MİLLİ MÜCADELE BAŞLANGICINDA, MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN MİLLİ HAREKETİ, İTTİHAT VE TERAKKİ FAALİYETLERİNDEN UZAK TUTMA TEŞEBBÜSLERİ

 

İttihat ve Terakki

Dr. Emine KISIKLI

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1890 yıllarında, İstanbul Askeri Tıbbiye’de, Dr. Abdullah Cevdet, Dr. İshak Sükuti, Dr. İbrahim Temo tarafından meşrutiyeti iade gayesiyle kurulmuştur. Kısa zamanda tıbbiye, harbiye, mülkiye mekteplerinde ve bu mektepler dışındaki bazı çevrelerde yayılmış ve genişlemiştir. Cemiyet özellikle, 1897 Osmanlı-Yunan harbinden sonra genç subayların toplandığı Rumeli’deki 3. Orduda etkili olmuştur.

Dolayısıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti, merkezi otoritenin büsbütün zayıflamış olduğu o günlerde, Saray ve Bab-ı Ali’nin duruma hakim olamadığı Makedonya’da, memleketin diğer bölgelerine oranla daha rahat genişleme imkanı bulmuştur. 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti’nin ekonomik, siyasi, askeri vb. durumu göz önüne alınacak olursa, özellikle Saray ve İstanbul Hükümeti’nden ümidini kesmiş olan aydınlar için İttihat ve Terakki’nin ne kadar büyük bir önem taşıdığı görülecektir.

Kısacası İttihat ve Terakki o günlerde Türk milliyetçiliğini temsil etmektedir. Fakat, İttihat ve Terakki Cemiyeti, memleketi 1.Dünya Harbine sürüklediği için harp sonrasında gözden düşmüş ve Umumi Kongre kararıyla kendi kendisini feshederek, bir süre de değişik adlarla faaliyet göstermiştir. Harp sonrasında İttihatçılar, uğranılan bütün felaketlerin baş müsebbibi olarak görülmüşlerdir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hukuken kendi kendisini feshetmesi, fırkanın tamamen siyaset sahnesinden çekilmesi anlamına gelmemelidir. Zira, İttihat ve Terakki Cemiyeti o dönemde, imparatorluk sınırlarındaki en küçük yerleşim merkezlerine kadar nüfuz etmiş ve seçkin kişilerle donatılmış bir siyasi teşekküldür. Hukuken feshedilmiş de olsa, bu siyasi teşekkülün hala dimdik ayakta duran güçlü bir örgütü mevcuttur.

Durum böyle olunca, İttihat ve Terakkiciler değişik adlarla çalışmalarını sürdürmüşler, hatta fırkanın Anadolu şubelerinin çoğu derhal Müdafaa-i Hukuk ve benzer teşekküller haline dönüşerek1, istiklal mücadelesine katılmışlardır.

Mütarekeden hemen sonra İstanbul’da, düşmana karşı silahlı mücadele hareketini teşkilatlandırmak amacıyla kurulan ilk teşekkül, Karakol Cemiyeti olup, cemiyet başlangıçta İstanbul’daki İttihatçılar arasında dayanışmayı sağlama gayesini gütmüştür2.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen simalarından Talat Paşa’nın direktifleriyle, Kara Vasıf ve Galatalı Şevket Beyler tarafından kurulan cemiyetin3, görüldüğü gibi çekirdeğini İttihatçılar meydana getirmiştir. Cemiyetin programı, “Halkın mutluluğunu korumak, bağımsızlığını ve milli hakların kazanılmasını ve anavatanın bütünlüğünün savunulmasını” sağlamaktır4.

Cemiyetin iki amacı olduğu görülmektedir. Birbiri ile bağlantılı olan bu amaçlardan ilki özellikle İttihatçı liderlerin ülkeyi terketmelerinden sonra, İttihatçıların İtilaf kuvvetlerinin ve azınlıkların herhangi bir misilleme hareketine karşı korunmasıdır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de, en emin yol, özellikle İstanbul’un boşaltılması, burada güvenliği tehlikede olan unsurların Anadolu’ya geçirilmesidir. Bu amaç aynı zamanda, Karakol Cemiyeti’nin ikinci önemli hedefinin gerçekleştirilmesine de yardımcı olacaktır. Yani, memleketin işgal görmemiş kısımlarında milli mukavemet hareketinin oluşturulması ve gerekli kadronun tesisi için en yetenekli kişilerin Anadolu’ya gönderilmesi, Milli Mücadele hareketinin güçlendirilmesi5.

Karakol Cemiyeti bu amacına ulaşmak için, Milli Mücadele kadrosunun büyük çoğunluğunu İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırmış, bu hareket İstanbul’un 16 Mart 1920’de resmen işgalinden sonra daha da belirgin bir hale gelmiş ve bu tarihte kapatılan Meclis-i Mebusan’ın pek çok üyesi, bu cemiyet tarafından Ankara’ya kaçırılmıştır. Cemiyet, İstanbul ile Anadolu arasındaki irtibatın temini için de, Kocaeli mıntıkasında bir menzil teşkilatı vücuda getirmiştir. Bu menzil kumandanlığına da, Karakol Teşkilatı Heyet-i Merkeziyesi’nce Yenibahçeli Şükrü Bey tayin edilmiştir6.

Anadolu’da milli mukavemet hareketinin oluşturulmasının yanı sıra, İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılması işi de, Karakol Cemiyeti’nin bir diğer önemli faaliyetidir. Karakol Cemiyeti, gerek milli mukavemet teşkilatını geliştirmek amacıyla Anadolu’ya eleman kaçırma, gerek silah temin ederek gizli yollardan Anadolu içlerine sokma faaliyetlerini gerçekleştirirken, Anadolu ile kurulması gereken irtibatın önemi nedeniyle iki kanat halinde organize edilmiştir.

Bu kanatlardan biri İstanbul’daki teşkilat olup, bu teşkilat mahallelere bölünmüştür. Bunların ilki olan ve kaymakam Hüsamettin (Ertürk) Bey’in önderlik ettiği Topkapı Teşkilatı7, en faal gruplardan birisidir. Diğeri de, yukarıda sözü edilen Yenibahçeli Şükrü Bey’in kumandası altındaki menzil hattıdır. Karakol Cemiyeti, Anadolu’ya silah ve insan sevkiyatının yanı sıra, Milli Mücadele hareketinin İstanbul kolu olarak da faaliyette bulunmuştur. Karakol örgütü, Müdaafa-i Hukuk Teşkilatı’nın İstanbul kolunu teşkil etmektedir8.

Bu büyük teşkilat, şüphesiz bir takım güçlere dayanarak bütün bu faaliyetlerin üstesinden gelebilmektedir. Bu gruplardan biri esnaf, diğeri de Teşkilat-ı Mahsusa’dır. Esnaf, 1. Dünya Harbi sırasında İttihatçı hükümetin, imalatçı ve tüccarların teşkilatlandırılması ile sağlam ve etkili bir Türk orta sınıfı oluşturmak ve böylece Türk ekonomisinin azınlıklara olan bağımlılığını azaltmak amacı ile kurduğu gruptur. Esnaf grubunun bir diğer kuruluş amacı da, başkentteki iaşe durumunu dengelemektir ki, bu konuda başarılı olunduğunu söyleyebilmek pek mümkün değildir9.

Harp sırasında İaşe Nazırı olan Kara Kemal Bey, Esnaf grubunu 1915 yılında organize etmiş, bu sayede fevkalade bir irtibat ağı meydana getirmiştir. Karakol Cemiyeti’nin de önde gelen simalarından birisi olan Kara Kemal Bey, bu amaçla İstanbul’daki kayıkçı, fırıncı, hamal vb. gibi esnaf gücünü örgütlemiş, özellikle çoğu Karadenizli olan Kayıkçı örgütü, Milli Mücadele’de silah ve malzeme kaçırılmasında önemli bir rol oynamıştır. Teşkilat-ı Mahsusa ise, 1. Dünya Harbi boyunca faaliyet göstermiştir. Bu grubun faaliyetleri az çok gizli görevleri ihtiva etmektedir. Karakol Cemiyeti, Teşkilat-ı Mahsusa’da çalışmış ünlü çeteleri harekete geçirerek, Üsküdar-İzmit bölgesini Rum çetelerinden temizlemiş ve İstanbul-Ankara ulaşımını işler durumda tutmuştur.

