Hüseyin Câvid (1882 –1941)

XX yy. Azerbaycan Edebiyatı’nda büyük romantik şair, dram yazarı ve inançlı bir Türkçü milliyetçi olarak tanınır.

Hüseyin Câvid Resizâde 24 Ekim 1882’de Nahçıvan’da doğdu. Câvid evvelce mollahanede okumuş, sonra büyük kardeşi Abdulla’dan Arap ve Fars dillerini öğrenmişti. Bunun ardından Mirze Mehemmedtağı Sidkî’nin, 1895’te Nahçıvan’da açtığı “Mekteb-i Terbiye”nin ilk öyrencilerinden olmuştu. Eğitimini tamamlamak isteyen Câvid, 1902’de Güney Azerbaycan’ın kültür merkezi olan Tebriz’e gitmiş, burada tarih, Edebiyat ve Şark felsefesi hakkında bilgiler elde etmeye çaba göstermişti. Ama bir yandan Tebriz medreselerindeki tahsil sistemi hoşuna gitmediğinden, öbür taraftan ise dünyevî eğitim almak istediğinden, 1905’te Tebriz’i terkederek İstanbul’a gelmiş, burada şair ve yazarlarla, gazeteciler ve politika adamlarıyla tanışmış, serbest dinleyici olarak İstanbul Darülfünûn’un Edebiyat Fakültesinin çalışmalarına katılmıştır.

O dönemdeki İstanbul edebî muhiti ile sıkı ilişkiler kurmuş, Tevfik Fikret’le tanışmış, Rıza Tevfik’ten felsefe ve Edebiyat dersleri almıştı.

İlk şiirlerini henüz Tebriz’deyken, eski Divan Edebiyatının etkisi altında Fars dilinde yazmıştı. Lakin kısa zamanda XX. yy.da Divan şiiriyle bir başarı elde edemeyeceğini anlamış ve Azerî Türkçesi ile, hem biçim, hem de konu açısından çağdaş şiirler yazmaya başlamıştı. 1910’da tahsilini tamamladıktan sonra, İstanbul’dan Nahçıvan’a döndü.

Bir süre burada yaşadıktan sonra Tiflis’e giderek şehirdeki Azerî mektebinde öğretmen olarak çalıştı. 1910-1917 yılları arası öğretmenlik faaliyetini Tiflis, Gence ve Baku şehirlerinde sürdürdü. 1910’da ilk dram eseri olan “Ana” piyesini yazdı. 1912’de Bakü’de ilk şiirler kitabı yayınlandı. Bu kitapla Câvid, XX. yy. Azerbaycan şiirine yenilikçi ve orijinal bir şair sıfatıyla dahil oldu. 1918’de Bakü’de olan Câvid, burada Ermeni katliamının bütün dehşetlerini yaşamış, onun kendi hayatı da ciddi bir tehlikeye girmişti. Bir mucize sonucu kurtulmuş ve kurtarıcı olarak şehre giren Âzerî-Türk askerî birliklerini büyük şükranlarla karşılamıştı.

Bu devirden başlayarak hayatı Bakü’de geçmişti. Câvid, evvelce orta okullarda, daha sonra ise Baku Darülmüellimatı’nda Edebiyat öğretmenliği yapmıştı. Bu faaliyet, tutuklandığı 1937’ye kadar devam etmişti. 1926’da şair gözlerini tedavi ettirmek için altı aylık bir süreyle Paris’te ve Berlin’de kalmıştı. Avrupa gezisi onun pek çok yeni eserine konu yönünden kaynaklık etmiştir.

Azerbaycan’daki Bolşevik işgalinin gerçekleştiği 1920’de Câvid, artık kendi konusunu, üslûbunu, Edebiyat yolunu bulmuş bir şair ve dram yazarıydı. Ayrıca o, kendi inancından, tapındığı hakikatlerden kolaylıkla yüz çeviren iradesizlerden değildi. Câvid’in 1920’ye kadar yazdığı “Ana”, “Maral”, “Şeyh Senan”, “Şeyda”, “Uçurum” gibi dram eserleri, bu arada alevli, ihtiraslı ve düşündürücü şiirleri onu Edebiyatseverlere ve genellikle, Azerî Türklüğüne, bir milliyyetçi ve Türkçü yazar olarak tanıtmıştı.

