Cemil Meriç

2 Aralık 1916 (Reyhanlı, Hatay) – 13 Haziran 1987 (İstanbul)

Hüseyin Cemil (Meriç); 1912 Balkan Savaşı sonrasında Dimetoka (Günümüzde Yunanistan’da) Anadolu’ya göç eden bir ailenin çocuğu olarak 1916 senesinde Hatay Reyhanlı(Reyhaniye) ‘da doğdu.

Annesi Zeynep Ziynet Hanım, babası ise Mahmut Niyazi Beydi ve kendisi Dimetoka’da  hakimlik görevinde bulunmuştu. Anadolu’ya göç edince Mahkeme Reisliği ve Ziraat Bankasında müdürlük görevlerinde bulunmuştu. Hüseyin Cemil yedi yaşında iken babası memuriyetten istifa ederek Antakya’dan Reyhanlı’ya geri taşındılar.

Cemil Meriç oldukça zeki bir çocuktu ve dört yaşında okuma yazma öğrenmişti. Hüseyin Cemil (Meriç) ilk okulu Reyhanlı’da okuduktan sonra Ortaöğretim için Antakya’da Fransızca eğitim veren Antakya Lisesine gitti.

Cemil Meriç’in hayatı boyunca bırakmayacak olan ilk göz bozukluğu bu yıllarda ortaya çıktı ve altı derece miyop olduğu anlaşıldı. Kalın camlı gözlükleri nedeniyle arkadaşlaı tarafından dışlanan Cemil kendini kitaplara adamıştı.

Lise yıllarında yazmaya başlayan Cemil Meriç’in kaleme adlıkları Yenigü gazetesinde yayınlandı. Lise son sınıfta iken milliyetçi tavrının yanı sıra yayımlanan bir yazısında bazı öğretmenlerini sert bir dille eleştirmesi nedeniyle diplomasını alamadan okuldan ayrılmak zorunda kaldı.

Öğrenimi tamamlamak üzere İstanbul Pertevniyal Lisesine geçiş yaptı. Bu yıllarda, Kerim Sadi ve Nazım Hikmet gibi dönemin önemli sol aydınları ile tanışma fırsatı yakaladı.

Okul sonrasında yaşadığı geçin sıkıntıları yüzünden 1937 senesinde İskenderun’a döndü. Haymaseki köyünde dokuz ay öğretmenlik ardından İskenderun’da Tercüme Bürosuda Reis muavinliği, öğretmenlik, Türk Hava Kurumunda sekreterlik, belediyede katiplik gibi işlerde geçici olarak çalıştı.

1939 senesinde Hatay Devleti hükümetini devirmek iddiasıyla hakkında suçlama yapıldı ve idam talebiyle yargılandıysa da iki ay sonra da beraat etti.

Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasından sonra, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulunu burslu olarak kazandı ve iki yıl eğitim gördü. 1941 senesinde İnsan, Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası gibi dergilerde yazıları yayımlanmaya başlandı.

Okulunun bitmesiyle Elağız Lisesine Fransızca öğretmeni olarak atandı. Görevine başlamadan önce Fevziye Menteşeoğlu ile evlendi.  Miyopun her iki gözünde de yüksek derecede olması nedeniyle askerlik görevinden muaf tutuldu.

İlk çevirisi  Balzac’ın “Altın Gözlü Kız” eseri 1943 senesinde yayımlandı.

Eşi Fevziye Hanım’ın atamasının Elazığ’a bir türlü çıkmaması ve peşpeşe iki çocuklarını kaybetmeleri nedeniyle Elazığ’dan İstanbul’a dönüş yaptı.

İlk çocukları Mahmut Ali 1945 senesinde, kızları Ümit ise 1946 senesinde dünyaya geldi.

1946 senesinden emekli olacağı 1974 senesine kadar İstanbul Üniversitesinde, Fransızca okutman olarak göreve başladı. 1952 ile 1954 seneleri arasında Işık Lisesinde derslere başladı.