İşte, Milli Mücadele başlangıcı olarak nitelendirdiğimiz, Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile başlayan dönemde İttihatçılar, böylesine büyük ve güçlü bir organizasyonla yer yer mücadeleye başlamışlardır. İttihatçıların böyle bir harekete girişmelerindeki en önemli sebeplerden biri, onların, memleketi harp sonrasında karşı karşıya bıraktıkları felaketin vicdani mesuliyetini taşıyor olmalarıdır. Diğer taraftan İttihatçıların artık, İstanbul’da barınabilmelerine imkan kalmamıştır. Çünkü İngilizler, mütarekeden hemen sonra harp suçlusu saydıkları ve tehcir olayında mesul tuttukları İtttihatçıların peşine düşmüşlerdir.

İngilizlere İttihatçı avında büyük destek sağlayacak olan Hürriyet ve İtilafçılar da, İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin yurdu terketmelerinden sonra yavaş yavaş iktidarı ele geçirmeye başlamışlardır. İngiliz mandası taraftarı bir politika izleyen Hürriyet ve İtilafçılar, İngilizlerin gözüne girebilmek için, İttihatçıların cezalandırılmaları meselesine daha fazla önem vereceklerdir. Nitekim Damat Ferit Paşa, daha mütareke öncesinde bu arzu ile yanıp tutuşmuş, 23 Kasım 1918’de, “Daily Mail” gazetesi muhabirine, “Türkiye’de bazı siyasal komiteler tarafından Ermenilere yapılan muameleyi büyük üzüntüyle öğrendim. Bu gibi kötülükler ile aynı vatanın evlatları arasında baş gösteren karşılıklı kırımlar kalbimi kırdı… Bu olaylara yol açanların son derece şiddetle cezaya çarptırılması için derhal soruşturma açılmasını buyurdum”10 demiştir.

Vahdeddin de, 8 Ocak 1919’da tehcir suçlularını yargılamak üzere özel mahkemeler kurdurmuş ve İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe’un 10 Ocak 1919 tarihli raporuna göre de, “İngilizlerin istediği her kişiyi cezalandırmaya hazır olduğunu” bildirmiştir. Fakat Sultan’ın bütün suçlu İttihatçıları cezalandırma hareketine girişirken, tahtından atılma, hatta öldürülme korkusu taşıdığı da görülmektedir, çünkü o, bu amaçla İtilaf Devletleri’nden şahsi güvenliğinin garanti altına alınması talebinde bulunmuştur11.

Bir süre sonra da Tevfik Paşa Hükümeti İttihatçıların tutuklanması işini başlatmıştır. Bu gelişmeler İtilaf Devletleri’nin büyük bir korkuya kapılmalarına12, İstanbul’da can güvenliği kalmayan pek çok İttihatçının da Anadolu içlerine kaçmalarına sebebiyet vermiştir. Karakol Cemiyeti’nin meydana getirdiği güçlü teşkilat da, İttihatçılara bu konuda yardımcı olmuştur.

Memleketi uğradığı felaketten kurtarabilmek arzusuyla bir şeyler yapabilmek için çırpınan, İstanbul’da güvenliği tehlikede olduğu ve Malta’ya sürgün edilme şanssızlığına da sahip bulunduğu için gizli yollardan Anadolu’ya kaçarak mücadeleye atılan İttihatçıların faaliyetlerinin, bu teşkilatın bir mensubu olan Mustafa Kemal Paşa da13 şüphesiz farkındadır.

Çünkü o, Anadolu’ya çıktığı günlerde muhtelif bölgelerde teşekkül etmiş olan Müdafaa-i Hukuk, Redd-i İlhak vb. cemiyetlerin varlığını kabul ettiğine göre14, bu cemiyetlerin kuruluşlarında etkin rol oynayan İttihatçıların da Milli Mücadele başlangıcındaki faaliyetlerini kabul etmek durumundadır. Öte taraftan Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da bulunduğu günler zarfında İttihatçılar ile yakın ilişkiler de bulunduğu da bilinmektedir. Hatta o, İstanbul’a geldiği ve kendisini Harbiye Nazırlığı görevine tayin ettirmeye çalışarak, memleket meselelerine politik bir çözüm aradığı günlerde de, İttihat ve Terakki ileri gelenleriyle yoğun temaslar yapmış, koyu bir İttihatçı olan Fethi (Okyar) Bey ile birlikte ortak bir gazete çıkartma teşebbüsünde bulunmuştur15.

Harbiye Nazırlığı görevini elde edemeyen Mustafa Kemal Paşa’nın daha sonra büyük bir hayal kırıklığı içerisine düşerek, Sadrazam Tevfik Paşa’yı sadaretten indirme gibi bir düşünceye kapıldığı ve bu işi gerçekleştirmesi için de koyu İttihatçılardan Kara Kemal Bey’Ie gizli olarak görüştüğü Rauf (Orbay) Bey tarafından anlatılmaktadır16. Burada konumuz açısından önemli olan nokta, hareketin amacına ulaştırılıp, ulaştırılmaması değil, Mustafa Kemal Paşa’nın, macera olarak nitelendirebileceğimiz böyle bir faaliyette, İttihatçılar gibi maceracı insanlardan istifade etmek lüzumunu duymuş olmasıdır. Eğer Rauf Bey’in söylediklerinde gerçek payı var ise, o takdirde Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da esnafın teşkilatlandırılmasında büyük rolü görülen ve sonraları da Karakol Cemiyeti’nin önde gelen simaları arasında yer alan böyle bir şahsa, sadrazamın kaçırılması işinin temini gibi, son derece gizlilik arz eden bir konuyu açmakla İttihatçılarla arasında gizli saklı hiçbir mevzunun olmadığı izlenimini uyandırmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa her şeyden önce, böyle bir teşebbüste bulunmakla, İttihatçıların gizli güçlerinin idraki içerisinde olduğunu göstermiştir. İttihat ve Terakki’nin bir üyesi olan, fakat hiçbir zaman cemiyette aradığını bulamayan17 Mustafa Kemal Paşa, bütün bunlara rağmen, kuvvetle muhtemel Anadolu’ya geçerek, Milli Mücadeleye atılmak ve müstakil yeni bir Türk Devleti kurmak gibi bir düşünce ile yola çıkarken, bu büyük güçlü teşkilattan ayrı hareket edemeyeceğinin ve onlarla bir bütün olarak çalışması gerektiğinin bilincindedir. Çünkü bilindiği gibi, bu teşkilat mensuplarının bilgisi dışında Anadolu’ya tek bir insanın ve silahın sokulabilmesi mümkün değildir.

Durum böyle olunca Mustafa Kemal Paşa ister istemez İttihatçıların bu büyük gizli güçlerinden faydalanmak mecburiyetindedir. Zürcher bazı kaynaklara dayanarak, İttihatçı yeraltı grubunun, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya çıkartılmasında karara götürücü rol oynamış olabileceğine dair bazı kanıtlar olduğunu öne sürmektedir. Zürcher, Karakol Grubu’nun bir üyesi olan Şeref (Çavuşoğlu) Bey’e dayanarak, Karakol Grubu’nun Anadolu’da mukavemeti organize ettiğini ve harekete baş olabilecek saygı duyulan bir askeri kişiye ihtiyaç duyulduğunu, bu amaçla göreve önce Ahmet İzzet Paşa’nın davet edildiğini, onun kendisine silah ve para temini garantisi verilmediği taktirde, görevi kabul etmeyeceğini açıklaması üzerine de, bu göreve Mustafa Kemal Paşa’nın seçildiğini kaydetmektedir.

Bu durumda İttihatçılar, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçişini sağlayan 9. Ordu Müfettişliği görevinin temininde son derece önemli rol oynamışlardır. Hatta, yine Zürcher’in Şeref Bey’den naklettiğine göre, özellikle Dr. Esat (Işık) Paşa bu işte büyük rol oynamış ve bütün bu çalışmalar, Abdullah Paşa’nın Harbiye Nazırı olduğu dönemde cereyan etmiştir18.

