chronography, trc. Budge, London, 1932, s. 195.
  6. Nşr. Orhan Şaik, s. 23.
  7. İbnul-Esîr, Kahire, 1303, IX, 208.
  8. Zeki Velidi Togan, Umûmî Türk tarihine giriş, İstanbul, 1948, s. 175-177.
  9. Nizâm ul-mülk, Siyâset-nâme, nşr. H. Darke, Tahran 1968, s. 13, 233.
  10. Atabeg Muntecib ud-Dîn, ‘Atabet ül-ketebe, Tahran, 1329, s. 33; H am dullah Kazvinî, Selçuk’un otuz dördüncü babasının Afrâsyâb’a çıktığını yazar (Târih-i güzide, s. 434); İbn H assûl, Belleten, XV, Arapça m etin, s. 37; Ebû’l-gazi, Şecere-i terâkime, (nşr. T.D.K., 46b.) de Oğuz han ile Afrâsyâb’ı birleştirir.
  11. Ebu’l-Ferec, s. 201.
  12. Zahir ud-Dîn N îşâpûrî, Tahran, 1332, s. 13,
  13.  Abdülkadir İnan, “Orun ve ülüş m eselesi”, THİT mecmuası, 1, 121-133
  14. Chronique, frans. trc. Chabot. III, 157.
  15. Cuvaynî, Cihan-guşâ, GM, I, 40. Dikkate şâyândır, ki Uygurların destanı atası olan Buğu Han Hârezm -şâhlar devrinde de biliniyordu (Tevessül, s. 156).
  16. Nasihat ul-mülûk, British M uséum, Or. 135, 33a; O. Turan, Türk Cihan hâkimiyeti mefkuresi tarihi, I, s. 81.
  17. Şecere-i terâkime, 46b.

KAYNAK VE TEMİN İÇİN:

Reklam (#YSR)