1947 ile 1948 seneleri arasında “Yirminci Asır” dergisinde yazıları çıktı.

Tercüme eserlerine devam eden Cemil Meriç 1948 senesinde Viktor Hugo’nun “Hermani” adlı eserini tercüme etti.

Gözlerinde ki görme bozukluğu iyice  ilerlemişti. Öyle ki masasının üzerine sandalyesini koyar ve okumalarını öyle yapardı. 1954 senesinin baharında bir misafirlik sonrasında yaşadığı bir kaza ile görme yeteneğini iyice kaybetti.

Başarısız birkaç ameliyat denemesi ve ardından, tedavisi için 1955 senesinde vapur ile tek başına Marsilya üzerinden Paris’e gitti. Altı aylık süreç beklenilen sonucu vermeyince yurda geri dönmek zorunda kaldı.

Bu sürecin ilk yılları onun için oldukça zordu ve içine kapandı. Yaşadığı bunalımı çevresinin telkinleriyle ve dostlarının yardımıyla okuma-yazmaya başlamasıyla yendi.

Bu karanlık dönem onun en üretken döneminin başlangıcı oldu. Okuttuğu Fransızca ve İngilizce metinleri, yardımcıları aracılığıyla çevirmeye başladı. Fransızcaya güçlü hakimiyeti sayesinde basılmamış bir Fransızca Grameri hazırladı. Makalelerini dikte ettirerek yazdırıyordu.

1963 senesinden 1974 senesine kadar görev aldığı Üniversitenin Edebiyat Fakültesinde Sosyoloji bölümünde Sosyoloji ve Kültür Tarihi derslerine girmeye başladı.

Daha sonraları “Jurnal” adı verilecek olan ve 20 senelik hatıralarının olduğu çalışmalarına 1963 senesinde başlayacaktı

Dünya Edebiyatı üzerine yazı yazmaya karar veren Meriç işe İran Edebiyatıyla başladıysa da ani bir kararla Hint Edebiyatına yönelmişti. Dört yıllık bir çalışma sonrası 1964 senesinde “Hint Edebiyatı” adıyla basılan bu eser onun ilk telif eseriydi. “Bir Dünya’nın Eşiğinde” ismiyle daha sonra iki kez daha basılan eseri; şark medeniyetlerine karşı yürütülen önyargının yıkılması için bir çabanın ürünüydü.

İkinci çalışması ikincisinin aksine Batı Düşüncesi üzerineydi ve sosyalizmin fikir babası olarak kabul edilen düşünürlere ilham veren  “Saint Simon” hakkındaydı. Kitabı içeriği nedeniyle basacak bir yayınevi bulmakta oldukça zorlandıysa da 1967 senesinde Can Yayınları tarafında basıldı.

1965 senesinde 1973’e kadar çeşitli dergilerde yazmalarına ve çevirilerine devam  etti.

1974 senesinde Emekli oldu ve aynı yıl, Türkiye Millî Kültür Vakfı’ndan fikir dalında ödül aldı.

1976 senesinde aforizmalarından oluşan “Bu Ülke” ve medeniyet kavramı üzerine değerlendirmelerinin yer aldığı “Umrandan Uygarlığa”  adlı eserleri yayımlandı.

Başta Kubbealtı olmak üzere çeşitli yerlerde 1978 ve 1984 seneleri arasında konferanslar verdi.

1980 senesinde edebiyat ve düşünce tarihi niteliği taşıyan “Kırk Ambar” adlı eseri ile  Türkiye Millî Kültür Vakfı tarafından yeniden ödüle layık görüldü.

1981 senesinde yakın tarihe dair muhasebelerin olduğu “Bir Facianın Hikayesi” isimli eseri yayımlandı ve aynı yıl Ankara Yazarlar Birliği tarafından “Yılın Yazarı” olarak seçildi.