Zürcher’in de belirttiği üzere, Esat Paşa’nın güçlü bir İttihatçı ve Karakol Grubu’nun değerli bir üyesi olduğuna kesin nazarıyla baksak bile, kaynaklarda onun Mustafa Kemal Paşa’nın tayininde etkili olduğuna dair hiçbir kayda rastlanmamaktadır. Ayrıca Abdullah Paşa’nın Harbiye Nazırlığı görevi Aralık ayına tesadüf ettiği için, Mustafa Kemal’in o günlerde politik bir çözüm aramakla meşgul olduğu da kuvvetle bilinmektedir. Bu sebeple kanaatimizce, İttihatçıların, böyle bir göreve tayini hususunda, Mustafa Kemal Paşa’yı etkilemiş olabilecekleri biraz zayıf bir ihtimaldir. Nitekim Zürcher de, bu ihtimalin zayıflığını öne sürmektedir19.

Hüsamettin Ertürk de, “Gazi’nin Anadolu’ya geçişindeki maksatlardan en mühimi, İttihatçıları temizlemek, onları memleketi yeni bir maceraya sürüklemekten men eylemekti” demektedir20. Bu konuda Hüsamettin Ertürk’e katılabilmek pek mümkün değildir. Çünkü, subay kadronun temelini İttihatçıların teşkil ettiği ve Mustafa Kemal’in de Milli Mücadele hareketini ön planda askeri unsurlara dayandırma azminde olduğu bilindiğine göre, Hüsamettin Ertürk’ün öne sürdüğü iddianın doğru olması halinde, Mustafa Kemal’in bindiği dalı kesmesi gerekecektir. Ertürk, daha da ileri giderek, “Her tarafta İttihat ve Terakkici zabitan yeni bir teşkilat kurmak arzusunda idi. Zaten bu korku Vahdeddin’i ve onun sadrazamı olan Damat Ferit Paşa’yı, Mustafa Kemal’i 3.Ordu Müfettişi sıfatıyla Erzurum’a göndermeye sevketmişti” demektedir21. Bu iddia da kanaatimizce hatalıdır.

Vahdettin, her ne kadar İttihatçılara karşı ise de, zeki ve kurnaz tabiatlı bir yaradılışa sahip olması sebebiyle de, İttihatçıların gücünün şüphesiz farkındadır. Onun böyle bir teşkilatı, Mustafa Kemal Paşa ile alt edebilmesi zaten mümkün değildir. Kaldı ki o, İngilizlerin baskısıyla Ermeni tehcir ve katliamından mesul olan İttihatçıların yakalanması ve cezalandırılması işine girerken bile, İtilaf Devletleri’nden İttihatçılara karşı can güvenliğinin teminat altına alınması talebinde bulunmuştur. Dolayısıyla İttihatçılardan çekindiği açıkça görülen Vahdettin’in, böyle güçlü bir teşkilatı, ne çökertebilecek gücü, ne de böyle bir teşkilatın ortadan kaldırılabileceğine olan inancı vardır. Zaten Hürriyet ve İtilafçılar, uzun süre siyaset sahnesinden uzak kaldıkları, hatta Bab-ı Ali baskınından sonra çoğu memleketi terk ettikleri için, fırka son derece düzensiz ve teşkilatsız bir yapıya sahiptir.

Bu durumda Vahdettin’in, ordunun da temelini teşkil eden İttihat ve Terakki Fırkasına karşı bir harekete girişebilmesi ister istemez imkansızdır. Dolayısıyla Vahdettin’in Mustafa Kemal’i, İttihat ve Terakki Cemiyetini ortadan kaldırma gibi bir görevle Anadolu’ya yollaması son derece zayıf bir ihtimaldir, hatta imkansızdır. Geriye bir tek ihtimal kalmaktadır ki, o da Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında tasarladığı böylesine önemli bir görevin gerçekleştirilmesinde bu güçlü teşkilata dayanmış olduğudur. Nitekim, Mustafa Kemal Paşa’nın, Anadolu’ya çıktığı günlerde İstanbul’daki yakın arkadaşları ile muhaberatını Karakol Cemiyeti vasıtasıyla yaptığı bilinmektedir22.

Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’da kendileriyle ilişkide bulunduğu pek çok arkadaşı, yine bu teşkilat vasıtasıyla Anadolu’ya geçirilmiş olup, Milli Mücadele için gerekli olan silah ve malzeme de Anadolu’ya yine İttihatçılar tarafından sokulmuştur. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa’nın, İttihatçıların Milli Mücadele başlangıcındaki faaliyetlerinden haberdar olmaması imkansızdır. Öte yandan Milli Mücadele hareketinin idari mekanizmasını da İttihatçı kadro teşkil etmektedir. Bu kadronun da İttihatçı yeraltı grupları ile ilişkisi olduğu görülmektedir. Mesela, ünlü bir komitacı olan Fuad (Balkan) Bey, 1919 yılı Nisan veya Mayıs’ında, Kara Vasıf Bey’in evinde toplantıya çağırılmış, bu toplantıda kendisine Vasıf Bey, Kemalettin Sami Bey, Galatalı Şevket Bey, Albay Seyfi (Düzgören) Bey ve İsmet (İnönü) Bey eşlik etmişlerdir. Fuad Bey’e, Batı Trakya’yı işgal eden Yunan birliklerine karşı bir mücadeleyi organize etmesi emri verilmiş, daha sonra da kendisine İsmet Bey vasıtasıyla, Harp Dairesi’nin bu amaçla oluşturduğu fondan 4000 Lira iletilmiştir23.

Bu olay hem İttihatçı yeraltı grupları ile Harp Dairesi arasındaki yakın ilgiyi göstermesi, hem de Mustafa Paşa’nın en yakın Milli Mücadele arkadaşı İsmet Paşa’nın gizli İttihatçı gruplarla temasını göstermesi açısından son derece önemlidir. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın, Milli Mücadele hareketinin idari kadrosunda gördüğümüz pek çok arkadaşı da, İttihatçıdır. Hatta bunların bir kısmı İttihatçı olmaları ve tehcir suçlusu olarak görülmeleri sebebiyle, İtilaf Devletleri’nin baskısı üzerine Bab-ı Ali tarafından aranmaktadır. Mesela, Erzurum’a Atatürk’ten önce gelen ve derhal onun hizmetine giren eski Bitlis Valisi Mazhar Müfit Kansu, Makedonya dağlarında çeteler kovalamış eski bir İttihatçıdır

Ruslar Bitlis’ten çekilince Talat Paşa onu, Siirt, Muş ve Genç mutasarrıflıklarını kaplayan Bitlis’e vali olarak atamıştır. Bab-ı Ali, kendisini Ermeni tehciri yüzünden aramaktadır. Mazhar Müfit Bey’in yanı sıra, Rauf Bey ile birlikte Anadolu’ya geçen, Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılan İbrahim Süreyya Yiğit de, İttihatçılığı yüzünden İzmit Mutasarrıflığı’ndan atılmış bir şahıstır. Heyet-i Temsiliye üyesi Hakkı Behiç Bey ve Hüsrev Sami Bey de, aynı şekilde İstanbul Hükümeti’nin gözünden düşmüş birer İttihatçıdır. Bu örnekleri artırabilmek mümkündür. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın yakın Milli Mücadele arkadaşları olan ve milli hareketin başarıya ulaştırılmasında büyük hizmetler veren Ali Fuad Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Rauf Bey gibi şahsiyetler de, teşkilatın içerisinde aktif olarak yer almamış olsalar da, birer İttihatçıdırlar. Şu halde Mustafa Kemal Paşa’nın, Milli Mücadele hareketinin planlarını yaparken, büyük ölçüde İttihatçıların desteğine güvenerek işe giriştiğini söyleyebilmemiz mümkündür.

Oysa, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya çıktığı andan itibaren yaptığı icraata baktığımızda, O’nun bariz bir şekilde İttihatçılardan uzaklaşma politikası takip etmek mecburiyetinde olduğunu görürüz. Daha önce de belirtildiği üzere İttihat ve Terakki Fırkası. 1. Dünya Harbi sonrasında, memleketi felakete sürüklemek ve mahvına sebep olmak gibi ağır bir suçla cezalandırılmış, memleketin her tarafında İttihatçılara karşı umumi bir nefret havası estirilmiştir. Hatta, İttihatçı olmaları dolayısıyla Batı Anadolu’da subay kadro, düşmanlık açısından Yunanlılarla aynı kefede tartılmıştır24. Kamuoyunun o günlerde İttihatçılara karşı takındığı bu katı tavrı çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele aleyhinde kamuoyu oluşmasının önüne geçmek için, ister istemez İttihatçılarla hiçbir ilişkisi olmadığını belirtmeye özen göstermiştir.