Câvid için sanatkârın özgürlüğü, onun konu seçimindeki hürriyeti her şeyden üstündü ve bu açı- dan da Bolşeviklerin iktidara geldikleri günden itibaren Edebiyatı kontrol altında tutmaya çalışmaları, onu kendi ideolojilerinin hizmetinde görmek istemeleri Câvid’in ciddî bir tepkisi ile karşılaşmıştı. 1920’den evvel olduğu gibi, Sovyet rejimi döneminde de o, yalnız kendi sevdiği ve seçtiği konularda eserler yazmıştı.

Yirminci yıllarda yazdığı “Peygember”, “Topal Teymur” dramları, bu arada el yazmaları, KGB arşivlerinde mahvedilen, yahud da gizletilen “Atilla”, “Cingiz Han” gibi dramlar, onun bir şair ve düşünür olarak hangi problemlerle ilgilendiğini, Türk dünyasının büyük ve şanlı tarihini, bu tarihden her zaman uzakta tutulmuş Âzerîlere anlatmak niyetinde olduğunu göstermektedir. 1937’de Stalin’in “büyük terroru” başladığında Câvid en başta tutuklananlar arasındaydı. Hayatının birkaç yılını Türkiye’de geçirdiğinden, onu Türk casusluğuyla, pantürkizm ve panturanizmle suçladılar. Sovyet ceza makinesinin bütün dehşetlerini yaşasa da, Câvid ona karşı ileri sürülen iddiaların hiç birini kabul etmedi. İnsanları birbirinin eliyle mahveden ikiyüzlü Sovyet savcılarına hiç kimsenin adını vermedi. Suçsuz şaire sekiz yıl hapis cezası verdiler ve 1938’de cezasını çekmek için onu dünyanın al- tıda birini kapsayan Sovyetler Birliği’nin bir ucundan öbür ucuna -Magadan’a- gönderdiler.

Burası eskiden Rusya’nın büyük cezaeviydi. Sıfırın altında elli derece soğuk, ulaşım zorluğu, ebedî buzluklar ve geçilmez tayga ormanları buraya gelenler için dönüşü imkansız kılardı. Câvid, 1940’da Magadan’dan başka bir sovyet tutsak kampınaIrkutska-sevkedildi. Hassas, ince ruhlu şair burada, neredeyse bütün hayatını cezaevlerinde geçiren tutsaklar arasında kendini cehennemdeki gibi hissediyordu.

Bir mucize sayesinde uzak İrkutsk ve Magadan’dan Azerbaycan’a gelib çatan ve şairin hayatının son yıllarını anlatan mektupları onun cezaevlerinde karşılaştığı dehşetleri göstermeye yetmektedir. Câvid 5 Aralık 1941’de İrkutsk vilayeti Tayşet bölgesinin cezaevi hastanesinde vefat etmiş ve Tayşet köyü yakınlarındaki tutsak mezarlığında adsız bir mezarda defnolunmuştur.

Uzun yıllar boyu Azerbaycan’da Câvid’in hayatının son dönemi hakkında hiç bir bilgi yoktu. Edebiyat tarihlerinde, bu arada şairin hayatı ve edebî kişiliği ile ilgili kaynaklarda onun 1944 de öldüğü bildirildi. Ama 1981’de, Câvid’in doğumunun 100. yıl kutlamaları genişletildiği zaman, KGB arşivlerinden alman bilgiler onun ne zaman öldüğünü ve nerede defnolunduğunu ortaya çıkarmaya imkan yerdi. 1982’de Câvid’in cenazesi, uzak ve soğuk İrkutsk’dan vatanına getirildi ve Nahçıvan’da büyük törenlerle toprağa verildi.