Eşi Fevziye Hanım’ı 1983 senesinde kaybeden Meriç aynı yılın ağustos ayında beyin kanaması geçirdi ve sol tarafı felç oldu.

1984 senesinde basılan “Işık Doğudan Yükselir” ve 1985 senesinde basılan “Kültürden İrfana” adalı eserleri onun son çalışmalarıydı.

Hüseyin Cemil Meriç 13 Haziran 1987’de hayatını kaybetti. Cenazesi, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir.

ESERLERİ

ESER TARİH RESİM AÇIKLAMA
Hint Edebiyatı 1964 İnceleme
Saint Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist 1967 İnceleme
Bu Ülke 1974 – 1985 Deneme
Umrandan Uygarlığa 1974 Deneme
Bir Dünyanın Eşiğinde 1976 İnceleme
Mağaradakiler 1978 Deneme
Kırk Ambar 1980 Düşünce Eseri
Bir Facianın Hikayesi 1981 Düşünce Eseri
Işık Doğudan Gelir 1984 İnceleme
Kültürden İrfana 1985 Düşünce Eseri
Jurnal I 1992 Günlük
Sosyoloji Notları ve Konferanslar 1993 Düşünce Eseri
Jurnal II 1994 Günlük

ALDIĞI ÖDÜLLER

  • 1974: Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülü.
  • 1983: Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülü, Ankara Yazarlar Birliği Derneği’nin Yılın Yazarı ödülü.
  • 1981: Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Fikir Eserleri ödülü.
  • 2015: T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü.

SÖZLERİNDEN ALINTILAR 

 