Mustafa Kemal Paşa’yı, İttihatçılarla hiçbir ilişkisi olmadığını her fırsatta açıklamaya mecbur kılan ikinci sebep de, İstanbul Hükümeti’nin Milli Mücadele hareketini engellemek için, bu hareketi bir İttihatçı dalaveresi olarak kamuoyuna göstermek hususundaki gayretleridir. İtilaf Devletleri’nin bakışıyla Mustafa Kemal’i İstanbul’a çekebilmek ve milli hareketi engellemek amacıyla her yolu deneyen İstanbul Hükümeti, kamuoyunun İttihat ve Terakki Fırkası hakkındaki kesin tavrını bildiği için, başlangıçtan itibaren milli hareketi, bir İttihatçı teşebbüsü olarak kamuoyuna yansıtma politikasını izlemiştir.

Vahdettin 6 Nisan 1922’de İngiltere Yüksek Komiseri’ne, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının faaliyetleri hakkındaki görüşlerini bildiren raporunda, “Ankara’daki askeri ihtilal örgütü, eski İttihat ve Terakki’nin yeniden ortaya çıkışından başka bir şey değildir. Kendisini milliyetçilik maskesi altında gizlemektedir. Böylece Yunan istilasının yarattığı duyguları sömürerek, halkı kandırmayı başarmıştır. Gerçekte halkın % 90’ı Ankara çetesine içinden karşıdır. Fakat halk, hiçbir şeyden gerilemeyen ve her şeyi elinde toplayan adamların baskı metotları altında tutulmaktadır. Bu adamların tutkusu, egemenliklerini İstanbul’a taşımaktır”25 demektedir.

Vahdettin, 7 Ağustos 1922’de de, İngiliz Yüksek Komiseri’ne, “Millici liderler bir hükümet değildir, bir isyancılar ve ihtilalciler topluluğudur. Onlar, ittihat ve Terakki’nin canlandırıcılarıdır. Masum halkın vatanseverliğini ve iyi niyetini sömürdüler. İnanç ve politikaları bakımından onlar Bolşevikten başka bir şey değildirler”26 demektedir.

Yabancılar da, milli harekette ittihatçı parmağı olduğu tezini benimsemiş görünmektedirler. 24 Ocak 1919 tarihli “Le Temps de şöyle denilmektedir: “Fırkanın pek çok üyesi, arkadaşlarını güçlendirmek ve nihayet çeteleri organize etmek amacıyla taşraya gittiler”. Yine aynı gazetenin, 5 Şubat 1919 tarihli nüshasında da, “ittihat ve Terakkicilerin faaliyetleri, Jön Türklerin bıraktıkları teşhis edilen askerleri ve silahlarıyla, muazzam bir çete hareketinin gizlice organize edildiği Anadolu’da sürmektedir” haberi yer almaktadır.

“The Times” da 28 Ocak, 1 Şubat, 10 Şubat ve 11 Mart 1919 tarihli nüshalarında Anadolu’da ittihatçı mukavemetinin sürmekte olduğu haberini vermekte ve 14 Nisan 1919 tarihli nüshasında, “Anadolu’nun iç kesimlerinde büyük bir huzursuzluk mevcuttur. Burada hala ittihatçıların partizanı olan subayları alt edemeyen hükümet, nümayişlere de engel olamamaktadır” denilmektedir.

İtilaf Devletleri ve İstanbul Hükümeti’nin, milli hareketin bir ittihatçı teşebbüsü olduğu nazariyesini kamuoyuna yansıtarak, mili hareketi baltalamaya çalışma faaliyetinde kısmen de olsa başarılı olduğunu görebilmek mümkündür. Nitekim Ali Fuad Paşa, “İtilafçı gazetelerin, İttihatçı liderlere ateş püskürdükleri, onları en haksız bir şekilde itham ettikleri, akla hayale gelmeyecek yalanlar uydurdukları sıralarda idi. Bir kısım münevverler dahil halk, ittihatçılardan hoşnut değildi. Birinci Cihan Harbi’nin bütün mesuliyetini onlara yüklüyorlardı. Damat Ferit Paşa bu hoşnutsuzluklardan istifadeyi düşünmüş, milli mukavemeti baltalamak ve kongreleri işgal etmek için faaliyete geçmişti. Hükümeti tutan İstanbul gazeteleri, Enver Paşa’nın Erzurum’a geldiğini yazmışlar, ajanslar da bunu dört bir tarafa yaymışlardı”27 demektedir. İstanbul Hükümeti’nin izniyle gazetelerde yer alan böyle bir haberin, ittihatçılardan zaten nefret eden kamuoyu üzerinde olumsuz tesir yapacağı ve milli harekette İttihatçı parmağı olduğu tezini kuvvetlendireceği kuvvetle muhtemeldir. Böyle bir ortamda Mustafa Kemal Paşa’nın da sessiz kalabilmesi mümkün değildir.

Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele başlangıcında, büyük bir ihtimalle Almanya’ya yakınlığı dolayısıyla, İttihat ve Terakki’ye düşman gözüküp, İngiliz taraftarı bir politika izlemek gereğini de duymuş olabilir. Çünkü, Milli Mücadele başlangıcında onun en çok önem verdiği hususlardan biri de, İtilaf Devletleri’ne karşı kesin bir tavır almaktan çekinilmesidir28. Mustafa Kemal Paşa böylece, iki yönlü bir fayda elde etmeyi düşünmüş de olabilir. Çünkü, İttihatçı olmadığını ve İttihatçılarla hiçbir ilişkisi olmadığını belirterek, hem kamuoyunu milli davaya kazanabilecek, hem de özellikle mütareke hükümlerini tatbikle görevli olan İngilizlere karşı münasebetlerini daha yumuşak bir düzeyde tutabilecektir. İşte Mustafa Kemal Paşa, bu düşüncelerle hareket ederek, Milli Mücadele hareketinin sekteye uğratılmaması için, İstanbul Hükümetine her fırsatta İttihatçı olmadıklarını belirtmeye özen göstermiştir.

Paşa’nın bütün gayretlerine rağmen, Erzurum Kongresi’nin ilk günü kürsüye çıkan Raif Efendi, İttihatçı olduğu gerekçesiyle kürsüden indirilmiş, kongre üyeleri tarafından İttihatçılara ağır hakaretlerde bulunulmuştur. Kongre sonrasında Karakol Cemiyeti ileri gelenlerinin gizli faaliyetlerinin Mustafa Kemal Paşa tarafından öğrenilmesi29, onu, milli davaya zarar getireceğine inandığı bu art niyetli İttihatçılara karşı, daha temkinli davranmaya sevketmiştir. Buna mukabil Paşa, milli davaya yürekten inanmış, memleketin bir an önce bağımsızlığına kavuşturulmasından başka bir amaç taşımayan İttihat ve Terakki menşeili şahsiyetlerle çalışmalarını şüphesiz devam ettirecektir.

Sivas Kongresi sırasında da, milli hareketin İttihatçılıkla bir alakası olmadığına dair yemin edilmesi meselesi, kongreyi üç gün uğraştırmıştır30. Çünkü İstanbul Hükümeti ve İşgal Kuvvetleri’nin yanı sıra, İstanbul’daki Milli Mücadele aleyhtarı basın da, milli hareketin bir İttihatçı teşebbüsü olduğu yolundaki menfi propagandayı desteklemiştir. Bilhassa Ali Kemal, “Peyam” gazetesinde bu fikri şiddetle savunduğu gibi, “Sabah, Alemdar, Serbesti, Aydede” vb. gazeteler de, onu izlemişlerdir. Bu sebeple bir kısım kongre azası haklı olarak, Sivas Kongresi’nin hiçbir siyasi fırkaya dayanmadığının, sırf vatanseverlik gayesi ile toplandığının ve Türk vatanının kurtarılmasından başka bir amacı olmadığının yeminle teyid edilmesi lüzumu üzerinde durmuşlardır.