Hüseyn Câvid, Azerbaycan Edebiyatı tarihinde bir şair ve dram yazarı olarak meşhurdur. Dram eserlerinin ekseriyetini şiirle yazmış, şairlik istidadını ve başarısını bu alanda göstermiştir. Câvid lirik ve romantik bir şairdi. O, dünyaya ve insanlara güzellik ölçüsü ile bakar, güzel olanı kâmil, olgun olarak kabul ederdi. Câvid’in “Menim tanrım güzellikdir, sevgidir” inancı, onu insan güzelliğinin, manevî güzelliğin, kalp ve fikir güzelliğinin dünyayı olumsuzluklardan, kötülüklerden kurtaracağı düşüncesine getirib çı- karmıştı.

Câvid’in birinci dünya savaşma kadar yazdığı şiirlerde aşk önemli yer tutar. “Mehebbetdir yegâne din” diyen şair, sonraki eserlerinde de, insan sevgisinin dünyayı değiştirmek, hayatı daha yaşanılır bir hale getirmek kuvvetine malik olduğuna inanmıştı. Lâkin dehşetli savaş, bunun ardınca kanlı Ermeni katliamları, evini, yurdunu terketmek zorunda kalan binlerce insanm acı ve kederli talihi, Bolşevik devriminin getirdiği huzursuzluklar ve manevî değerlerin kaybolması, tedricen Câvid’de bir bedbinlik, umutsuzluk ve güvensizlik yaratmıştı.

Bu yüzden de Câvid, kendisini düşündüren suallere, tarihin sehifelerinde cevab aramayı tercih etmiş, 1920 den sonra yazdığı eserlerde, tarihi konulara sıkı şekilde sarılmıştır. Tarihi konulara ilgi, ona bir taraftan kendini düşündüren suallara cevap aramak imkanı verirken, öbür taraftan da onu yeni, çağdaş hayatla ilgili konularda eserler yazmak azabından kurtarıyordu. Câvid’den ise böyle eserler istiyorlardı. XX yy. Azerbaycan Edebiyatının en çok tanınan ve sevilen temsilcilerinden birinin susması, Bolşevik tenkitçilerden birinin yazdığı gibi, “Bolşevik trenine oturmak istememesi”, onların canını sıkıyordu. Bu sebeple de 1920 sonrası, Câvid’in yazdığı her bir yeni eser mikroskop altında incelenir, çoğu zaman bu eserlerdeki bedii düşünce ve sonuçlardan yazarı politik açıdan suçlama aracı olarak istifade edilirdi. Ama bütün takib ve sıkıntılara rağmen Câvid, 1920-1937 arası yazdığı eserlerde de ideal ve inançlarına sadakatini korumuştu. Onun bu dönemde yazdığı “Topal Teymur”, “Peygember”, “Siyavuş”, “Knyaz”, “Heyyam” dramları, “Âzer” manzum romanı ve birçok şiiri Edebiyatseverlerin büyük ilgisini çeken, Azerbaycan Edebiyatını Bolşevik propogandası haricinde tutan değerli sanat örnekleriydi. Bugün Cavid Azerbaycan Kültürü ve Edebiyatı tarihinde öz yerini yeni bulmaya başlamıştır. Câvid’in Türklük duygularının büyüklüğü ve kutsallığı, onun Türk dünyasının geleceği ile bağlı fikirlerin ilerigörüşlülüğü bugün bütün gerçekliği ve ciddiliği ile ortaya çıkmaktadır.

Eserleri

Ana, Tiflis, 1913  

Keçmiş Günler, Tiflis, 1913  

Bahar Şebnemleri, Tiflis, 1914  

Maral, Bakü, 1917  

Şeyda, Bakü, 1917  

Şeyx Se’nan, Bakü, 1917  

Edebiyat Dereleri (Abdulla Şaiq’le birlikte), Bakü, 1919  

Peygember, Bakü, 1922, 1926

 Şeyh Se’nan, Bakü, 1926  

Uçurum, Bakü, 1926  

Topal Teymur, Bakü, 1926  

İblis, Bakü, 1927  Siyavuş, Bakü, 1935  

Seçilmiş Eserleri, Bakü, 1958  

Piyesler, Bakü, 1963

Reklam (#YSR)