Gelişen toplumlarda insanı insanla kaynaştıran, yığını millet yapan, inanç birliği. İnananlar kardeştir, diyor İslâmiyet. Kan biyolojik bir mefhum: karanlık, esrarlı, kör. İnsanlaşmak biyolojinin esaretinden kurtulmaktır. Tek insanî değer var: iman. İman ayırmaz birleştirir. İman yani hisle yoğrulan, heyecanla kanatlanan, yaşayan ve yaşatan düşünce. Umrandan Uygarlığa
Tanzimat sonrası Osmanlı irfanının dikkate layık bir tezadı: Avrupa’nın kültür emperyalizmine cihat açan Osmanlı Sadrazamı yazılarını Fransızca kaleme alırmış. Umrandan Uygarlığa
Machiavelli’yi ümitsizliğe düşüren, insanları değişmez sanması, rejimlerin devri olarak birbirini takip ettiğine inanması. Umrandan Uygarlığa
Hasta ile sıhhatli adam arasındaki fark şu: hastanın başlıca kaygısı kendi varlığıdır; sıhhatli adam dış dünyayla uğraşır. Fransız düşünçesi sıhhatli bir çevrede gelişmiştir. Bakışları dış dünyaya çevrili,onu tanımak, onu kavramak ister. Fransız felsefesinin uğraştığı problemler: nazari hakikat, epistemoloji, matematik, psikoloji, sosyoloji. Hasta bir çevrede gelişen Alman düşünçesinin temel kaygısı kendi hastalığı ve onun tedavisidir. Almanya’daki bütün felsefe sistemlerinin hareket noktası ahlak problemidir Umrandan Uygarlığa
İnsan zekası çevresinden tiksindiği için sanata ve felsefeye sığınır. Umrandan Uygarlığa
Güneş ülkeleri aydınlatır, sözler milleti. Bu Ülke
Hayat herkesin yaşadığı, kimsenin yaşamaktan hoşlanmadığı komedya. Bu Ülke
Bilgi, sonu gelmeyecek olan bir fetihtir. Bu Ülke
Hiçbir zafer umulanı getirmez, hiçbir bozgun mutlak değildir. Bu Ülke
Bana hakikati değil kendini ver. Kendini, yani rüyanı. Olmak istediğin gibi görün, olduğun gibi değil. Zaten nasıl olduğunu biliyor musun? Her yalan bir yaratış. Bu Ülke
İnsanlık daima kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk. Bu Ülke
Söz, iki sonsuz arasında bir çırpınış. Bu Ülke
Havarilerini yaratamayan İsa’nın yeri tımarhanedir, tarih değil. Bu Ülke
Kelime: Senin yıldızların kelimeler, söyle raksetsinler, alev saçlarıyla sonsuz bahçesinde hayallerinin. Kelime ormanda uyuyan dilber; şair uzaklardan gelen şehzade. Öyle seveceksin ki kelimeleri, sana yetecekler. Yıldızlar Tanrı’ya yetmiş mi? Kelimeler benim sudaki gölgem, okşayamam onları, öpemem. Bir davet olarak güzel kelime ve muhterem. Gönülden gönüle köprü, asırdan asıra merdiven. Kelime kendimi seyrettiğim dere. Kelime sonsuz, kelime adem. Bu Ülke
Mahalle kavgaları, tefekkürün zirvelerine ulaşmamalı. Bu Ülke
Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir. Bu Ülke
Hapishane, maskelerin çıkarıldığı yerdir. Bu Ülke
Din, bir susuzluk, sonsuza karşı duyulan özlem. Bilgi değil, aşk. Aşk öğretilir mi? Dini mektebe sokmak yanlış. Bu Ülke
Dahi hocasını iyi seçendir. Bu Ülke
Kronoloji: Aptalların tarihi. Bu Ülke
Her Mayıs Balzac’la yeniden doğarım. Dante için Vergilius ne idi bilmiyorum. Bu Ülke
Dahi, münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı. Bu Ülke
Diderot’un delişmen bir kahramanı, ne lüzum var dahiye der, dünyanın başına dert açan hep o. Deha tabiatın en tehlikeli armağanı… Dahinin tabiat üstü bir yardımcısı yok. Tek yardımcısı beyni. Bu Ülke