Kongrede, İttihatçı olmadıklarına ve kongrenin İttihat ve Terakki ile hiç bir ilişkisi bulunmadığına dair yemin ettirilmesi hususu üzerinde ehemmiyetle duran azaların, Hürriyet ve İtilafçı da olmadıkları göze çarpmaktadır. İttihatçılık ve yemin bahsi üzerinde en çok duran Denizli delegesi Küçük Ağazade Necip Ali Bey, konuşmasında “Biz ne İttihatçı, ne İtilafçıyız. Ne şu, ne öteki fırkanın elemanlarıyız. Böyle dahi olsak bu sekaf (soy, kabile) altında yalnız vatanı kurtarma gayreti milliyesi ile hemfikir olarak toplanmış insanlarız. Vatan kurtuluncaya kadar her türlü particilik fikrinden ve telakkisinden uzak ve birbirimize omuz vermiş olarak, yalnız istihlası (kurtuluş, kurtulma) memleket ve millet için çalışacağız ve bütün vatandaşları aralarındaki her türlü siyasi ihtilafı durdurarak, yalnız bu büyük ve milli gaye üzerinde hedef istikametinde buluşturup, birleştireceğiz” demektedir31. Üyelerin çoğunluğunun da bu konuşmayı destekledikleri görülmektedir. Sivas Kongresi bu hususta yapılan çalışmalardan sonra, bir yemin formülü hazırlayarak, oybirliği ile kabul etmiştir. Bu formül aynen şöyledir:

“Saadet ve selameti vatan ve milletten başka hiç bir maksadı şahsi takip etmeyeceğime, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma, mevcut fruku siyasiyeden hiçbirinin emeli siyasiyesine hadim olmayacağıma vallahi, billahi”32.

Bu formülün kabulü ve azaların yemininden sonra kongrede huzur sağlanmıştır. Mazhar Müfit Kansu, “Bu formülün kabulü ve azanın yemini muhakkak ki, kongreye bir rahatlık ve huzur sağladı. Çünkü, kongreye gelen murahhaslar arasında çeşitli partilere mensup olanlar vardı ve bunlar maksat yolunda bu yeminle vuzuh ve emniyete kavuşmuş olarak kendilerini tatmin edilmiş görüyor ve mesailerinin istikametini

— Yalnız vatan için…

Diye, tarif edebiliyorlardı. Bu bakımdan yemin, hem kongre delegelerini bir istikamette ve bir fikirde derlemek, hem de hariçdeki propaganda ve telkinleri önlemek yolunda faydalı ve tatminkar olmuştu” demektedir33.

Mazhar Müfit Bey34 haricindeki diğer kongre azalarının, yemine tam kadro halinde iştirak ettikleri görülmektedir.

Balıkesir Kongresi’nde de, üyelerin hiç bir siyasi fırka ile ilişkileri olmadığı hususunda kararlı oldukları, hatta bunu alınan bir kararla35, kamuoyuna gösterdikleri dikkati çekmektedir. Kamuoyunun artık memleketi bu hale getiren siyasi çekişmelerden nefret ettiği, vatanın kurtarılmasından başka bir gaye taşımadığı görülmektedir. Bu şartlar altında Mustafa Kemal Paşa’nın, milli hareketi İttihatçılık olarak yorumlayan ve kamuoyuna benimsetmeye çalışan Damat Ferit Paşa kabinesine karşı mücadelesini artırması gerekmektedir.

Mustafa Kemal Paşa, Ferit Paşa kabinesine karşı mücadelesini sürdürürken, hep karşı silahla mukabelede bulunmuş, milli hareketin İttihat ve Terakki ile hiç bir ilişkisi olmadığı tezini ısrarla savunmuş ve kamuoyuna İstanbul Hükümeti tarafından yerleştirilmiş olan bu imajı, her türlü yolu deneyerek, silmeye çalışmıştır. Mustafa Kemal Paşa, 14.9.1919’da, Padişah’a gönderdiği telgrafta, Ferit Paşa’nın milli hareketi İttihatçılık şeklinde göstererek, Anadolu’ya ecnebi müdahalesini davet ettiğini bildirmekte ve şikayette bulunmaktadır36. Mustafa Kemal Paşa, 02.10.1919’da İstanbul Şehremaneti’ne gönderdiği telgrafta da, “Ferit Paşa, düşmanlarımızın bile takdir ettikleri harekat-ı milliyemizi ihtirasatı şahsiye ve İttihatçı tahrikatı addedip tenkilini emretmekle, hem millete, hem padişaha karşı alenen ve doğrudan doğruya muarız ve hatta muhasım vaziyeti almıştır” demektedir37.

Mustafa Kemal Paşa, Ferit Paşa kabinesinin milliyetçilere karşı takip ettiği bu hareket tarzına karşı, gerek Padişah’a, gerek kamuoyuna milli hareketin İttihatçılıkla hiç bir ilişkisi olmadığı tezini ısrarla savunmuş ve Ferit Paşa kabinesinin düşürülmesiyle de büyük ölçüde amacına ulaşmıştır. Fakat, Ferit Paşa kabinesinin Türk kamuoyunda yaratmaya çalıştığı bu imajın silinmesi de son derece zordur. Nitekim, Ali Rıza Paşa kabinesinin iktidara gelmesinden sonra Mustafa Kemal Paşa, Harbiye Nazırı Cemal Paşa tarafından bazı sorulara muhatap tutulmuştur. Mustafa Kemal Paşa bu sorulara cevap vermek amacıyla 09.10.1919’da Harbiye Nazırı’na gönderdiği telgrafta, Ferit Paşa kabinesinin vatan ve milletin kurtuluşuna ilişkin her türlü hareketi İttihatçılık olarak saymayı meslek edinmiş olduğunu belirtmiş, milli hareketin İttihatçılıkla hiç bir ilişkisi olmadığını bir defa daha açıklamıştır. Hatta paşa, bu hususun Sivas Kongresi’nin ilk celsesinde yemin ile teyid edildiğini de belirtmiş ve şöyle demiştir:

“Biz anasır-ı gayri müslime ile İtilaf Hükumatının makasıdı siyasiye tahtında gördükleri alelitrak İttihatçılık düşmanlığını esas itibarile doğru görmüyoruz. İttihatçılardan seyyiatı idaresi ve suistimalleri ile memleketi harabeye sürükleyenlerden ibaret bir hizbi kalil var ki, işte asıl millet ve bizim nazarımızda mütteham olanlar bunlardır. Yoksa İttihal ve Terakki mensubinden olup muhafaza-i bi tarafi etmiş, fenalığa alet olmamış eshabı namusun bu suretle su-i zan altında kalması ve bilhassa her millette olduğu gibi nikubedi lüzümlu derecede temyiz edemeyen alelumum avam kısmının duçarı töhmet olmasını doğru görmedikten başka, memleketin asayiş ve imtizamı dahilisini ve atisi itibarile de tehlike addeyliyoruz”38.

Mustafa Kemal Paşa’nın, Milli harekette İttihatçı rolünü kesinlikle red etmesine rağmen, bu telgrafında milli dava uğrunda namusu ile çalışan İttihatçılara karşı, esnek bir tutum izlediği dikkati çekmektedir. Bu telgrafa göre, onun en büyük sıkıntısı, milli davaya zarar veren, gizli faaliyetlerde bulunan İttihatçılardır. Mustafa Kemal, İttihatçılık ve Milli Mücadele hususunda, kamuoyunu daha fazla aydınlatma gereğini duymuş olacak ki, 13.10.1919’da, “Tasvir-i Efkar” gazetesi muhabiri Velid Bey vasıtasıyla, kamuoyuna bu hususta haber yansıtmıştır. Mustafa Kemal bu görüşme sırasında, “İttihatçıların Kuvay-ı Milliye üzerine tesir etmesi kabil midir?” şeklindeki soruyu, “Kuvay-ı Milliyemizin hakimi müessiri ancak millet ve makasıdı aliye-i milliyedir. Başka hiçbir fert veya cemaat müessir olamaz” şeklinde cevaplandırmıştır39. Paşa, 14.10.1919’da da, “Yenigün” gazetesinin Sivas özel muhabiri ile bir görüşme yapmıştır. Mustafa Kemal bu mülakat sırasında kendisine sorulan “Milli teşkilatın İttihatçı kışkırtmalarına dayandığına dair bir rivayet var. Bu husustaki düşünceniz nedir?” şeklindeki soruyu da şöyle cevaplandırmıştır:

“Temel amaç ve maksadımız vatan ve milleti kurtarmak olduğuna göre, karşımızda iki düşman zümre bulunması pek tabii idi. Bunların biri umumun menfaatlerini şahsi menfaatlerine feda eden sabık hükümet, ikincisi de çöküşümüzü bekleyen bir takım iç düşmanlarımızdır. Bunlar cihan nazarında milli hareketleri kirletmek ve kendilerini kurtarmak için zaman icabı kuvvetli bir silaha malikti. Bu silah da, ittihatçılık iftirası idi. Fakat gerek milli işlerdeki davranışlarımız ve gerekse hükümetin değişmesinde gösterdiğimiz tarafsızlık, dünya umumi efkarı karşısında, sefil ihtiraslardan ne kadar uzak kaldığımızı isbat etti. Bize ittihatçı diyenler unutuyorlar ki, milli hareketler bütün millet tarafından yapılmaktadır. Eğer, işin içinde ittihatçılık olmak lazım gelse, bütün millet ittihatçılıkla suçlanmış olur. Fazla olarak gerek şimdiye kadar yayınladığımız beyannamelerle, gerekse umumi kongrede kabul edilen yemin suretiyle, hiçbir partiye bağlı olmadığımızı ve ittihatçılıkla ilgimiz bulunmadığını kainata ilan ettik. Fakat, Ferid Paşa hükümeti yalnız millete değil, Tan gazetesi muhabirine de, Anadolu hareketinin ittihatçı tahriklerinden doğduğunu söyledi. Hatta son zamanlarda Bolşevikliği de aleyhimizde bir silah gibi kullanmak isteyen Ferid Paşa, Trabzon ve Samsun’dan Anadolu’ya akın akın Bolşevikler geldiğini de, vilayetlere resmi telgraflarla tebliğ ederek ilan etmek garabetinde bulunmuştur”40.

Mustafa Kemal Paşa’nın bütün bu çabalarına rağmen, hala milli hareketin bir ittihatçı teşebbüsü olduğu kanaatinin, o günlerde Anadolu’da hakim olduğu göze çarpmaktadır. Özellikle İttihad ve Terakki’den ağzı yanan halk, milli teşkilatın başında bulunanları da, aynı fırkaya mensup olarak kabul etmektedir. 23.09.1919’da Trabzon’dan, 15. Kolordu Kumandanlığı’na hitaben bir telgraf gönderen Mevki Kumandanı Ali Rıza Bey, özellikle eski idareden ve onun yöneticilerinden memnun olmayanların, bu son harekatı ittihad ve Terakki manevrasına haml (yük) ettiklerini bildirmektedir41. Canik mutasarrıfı Hamit Bey de, Fatsa’dan 17.10.1919’da Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği şifre telgrafta, “Millet bermutad uykudadır. Biraz gözü açık olan ekseriyeti hırsız memurlarla, dava vekilleri vesaire nezdinde bu mesele ittihatçı manevrası telakki olunmuştur” demektedir42.

22 Ekim 1919’da gerçekleştirilen Amasya Mülakatı’nın yine en önemli meselelerinden birini ittihatçılık teşkil etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu görüşme sırasında da, ittihatçılıkla bir ilişkileri olmadığını belirtmiş ve bu husus mülakatın ilk maddesi olarak belirlenmiştir43. Mustafa Kemal Paşa, Amasya Mülakatı’ndan sonra, 24/25 Ekim 1919’da, Ruşen Eşref ile yaptığı bir konuşmada bu hususu yine gündeme getirmiş ve şöyle demiştir:

“Yeniden canlandırılıp, diriltilmesinden sakınılan şey, İttihat ve Terakki partisidir. Bir kere kongreye katılan üyelerin her biri kesin olarak böyle bir teşebbüste bulunmayacaklarına dair yemin etmiştir. Yemin kutsal bir güvenlik demektir. Öte yandan İttihat ve Terakki tuttuğu siyaset bakımından da iflas etmiştir. O partiye bağlı olan kimseler iktidar mevkiinde iken milletimizin ihtiyacına, mizacına uymayan istilacı bir politika takip ettiler. Kendi toprağı gayret ve çalışmaya muhtaç iken, bu milletin gözlerini başka noktalara yöneltmeğe çalışan, bir siyaset tabii bir siyaset değildir. Bundan dolayıdır ki, iflasa mahkumdu”44.

 İlk T.B.M.M.’de, dünya kamuoyunu bulandırmamak için, İttihatçıların biraraya toplandığı intibaağını uyandırmamaya özen göstermiştir. Fakat bütün bu çabalara rağmen, işgal kuvvetleri ve İstanbul Hükümeti ellerine geçirdikleri bu büyük kozu, Milli Mücadelecilere karşı kullanmaktan hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. Şurası da unutulmamalıdır ki, o günlerde asker-sivil bütün aydınlar bu cemiyetin üyesidirler. Özellikle Birinci Dünya Harbi öncesinde, cemiyetin son derece de güçlü bir taraftar kitlesi mevcuttur. Yani, İttihat ve Terakki o dönemde, Türk Milleti’nin bünyesine nüfuz etmiş bir teşkilat durumundadır. Milli Mücadele hareketinin de temelini asker-sivil aydınıyla, köylüsüyle bütün Türk Milleti teşkil ettiğine göre, Türk Milleti’nin bünyesine böylesine nüfuz etmiş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Milli Mücadele mefhumlarının birbirinden ayırdedilmesi elbette ki, mümkün olamayacaktır. Mustafa Kemal Paşa da bunun bilincindedir. Yani Milli Mücadelede İttihatçı rolünün tabiatıyla farkındadır. Onun bütün mücadelesi, milli hareketi baltalamak ve eski İttihatçı liderlerin kontrolü altında Milli Mücadele hareketini sürdürmek, İttihatçılığı ihya etmek gayesi güden teşkilat mensuplarına karşıdır.

KAYNAKLAR:

1 Müdafaa-i Hukuk vb. adlarla kurulan bütün milli teşekküllerin bünyesinde ittihatçı unsurunu görebilmek mümkündür. Mesela, Vilayat-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin kurucularından Raif Efendi, Mazhar Müfit Bey’e anlattığı hatıralarında, İttihatçı olduğunu belirtmektedir. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Ankara, (T.T.K., C. I), 1966, s. 20; Yakup Kadri ise, “Beni hayrete ve belki de hayal kırıklığına düşüren nokta, yüzde yüz vatani bir teşekkül telakki ettiğim Redd-i İlhak Cemiyeti içindeki iyi niyet sahipleri arasında, ya bazı art düşünceli kimselerin, ya da tekrar memleket mukadderatına hakim olmak fırsatını gözetleyen ittihatçıların bulunmasıydı” demektedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, Ankara, (Bilgi Yayınları 1968, 1. Basım, s. 22; Nail Morali da, İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti’nin çalışmalarında, İttihat ve Terakki Teşkilatı’nın büyük hizmetler verdiğini kaydetmektedir. Nail Morali, Mütarekede İzmir Olayları, Ankara, (T.T.K.), 1973, s. 45.

2 Hüsamettin Ertürk, iki Devrin Perde Arkası, (Yaz. Samih Nafiz Tansu), İstanbul, (Pınar Yayınları), 1964, s. 217. Hüsnü Himmetoğlu da, Karakol Cemiyeti’nin amaçlarını şöyle sıralamaktadır: 1- İtilaf Devletleriyle mücadeleye devam etmek ve imparatorluğun uğradığı zarar ve kayıpları imkan nisbetinde önlemek ve kurtarmak. 2— Halkın kötü tanıdığı İttihat ve Terakki Cemiyetini, Karakol isimli bu teşkilatla maskelemek ve cemiyeti bu isimle devam ettirmek. 3- İstanbul’un bütün imkanlarından her türlü yardımlarından faylanmak… Hüsnü Himmetoğlu, Kurtuluş Savaşında istanbul ve Yardımları, istanbul, (Ülkü Matbaası), 1975, s. 81-82.

