SELÇUKLULARIN MENŞELERİ VE İLK DEVİRLERİ

Prof. Dr. Osman Turan 

Selçuklular, Türklerin İslâm dünyasına hâkim olmalarına ve yayılmalarına, İslâm medeniyeti ve kavimleri tarihin de yeni bir devir açmalarına âmil olan kavim ve hânedanların adıdır. İki esas kola ayrılıp XI. asırdan XIV. asra kadar Türkistan, Hârizm, Horasan, Efganistan, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Türkiye’de hüküm sürmüşlerdir. Selçuk’un oğlu Mikâil’in neslinden gelen Büyük Selçuklular ile Irak, Kirman ve Suriye Selçukluları birin­ci kolu, Selçuk’un büyük oğlu Arslan Yabgu’nun torunları tarafından kurulan Türkiye Selçukluları da ikinci kolu teşkil eder. Devletin kuruluşundan önce Selçuklular (Selçukıyârı, Selçukıyye, Salâcıka) tabiri, dar mânâsı ile, sadece, Mikâil’in oğullan Tuğrul ve Çağrı beylere mensup Türkmenlere alem olup, diğerleri bazan Selçuk’un oğlu Yusuf Yınal’a nisbetle Yınallılar (Yinâliyân) ve Arslan Yabgu’ya mensup olanlar da Yabgulular (Yâvgiyâtı veya Yâvgıyya) adları ile anılmışlar; daha küçük zümreler de, beyleri dolayısı ile, Kızıllılar, Yağmurlular adlarını almışlardır. Çok geniş mânâsiyle de Türkistan ’dan Akdeniz kıyılarına kadar hüküm süren bütün bu devir Türkleri Selçuklular tâbiri ve tarihi şümûlüne girer.

Bu hânedanın ceddi Selçuk’un adı, arap harflerinin fonetik kifâyetsizliği dolayısiyle, kaynaklarda ve tetkiklerde, Selçuk şeklinde yerleşmiş ise de, bu şekil Türkçe âhenk kanununa aykırı olduğundan, tarihçilerin dikkatini çekmiş ve ilk defa Marquart bunun aslında “Salçuk” olması gerektiği fikrini ileri sürmüştür. Fakat önce W . Barthold, daha sonra da bu meseleyi hususî bir araştırma mevzuu yapan L Rasonyi, Kâşgarlı Mahmud’un ve Dede-Korkut kitabının verdiği yazılışlara dayanarak, doğrusunun “Selçuk” olacağı tezini müdafaa etmişlerdir [1]. Bu tez oldukça tasvib görmüş [2] ise de eski şekil yine de muhafaza edilmiştir. XII. ve XIII. asır müellifleri de bu tezi te’yit eden bu imlâyı vermişlerdir [3]. Bu beş kaynak dışında bütün İslâm yazarları ismi hep “Selçuk” şeklinde yazm ışlardı. Bu imlânın, “Salçuk” şeklinde telâffuzuna bir engel bulunmadığından Salçuk ve Selçuk gibi iki telâffuz ile karşılaşmış oluyoruz. Bu sebeple birinci tezin de reddedilmiş olduğunu sanmıyoruz. Bilâkis Türkçenin, fonetik bir kaide olarak, kalın seslerden ince seslere doğru tekâmülü düşünülürse aslının “Salçuk” olduğu ve “Selçuk” şeklinin muahharen meydana çıktığı anlaşılır. Filhakika kaynakların ittifak eylediği “Selçuk” imlâsının “Salçuk” şeklinde olduğu ve söylendiği hakkında bir delil de eski Türkçede sal- (sel- değil) isim ve fiil kökü ile yapılmış bir takım isimlerin mevcudiyetidir. Gerçekten Salcı, Salı, Salındı, Saltuk ve Salgur (Salur) adları bu görüşü te’yit eder. Bundan başka “salçığ” kelimesinin de bazı Türk lehçelerinde (Koybal ve Sagay) “mücâdeleci” mânâsına gelmesi, kuvvetli bir delil olarak, kayda şâyândır. Bu son kayıt üzerinde dikkati çeken P. Pelliot bu güzel delile rağmen, Barthold’un te’siri ile, bundan faydalanamamış ve ikinci teze iltihak etmiştir [4]. Böylece eski müelliflerin Türklerden bu ismi Salçuk şeklinde duyarak zaptettiklerini, başlayan Selçük telaffuzu henüz umûmîleşmeden yazılı kaynakların baskısı ile birinci imlânın yerleştiğini ve İkincinin meydana çıkamadığını meydana koymuş oluyoruz.

DİPNOTLAR: 

  1. Bk. Rasonyi, “Selçuk adının menşe’ine dair”, Belleten, X, s. 377-384.
  2. F. Köprülü, Belleten, XXVII, s. 274
  3. Azimî, nşr. Cahen, JA, 1938, B. 360, 460. Keykâvüs’e aid Sivas Dâr uş-şifâ vakfiyesi (615). Anili Kadı Burhaneddin, Erıîs ul-kulûb, nşr. F. Köprülü, aynı yer, s. 501.
  4. Notes sur l’histoire de l’Horde d’Or, Paris. 1950, s. 176. İsim bütün Ortaçağ boyunca Selçuk hatun olarak melike veya prenslere de verilmiş ve bu arada İlhânî devrinde yine ilk şekli ile Salçuk hatun şeklinde meydana çıkmıştı (Bak. Reşîdeddin, Tarih-i Gazânî, nşr. K. Jahn, s. 10).

KAYNAK VE TEMİN İÇİN:

Reklam (#YSR)