Mukaddime bulutları dağıtan bir rüzgâr. “Scienza Nuova” teolojinin sisleri arkasında çakan bir şimşek. İbn-i Haldun akıl, Vico seziş. İkisi de zirvededir. Tunuslu filozof bir kartal gibi yükselir bulutlara. İtalyan zirveye tırnakları ile tırmanır. Bu Ülke
Yaratan’ın elinden çıkarken her şey güzelmiş, kime göre güzel? Evren bir ham madde deposu. Her şeyi biçimlendiren insan; güzel de iyi de insan icadı. Bu Ülke
Tarihin mimarı: İsyan; kadere, zamana, insana. Bu Ülke
Tarihi yaratan, fertle yığın arasındaki anlaşmazlık. Bu Ülke
Voltaire’in kahkahası baykuşun ulumasından farksız, yakın harabelerin rüyasıyla sermest bir baykuşun… Bu çökmeye hazır medeniyet üç sütün üzerinde duruyor; süngü, açlık, fuhuş. Fransa yorgundur, zaferden yorgun, sefahetten yorgun. Bu Ülke
Koestler ya komiser ya Yogi diyor. Gandi zirvelere yükselen üçüncü yolun müjdecisi… Düşmanı dost ederek yok etmek. Küçültmek değil küçülmekten kurtarmak. Tek düşman var aldanan… Savaş bir irşat. Savaş, ışıkla karanlığın diyaloğu. Düşman, gözü bağlı olandır. Savaşın amacı, bu bağları çözmek; kinin, öfkenin, peşin hükmün, küçümseyişin bağlarını, güvensizliğin, inadın bağlarını… Zor hayvana yakışır. Bu Ülke
Kutuplar arasında ahenk kurulmadıkça insanlık tehlikededir. Bu Ülke
Rasyonelden irrasyonele itildiğimizin farkıda değiliz… Belki de medeniyet uyuyor ve zaman zaman rüya görüyor. Bu Ülke
Kendini tanımak, marifetlerin marifeti. Bu Ülke
Şuuraltı (psikanaliz) her istediğini kolayca elde eden mutlu azınlığın imtiyazı. Bu Ülke
Raskolnikov sarsıntı geçiren bir toplumda yapayalnızdır. Dosto gibi. Bu Ülke
Şiddeti yok eden şiddet, yalanların en alçakçası değilse vehimlerin en şairanesi. Her kavganın ezelî mazereti: Son kavga olmak. Bu Ülke
Şark, Sadi’den Gandi’ye kadar aksi kanaatte: “Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez.” Bu Ülke
Yığın hale (şimdiye) hükmeder, büyük adam istikbale (geleceğe). Bu Ülke
Din, Avrupa için bir afyondur, bütün ideolojiler gibi. Bu Ülke
Batı’nın düşünce tarihi, akılla naklin mücadele tarihi. Bu Ülke
Kültür, kaypaklığı, müphemiyeti ve seyyaliyetiyle Avrupa’dır. Tarif edilmeyen, edilemeyen bir kelime. Bu Ülke
Kültür, Homo ekonomikus’un kanlı fetihlerini gizlemeye çalışan birer şal. Bu Ülke
İrfan, kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Bu Ülke
İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. Bu Ülke
Batı’dan gelen hiçbir “izm” masum değildir. Bu Ülke
Her çağ kendi kelimelerini söyletmiş kelimeye; her demagog kendi yalanlarını. Bu Ülke
Aldatmayan tek sevgili var dünyada: mutlak güzel. Bu Ülke
Asya’nın bütün evlatları içinde Batı’nın ilk benimsediği: Zerdüşt. Buda’yla Konfüçyüs’ün sesi uzun zaman erişmez. Avrupa’ya ve Asya’nın hikmetini tek başına Zerdüşt temsil eder. Musevilik Zerdüştlüğün damgasını taşır: Hayırla şer arasındaki ikilik, meleklerle cinlerin savaşı, kıyamet gününe iman… Hep O’nun yadigârı… Hıristiyanlık Zerdüşt olmadan anlaşılmaz. Bu Ülke
Kahramanlık, hatada ısrar etmemektir. Bu Ülke
Gitmek, kaderin hatalarını düzeltmektir. Bu Ülke
Yumuşak kalplilik de olmaz polemikte. Ölüm bir mazeret değildir. Voltaire: “Yaşayanlara saygı borçluyuz az çok.” diyor… “Ölenlere tek borcumuz kalmıştır: Hakikat “ Bu Ülke
Yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var. Bu Ülke
Polemik zekaların savaşıymış. Zekalar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, peşin hükümlerin, gizli çıkarların savaşı, polemik. Eski bir inancı yok etmek isteyen yeni bir düşüncenin savaşı. Ve her mübariz kendi cephesinde muzaffer. Bu Ülke
Şiir ne bir teşrih masasıdır, ne bir teşhir çarmıhı. Bu Ülke
Mütercim, mutlak’ı arayan bir çılgın, “felsefe taşı”nı bulmaya çalışan bir simyagerdir. Bir Sizifos’tur belki, bir haber taşıyıcısı değil. Bu Ülke
Meçhule açılan bir kapıdır kitap. Meçhule, yani masala, esrara, sonsuza. Bu Ülke
Gerçek hükümdarlar, ebedi hükümrandırlar. Hazineleri yağma edildikçe zenginleşirler. Bu Ülke
Okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülâkattır. Bu Ülke
Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. Bu Ülke
İngiliz hodgamdır. Bir millet değil de bir yığın. Yığın düşünmez, mâruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçirince her mukaddesi unutuverir. Bu Ülke
Bayağı, hissetmeyendir. Bu Ülke
Düşünceye câzip ve parlak bir biçim vermek küçültür düşünceyi. Büyük yazar içinden gelen sesi olduğu gibi haykırandır. Kelimeleri kullanırken avamın hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmez. Bu Ülke
Kütüphane bütün çağların, bütün ülkelerin ölümsüzleri ile dolu. Bu Ülke
Tarihimiz, mührü sökülmemiş bir hazine. Bu Ülke
Her toplum bir kitaba dayanır: Ramayana, Neşideler Neşidesi veya Kur’an: “Senin kitabın hangisi?” Bu Ülke
Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Bu Ülke
Kitap, istikbale yollanan mektup… smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Bu Ülke
Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: Kültür. Bu Ülke
İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri. İstemesek de onlara muhtacız. Kaosu kozmos yapan insan zekası, tecrübelerini ideolojilerde sergilemiş. İdeolojiye düşmanlık, tek izm’e teslimiyettir: Obskürantizme. İdeolojiler siyaset dünyasının haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz. Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: Şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru. Bu Ülke
İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. Bu Ülke
Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız. Bu Ülke
Slogan, ilkelin ideolojisi. Bu Ülke
Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Bu Ülke
Tarih, eserlerini iki defa oynarmış: Önce trajedi, sonra komedi olarak. Roma’nın kazları heybetli bir trajedinin kahramanıydılar, bizimkiler tatsız bir komedinin aktörleri. Bu Ülke
Kelam, bütünüyle haysiyettir. Bu Ülke
Murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanıp uçmak gericilikse, her namuslu insan gericidir. IV. Murat’a: Süleyman devrine dön! diye haykıran Koçi Bey’den Reşit Paşa’ya kadar Osmanlı Devleti’nin bütün ıslahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini iki ezeli hakikatin ışığında yazar: Kilise ve krallık. Dostoyevski maziye aşık. Dante gerici, Balzac gerici, Dostoyevski gerici. Bu Ülke
Sol ve sağ… Çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit. Bu Ülke