3 Himmetoğlu, a.g.e., s. 81’de, cemiyetin Enver ve Talat Paşaların direktifleriyle, Kara Vasıf Bey ve İaşe Nazın Kara Kemal Bey tarafından kurulduğu kaydedilmektedir. Muharrem Giray, “istanbul’un işgalinde Gizli Bir Teşkilat, Karakol Cemiyeti”, Yakın Tarihimiz Dergisi, Sayı, 11, s. 345; Erik Jan Zürcher de, bu grubun kurulması yolundaki insiyatif, Talat Paşa tarafından, Enver Paşa’nın Kuruçeşme’deki villasında, 1918 Ekiminin son haftasında ele alınmıştır demekte ve grubun kurucuları arasında KaraKemal, Albay Kara Vasıf, Albay Baha Sait, Halil (Kut) (Enver Paşa’nın amcası, bazı kaynaklara göre de, Dr. Adnan’ın (Adıvar) adlarının sayılabileceğini belirtmektedir. Erik Jan Zürcher, The Unionist Factor, (The Role Of The Commitee Of Union and Progress in The Turkish National Novement), E.J. Brill, Leiden, 1984, s. 81.

4 Zürcher, a.g.e., s. 82.

5 Aynı.

6 Ertürk, a.g.e., s. 218.

7 Topkapı Teşkilatı’nın yanı sıra, İstanbul’da Şehremini, Eyüp, Kasımpaşa, Bayezit, Aksaray, Bakırköy, Üsküdar, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Anadolu Hisarı, Beykoz, Kavak, Sarıyer, Büyükdere, Beşiktaş ve Galata semt teşkilatları da oldukça önemlidir.

8 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul, (Tekin Yayınları, C. III), 1981, s. 1180.

9 Zürcher, a.g.e., s. 83.

10 Avcıoğlu, a.g.e., C. III, s. 1172-1173.

11 Gotthard jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, (T.T.K.), 1971, s. 174.

12 Ermeni tehcir ve katliamından dolayı ilk idam suçu, Yozgat’daki Ermeni sürgünü olayları yüzünden Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’e verilmiştir. Aynı durumda olan eski Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey intihar etmiştir. Bu olayın üzüntüsü yaşanırken, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam cezasının infaz edilmesi, özellikle İstanbul’da büyük bir galeyanın ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu nedenle İttihatçıların kendilerine karşı bir milli direnme hareketi oluşturmasından korkan İtilaf Devletleri, hızla suçlu gördükleri İttihatçıları Malta’ya sürmeye başlamışlardır.

13 Mustafa Kemal Paşa’nın İttihat ve Terakki Cemiyetine girişi, kendisinden üç sınıf evvel kurmay subay olarak Manastır Kolordusu’nda vazifeli olan ve daha sonraları Bursa Valisi olarak da görülen İsmail Hakkı Bey aracılığıyladır. Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul, (Tercüman Tarih Yayınları), 1980, s. 20-21. Ali Fuad Cebesoy, Selanik’te, Mustafa Kemal Paşa’nın kendisi ile birlikte bu cemiyete girişi hakkında aralarında geçen konuşmalara ilişkin şu bilgileri vermektedir: “… İttihat ve Terakki Cemiyetine nasıl girdiğimi, Genel Merkez toplantılarını olduğu gibi anlattım. İhtilal öncesi ve sonrası hazırlıksız bulunduğumuzdan uzun uzadıya bahsettim. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin tekrar dirilmesine taraftar olup olmadım ve bu uğurda gayret sarfedip, etmediğini sordum. Benim de kısmen bildiğim şeyi tekrarladı: Vatan ve Hürriyet Cemiyeti hiçbir ilerleme kaydetmediği gibi, onun Selanik’te şubesini kuran arkadaşlar da, İttihat ve Terakki içinde eriyip gitmişlerdi.

Tarihte İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yeri var. Memleket dışında bir hayli neşriyat yaparak kendisini tanıtmıştır. Bu ad altında toplanır, çalışırsak, daha iyi netice alırız. İki ayrı cemiyet maksat ve gayeleri bir de olsa ayrılık manzarası ifade eder, diyerek Vatan ve Hürriyet’in Selanik şubesini kuran arkadaşları ikna etmiş, 27 Eylül 1907’de iki cemiyeti birleştirmişti.

Mustafa Kemal, bu emri vakii kabul zorunda kaldım ve ben de İttihad’ın bir üyesi oldum, dedi “Ali Fuad Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, (Baha Matbaası), 1967, s. 113.

14 Mustafa Kemal Paşa’nın, Anadolu’ya çıktığı günlerde memleketin çeşitli bölgelerinde teşekkül etmiş olan milli cemiyetlerin varlığını kabul ettiğine dair sözleri için bak. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, (T.İ.T.E. Yayını No: 1, A.Ü.D.T.C.F. Basımevi), C. I, (1906-1938), 3. Basım, 1981, s. 9.

15 Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geldiği günlerde, Tevfik Paşa kabinesini iktidardan düşürmek, yerine kendisinin de Harbiye Nazın olarak yer alacağı bir Ahmet İzzet Paşa kabinesi kurdurmak arzusunu gerçekleştirmek amacıyla takip ettiği metotlardan birisi de, İstanbul’da bir gazete çıkartmak ve mebusları basın yoluyla iknaya çalışmaktır. Paşa’nın Fethi Bey ile ortaklaşa çıkarttığı bu gazete “Minber” adını taşımaktadır. Ayrıntı için bak. Okyar, a.g.e., s. 267 vd.

16 Mustafa Kemal Paşa’nın bu hususta herhangi bir bilgi vermemesine karşılık, Rauf Bey, İsmail Canbolat ile birlikte, Mustafa Kemal Paşa ve Kara Kemal Bey arasında geçen konuşmaları istemeyerek duyduklarını, Paşa’nın da bu durum üzerine kendilerine izahat vermek mecburiyetinde kaldığını belirtmektedir. Rauf Bey’e göre, Mustafa Kemal Paşa bu hareketinden dolayı kendisi tarafından ikaz edilmiş, bu teşebbüs de orada konuşulmaktan öteye gitmemiştir. “Rauf Orbay’ın Hatıraları”, Yakın Tarihimiz Dergisi, C. II, s. 402.

17 Mustafa Kemal Paşa bu son derece büyük ve şumullü teşkilatın bir üyesi olmasına rağmen, teşkilatta aradığını bulamamıştır. İttihatçıların Meşrutiyetin ilanını gerçekleştirseler dahi, ne tatbik edecek bir planlan, ne de bu planı yürütecek bir liderleri olmadığı görüşündedir. Nitekim O bu hususta, “Meşrutiyetin ilanı yeter çare olamaz. Cemiyetin bir siyasi parti haline gelerek, hükümeti meşrutiyetin ilanından sonra ele alması lazımdır. Parti önceden bu vazifesini hazırlamış ve ne yapacağını programlaştırmış olmalıdır. Aksi taktirde II. Meşrutiyet de birincisinin akıbetine uğrar” demektedir. Cebesoy, a.g.e., s. 114. Mustafa Kemal’i ittihat ve Terakki’den ayıran ikinci nokta da, İttihatçıların ileriye dönük bir yatırımlarının olmayışıdır. Paşa açıkça ve her yerde, “Meşrutiyet köhneleşmiş ve insicamını kaybetmiş olan Osmanlı imparatorluğunun gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmak, düşmanlarının yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine, ihtilal idaresi kendi başına bir Türk Devleti kurmalıdır” demektedir. Cebesoy, a.g.e., s. 114. Bu sözleri ile Mustafa Kemal Paşa’nın, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yıkılmak üzere bulunan Osmanlı İmparatorluğu içinden bağımsız ve iktisadi bakımdan kendi kendine yeterli bir Türk Devleti çıkartmak gayesinde olduğu sezilmektedir. Öte yandan Paşa, ordunun siyasetten çekilmesi, İttihat ve Terakki’nin hükümet mes’uliyetini üzerine alması gerektiği görüşündedir. Bütün bu unsurların halledilmemesi, Paşa’nın teşkilatta aradığını bulamamasına yol açmış, buna mukabil İttihatçılar da, Paşa’ya teşkilatta bir rolü yokmuş gibi bir tavır almışlardır.

18 Zürcher, a.g.e., s. 112.

19 Zürcher, a.g.e., s. 113.

20 Ertürk, a.g.e., s. 204.

21 Ertürk, a.g.e., s. 211.

22 Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya geçemeyen İstanbul’daki arkadaşları ile muhaberatını kurye aracılığıyla sürdürmüştür. İstanbul’dan Kara Vasıf Bey’den kurye ile gönderilen mektuplar, evvela Ali Fuad Paşa’ya gelmiş, bilahere onun tarafından Erzurum’a şifre ile bildirilmiştir. Garp’daki kumandanlara yapılacak tebligatlar da, yine Ali Fuad Paşa kanalıyla yürütülmüştür. Ali Fuad Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 116.

