MAKBULE HANIM VE ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUĞU

… Mustafa’nın mahalle mektebinden sonra Şemsi Efendi Mektebi’ne gittiği sırada babası ölmüş. Ali Rıza Efendi ölünce geçim sıkıntısına düşen Zübeyde Hanım, çocukları da alıp Langaza köyündeki dayısının yanına taşınmışlar. Dayısı bir çiftlikte kahyalık yapıyormuş. Bu köy hayatı çocukları okumadan yoksun bırakacağı için Zübeyde Hanım bir müddet sonra çocukları ile beraber Selanik’e gelmiş. Orada ev kiracıları Binbaşı Kadri Bey’in yardımıyla Mustafa askeri rüştiye imtihanlarına girerek bu imtihanları kazanmış. Fakat Zübeyde Hanım devamlı harpler olduğu ve bir çokları geri dönmediği için oğlunun subay olmasını istemiyormuş. Mustafa’nın okumasını istediği bu kararsız günlerinde bir gece rüya görmüş. Rüyasında oğlu bir altın tepsi ile minareye çıkıyormuş. Bu rüyayı komşuları, askeri okulun Mustafa için çok hayırlı olacağı şeklinde yorumlamışlar. Bunun üzerine Zübeyde Hanım da Mustafa’nın askeri okula gitmesine razı olmuş. Böylece Mustafa’nın askerlik hayatı başlamış…

Makbule Atadan Hanım’dan…

“Babam öldükten sonra dayımın köyüne yerleştik. Dayımın büyük tarlaları vardı. Orada çoluk çocuk hepimiz bir işe yardımcı oluyorduk. Ben ve ağabeyim Mustafa küçük olduğumuz için, bize de bakla tarlasına gelen kargaları kovalama görevi verilmişti. Sabahları annem bize yiyecek bazı şeyler hazırlar ve bizi tarlaya yolcu ederdi. Biz orada ağaç dallarından yapılmış bir gölgeliğin altında akşama kadar görevimizi sürdürürdük.”

“Bir gün yoğurt yerken ağabeyimle aramızda kavga çıktı. Ağabeyim sinirlenip kafamı yoğurt tasının içine sokmuştu. Sonra da katıla katıla gülmüştük.”

“Annem ağabeyim Mustafa’yı çok severdi. Belki ilk çocuğu olduğundan, belki de iki kızına karşılık bir oğlu olduğu için ağabeyime çok düşkündü. Ona bir şey olacak, ona bir şey söylenecek diye aklı çıkardı. Ağabeyim de annemi çok sever ve sayardı.”

“Ağabeyim küçükken de çok temiz giyinmeyi isterdi. Her çocukla konuşmaz, çocukların haşin davranışlarına, saban taşı atma, çelme takma gibi oyunlarına hiç iltifat etmezdi. Böyle oyunlara çağrıldığında, onları gayet kibar bir şekilde geri çevirirdi. Sokakta iki eli cebinde ve başı dik yürürdü. Herkesin dikkatini çekmekle beraber, sıkılgan bir çocuktu.”

“Kendisi, daha rüştiye mektebinde (15-16 yaşında) iken, Selanik eşrafından Eranoszadeler’in oğluna ve komşumuz Şevki Paşa’nın kızına ders verirdi.”

Kaynak: Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar, Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul, Truva Yayınları, 4. Basım Mart 2006, ISBN: 975-6237-37-6. Sayfa: 39

Reklam (#YSR)