Tefekkür vuzuh ile başlar, kurtuluş şuurla. Tefekkür vuzuh (anlaşılabilir olmak e.n.) ile başlar, kurtuluş şuurla.

Bu Ülke
Olemp’i ararken Hint çıktı karşıma. Bu Ülke
Düşünce dünyasını fethe çıkanların uğrayacağı ilk ülke Hint olmalı. Hint bütün inançlara söz hakkı tanır. Çağdaş Avrupa en aydınlık taraflarıyla Hint’in bir devamıdır. Hint belki bütün hakikat değil ama hakikat. Bu Ülke
Bazen bir kuyuya benziyor hayat; kör, pis, zehirli bir kuyuya. Boğuluyorum, ölüme koşacak mecalim kalmıyor, kimseyi görmüyor gözüm. Sevdiklerim yabancılaşıyor. Kitaplar tuğla oluveriyor birden. Dostlarımın sesini tanımıyorum. Varlığım bir tele asılıyor. Bir kâbus bu, bir hastalık. Gözlerimi kaybettikten sonra bu kuyuya sık sık düştüm… İstediğini yapamamak, sakatlığımdan doğan bir aciz… Acılarımı dev aynasında büyüten rezil bir hassasiyetim var… Aczime tahammül edemiyorum… Bu, hayatımın perde arkasındaki ardı arkası kesilmeyen uğultu. Bu Ülke
Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır. Bu Ülke
Bataklıktan göklere süzülen bir tarla kuşu gibi, kasıklarıyla düşünen ve göbekten aşağısıyla yaşayan bu azgın hergele sürüsünden uzaklaşmaya bak. Yoksa gübresin, leş gibi gübre… Jurnal
Entelektüel, dünyayı her gün yeni baştan kurabileceğine inanan adamdır, Descartes’dan beri aklın ve idrakin cihanşümul olduğunu anlamıştır. Jurnal 
Şeytanın ruhuna eziyet ettiği kişi, acısını, hiç düşünmeden en yakınından çıkarır. Jurnal 
Hepimiz sefil birer kuklayız. Tek gücümüz: intibak kabiliyeti. Jurnal 
Acıları dev aynasında büyüten rezil bir hassasiyetim var. Jurnal 
Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkûm etmek değil midir? Jurnal 
Ve sevmek. Avam için din, kendi gibi düşünmeyenleri yok etmek hürriyetidir. Nazif dinim kinimdir diyordu. Bir Asur kâhini hortlamış, bir Asur kâhini. Kinle bağdaşan bir din, din olmaktan çıkar. Jurnal 
Havarilerini halkedemeyen İsa’nın yeri tımarhanedir, çarmıh değil. Jurnal 
İnsanlık bir merdiven basamaklarından çıkar gibi yükselmez. Zıplamalar, hep aynı istikamete yönelmiş değildir. Zar atar insanlık, kâh kazanır, kâh kaybeder. Jurnal 
İnsanlık bir merdiven basamaklarından çıkar gibi yükselmez. Zıplamalar, hep aynı istikamete yönelmiş değildir. Zar atar insanlık, kâh kazanır, kâh kaybeder. Jurnal 
Hint’i tanımak zorundayız. İnsanlığın irfan ve idrakine istikamet veren iki yaratıcı millet var: Hint ve Yunan… Biz bu iki ülkenin merkezindeyiz. Akdeniz Doğu ile Batı’nın zifaf yatağı… Jurnal 
Sermayedara “işveren” payesini tercih eden bir cemiyet elbette ki liberalizmi takdis etmektedir… Tanrı gibi bir velinimet. Jurnal 
Akdeniz, Doğu ile Batı’nın zifaf yatağı. Jurnal 
Türk aydını yangından kaçar gibi uzaklaşıyor memleketten. Hayır, kirlettiği bir odadan kaçar gibi… 1963 Türkiye’si Voltaire’lerin Fransa’sından yüz kere daha hür. Voltaire’ler nerede? Jurnal 
Uzviyi ulvileştirmek bakırdan altın imal etmek gibi hayal. Hayatımıza salgı bezlerimiz hükmediyor. Şuurun karanlık bölgelerinden yükselen çığlıkları susturamıyoruz. Çığlık homurtu oluyor nihayet. Homurtu uğultuya inkılap ediyor. Jurnal 
Nihayet medrese ve saray. Efendilerinin her cinayetine eli titremeden fetva veren yıkılış çağlarının uluma-yı rüsumu: Mensuplarını herhangi bir vatandaş gibi askere yollamaz, ezelî zillet içinde, bu zilletin nimeti saydığı bir takım imtiyazları inatçılıkla muhafazaya çalışırdı. Jurnal 
Realiteyi görmemek için dini, sanatı, aşkı yaratmışız. Jurnal 
Onlar için Anadolu yoktur, İstanbul yoktur, Türkiye yoktur, üzerinde insanların gözyaşı döktüğü, sefalet çektiği, didindiği bir dünya yoktur. Jurnal 
Neden vakur Juvenal okunmuyor? Niçin Lükres’in erkek sesi insanlığın ufkunda çınlamaz oldu? Jurnal 
Realiteyi görmemek için dini, sanatı, aşkı yaratmışız. Faustun susuzluğu sonsuz bir çölünkinden farksız. Jurnal 
En yavuz ermişlerin, en çetin kahramanların zaman zaman nasıl çamurlaştıklarını görmek, küçün insanlar için hain, buruk ve zehirli bir teselli. Jurnal 
Din, aşk, şiir: boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza atladığı merdivenlerdir. Jurnal 
Görmek tabiata tahakküm etmektir. Dış dünya ne kadar düşman unsurlarla dolup taşarsa taşsın, zekamızın gözbebeklerimizden boşalan seyyalesiyle ehlileşmeye, mutileşmeye mahkumdur. Jurnal 
Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur. Kendisine ve çevresine ait hiçbir şey bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi. İpleri başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh. Vücut araba, akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar… Bu da haklı: Var olmak için yok olmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Jurnal 
Görmek tabiata tahakküm etmektir. Jurnal 
Reklam (#YSR)