23 Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’da Milli Mücadele, Ankara, (T.T.K., C, I), 1955, s. 185; “İlk Türk Komitacısı Fuad Balkan’ın Hatıraları, Yakın Tarihimiz Dergisi, C. II, s. 296.

24 M. Şefik Aker, İstiklal Harbinde 57. Tümen ve Aydın Milli Cidali, İstanbul (Askeri Matbaa), 1937, s. 108. Ayrıca, o günlerde Türk kamuoyundaki İttihatçı düşmanlığı için bak. Aker, a.g.e., s. 59, 60; Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gibi, İzmir, (İhsan Gümüşayak Matbaası), 1955, s. 172; Celal Bayar, Ben de Yazdım, (Milli Mücadeleye Giriş), İstanbul, (Baha Matbaası, C. IV), 1968, s. 1910.

25 Jaeschke, a.g.e., s. 272.

26 Jaeschke, a.g.e., s. 274.

27 Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s. 138-139.

28 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, İstanbul, (M.E.B. Basımevi, C. I, 1919-1920, 14. Basım), 1982, s. 11.

29 Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi sona erdikten sonra, Sivas’a geçerek, orada Karakol Cemiyeti’nin ünlü isimlerinden Kara Vasıf Bey ile görüşmüştür. Karakol Cemiyeti’nin, Teşkilat-ı Umumiye Nizamnamesi ve Karakol Cemiyeti vezaif-i Umumiye Talimatnamesi adlı matbu bir takım evrakı bütün orduya, kumanda, zabit herkese dağıttığını haber alan Mustafa Kemal Paşa, “Herkesi idam ile tehdit ederek, meçhul bir merkeze, meçhul bir başkumandana, meçhul bir takım kumandanlara itaate mecbur kılmaya kalkışmak çok haternak idi. Filhakika derhal bütün ordu mensuplarında yekdiğerine karşı bir adem-i emniyet ve tevahhuş başladı. Mesela, herhangi bir kolordu kumandanının; benim kumanda etmekte olduğum kolordumun, acaba mektum ve hafi kumandanı kimdir? Bu gizli kumandan, acaba ne vakit ve nasıl kumandaya vaziyet edecek? ve acaba bana ne muamele yapacak? gibi bi-hakkın bir takım tevehhümata kapılması müstebat değildi” demektedir. Mustafa Kemal Paşa devamla, Kara Vasıf Bey’e, gizli merkezin, gizli başkumandanın ve gizli büyük erkan-ı harbiyenin kimler olduğunu sorduğunda, “… hepsi siz ve arkadaşlarınızdır” cevabını aldığını belirtmekte, fakat kendisine böyle bir tertip ve teşkilattan bahsedilmemiş olduğu için, bu cevabın asla makul ve mantıklı olamayacağını ifade etmektedir. Nutuk, C. I, s. 72-74; Hüsamettin Ertürk de, Mustafa Kemal Paşa ile Kara Vasıf Bey arasında geçen konuşmalara ilişkin şu bilgileri vermektedir: “Paşa, Vasıf Vey’e

— Kuzum, Vasıf demişti, bu gizli mücahidler kimlerdir ve nerededirler? Bahusus bütün gizli teşekküllerin başkumandanı kimdir?

— Miralay Kara Vasıf Bey, bütün bu gizli teşekkülleri anlatmağa başlayacağı sırada, Mustafa Kemal Paşa ona vakit bırakmadan devam etmişti:

— Sizlerin maksadı mülga İttihat ve Terakkiyi yeniden ihya etmektir. Bu suretle iktidarı yeniden ele geçirmek istiyorsunuz. Bunların farkındayım. Gizli başkumandanınız da Enver Paşa’dır. O zaman Erkan-ı Harp Miralayı Kara Vasıf;

— Hayır Paşam yanılıyorsunuz. Bizim başkumandanımız sizsiniz…

— Ben Mondros Mütarekesi üzerine İstanbul’a gelince kurulmuş olan bu Karakol Teşkilatının hedefini çok iyi öğrendim. Galip devletlerin nazarından İttihat ve Terakki’nin faaliyetlerini gizlemek için bulduğunuz usul budur. Yeniden iktidara gelmek, aklınızca yeniden gelişi güzle memleketi maceraya sürüklemek istiyorsunuz. Hepinizin hala Rusya’da olan başkumandan vekili Enver Paşa ile irtibatınız devam ediyor” Ertürk, a.g.e., s. 344-345.

30 Nutuk, C. I, s. 88.

31 Kansu, a.g.e., C. I, s. 218-219.

32 Kansu, a.g.e., C. I, s. 219.

33 Kansu, a.g.e., C. I, s. 219.

34 Sivas Kongresi sırasında İttihatçı olmadığına dair yemin etmeyen tek üye olan Mazhar Müfit Bey, kendisini şu açıdan mazur gördüğünü ifade etmektedir: “Ben şahsen bu yeminin: İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma dair olan1 fıkrasına muarızdım.. Çünkü vaktinde İttihat ve Terakkiye ve her fırsatta, her sahada onun menfaatine çalışacağıma yemin etmiştim. Bu andımdan nakul etmeye sebep görmüyor,

— Halihazır vaziyet ve bu vaziyetin icaplarım kavrıyorum. Elbette ki, mesaimizin hedefi, memleketi, milleti kurtarmak ve vatanı tam istiklaline kavuşturmak olacaktır. Böyle bir gaye uğrunda savaşırken, İttihat ve Terakki’yi ihya gayretini ayrıca sarfetmeyeceğimiz tabiidir. Bu anlayış ve takdir içinde bulunurken ayrıca bir tavzih yapmağa ve yemin etmeğe ne lüzum var? Diyordum. Bu fikir ve mütaleamda da gerçekten musir ve sabittim. Bunun içindir ki, arkadaşlarımın:

— Nihayet bu bir formaliteden ibarettir. Sürüden ayrılmak doğru olmaz,

Diyen ısrarlı tavsiyelerine rağmen, yemin etmemiştim ve kongrede bu hareketim tek istisnayı teşkil etmişti”. Kansu, a.g.e., C. I, s. 219—220.

35 Madde 3: Teşekkül eden kongremiz hiçbir Fırka-i Siyasiye ile alakadar olmamakla beraber çetecilikten nefret ve teşkilat-ı muntazam dahilinde Yunanlıları Anadolu’dan tard etmeğe azmetmiştir. Madde 4: Kongrenin maksat ve gayesi, istihlası vatandır. Her ne suretle olursa olsun siyasetle iştigali nefretle reddeder. Hacim Muhitin Çarıklı, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri ve Hacim Muhittin Çarıklı’nın Kuvay-ı Milliye Hatıraları (1919-1920), Ankara, (T.İ.T.E. Yayını), 1967; s. 112.

36 Nutuk, C. III, Ves. No: 97-a, s. 998 vd.

37 Nutuk, C. III, Ves. No: 97-b, s. 1000 vd.

38 T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C. 1., s. 20.

39 Nutuk, C. 11,. Ves. No: 144., s. 1085 vd.

40 T.T.D., C. 1., Sayı 3, s. 95.

41 Atase, Türk İstiklal Harbi Arşivi, K1: 322, Dos. No: 57-A-3, Fih: 56.

42 Atase, Atatürk Özel Arşivi, K1: 11, Dos. No: 1335/27-1-A, Fih: 1/14.

43 Madde: 1- İttihatçılığın, İttihat ve Terakki fikrinin memlekette tekrar uyanması, hatta bazı belirtilerin görülmesi siyasi açıdan çok zararlıdır. Çünkü bütün İtilaf devletleri ile müslüman olmayan uyruk, bu görüş ve bu düşünceye karşıdırlar ve bunun vatan için felakete yol açacağını ve Sulh Konferansına kötü etki yapacağını İtilaf Devletleri temsilcileri dilbirliği ile belirtmektedirler. Çevre ve zaman kötü yorumlanmaya ve kötü anlaşılmaya çok elverişli olduğundan en ufak bir hareket ve durumdan bile kaçınmak gerektir. Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı, 3., s. 12.

44 Y.T.D., C. 1. Sayı, 4., s. 127

Reklam (#YSR)