JAPON AMİRALİN KURTARDIĞI TÜRK ESİRLER 

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti birçok cephede savaşmaktaydı. 

Rus Çarlığı, kuzeydoğuda Kafkasya ve kuzeybatıda Galiçya hattında Türklerle savaşmaktaydı. Onlarca büyük ve yüzlerce küçük çatışma olmaktaydı. Sarıkamış dahil onbinlere varan şehit vermekteydik. 

Yokluk, erzak eksikliği, kış şartları ve hastalık düşmana ek olarak yaşanan zorlukların başındaydı. 

Bu zaman zarfında, savaştığımız tüm cephelerde yaralı ve sağ olarak yaklaşık 65.000 askerimiz Ruslara esir düştü. 

15.000 askerimiz Ermeniler ve Rus Kozakları tarafından şehit edilmişti. Ruslar esir aldıkları Türk askerlerinin sadece 50 binini  Hazar Denizi’ndeki Nargin Adasına başta olmak üzere  Sibirya’daki Krasnoyarsk şehrine kadar oldukça geniş bir coğrafyada dağınık olarak esir kamplarına yerleştirmişlerdi. [1] 

Geriye kalan askerlerimizin yarısı ise açlık, soğuk, hastalık ve barınma kötülüğü nedeniyle şehit olmuştu.

Hazar Denizinin ortasında ıssız bir cezaevi görünümünde olan Rus çarlığı denetiminde olan Nargin Adasında ki esir askerlerimize Azerbaycanlı Türk kardeşleri sık sık yardım ediyordu. Köm Eyleme Bulutları (Yardım etme Bulutları) adlı yapının üyeleri ve ahali gecenin karanlığında adaya kayıklarla yaklaşan Azerbaycanlılar kâh adadan esir kaçırıyor kâh erzak veya ihtiyaç yardımda bulunuyordu. 

Rus askerleri hangi tedbiri alırsa alsın bir türlü baş edemiyordu.

Bunun üzerine Rus ordusu, adada ki tüm esirleri Sibirya’nın derinliklerine sürme kararı aldı. Trenlere doldurulan binlerce Türk askeri insan istifi şeklinde vagonlara doldurulup soğuk ve acımasız steplerde çile yolculuğuna devam etti. Tren gittiği yol boyunca, askerlerimiz orta asya’nın diğer Türk boyları tarafından güçleri yettiği kadar yardım görüyordu. 

1917 bolşevik devrimi, Rus çarlığını sonlandırmakla beraber coğrafya da ciddi bir otorite boşluğunu da yaratmıştı. İktidarı ele geçiren kızıllar ile Çar yanlısı beyazlar arasında iç savaş çıkmış ve Rusya Birinci Dünya Savaşından çekilmişti. 

1904 yılında Rusya ile savaşıp kazanan Japonya bu karışıklığı fırsat bilerek 1918 yılının Nisan ayında Viladivostok’a asker çıkarmış ve Trans-Sibirya demiryolu hattı boyunca Baykal Gölüne kadar olan bölgeye ilerlemişti. [2] 

Bolşevikler ise Çar yanlısı olan Amiral Kolçak kuvvetlerine karşı üstünlük kurmaya başlamıştı. Bu nedenle esirler, Kızıllar ile işbirliği yapma ihtimallerine karşı Sibirya’da bulunan Kolçak denetimindeki kamplardan Viladivostok ve Novinikolskussuriysk şehirlerine doğru sevk edilmeye başlanmıştı. Böylece Kolçak Hükümeti esirlerin iaşesinden de kurtulacaktı.[3] 

Kolçakların kesin yenilgisi sonucunda Japonya 4-6 Nisan 1920’de Viladivostok bölgesini tamamen kontrol altına aldı. Ve doğal netice olarak o bölgede esir tutulan Türklerin kontrolü Japonya’ya geçmişti. Bu sırada diğer bölgelerde tutulan Türk esirlerinin bölgeye sevki de devam etmekteydi.[4]

30 Ekim 1918 Mondros mütarekesini imzalayarak Birinci Dünya Savaşından mağlup çıkan Osmanlı Hükümeti, Rus coğrafyası ve diğer milletlerin elinde tutulan esir askerleri için ciddi adımlar atamıyordu.  

İzmir’in Yunan işgaliyle beraber Anadolu toprakları büyük ölçüde düşman işgaline uğramıştı. 

Osmanlı Devleti ise bu gelişmeler yaşanırken Mondros Mütarekesini imzalamış, kendi iç meseleleri ile uğraşmaya başlamıştı. İstanbul, İtilaf devletleri donanması tarafından işgal edilmiş, Yunanlılar İzmir’e asker çıkarmış ve Anadolu’nun hemen her yerinde işgalci güçler ile Türk halkı arasında çatışmalar başlamıştı.

Osmanlı Devletinin esir askerleri için ilk ciddi adımı İstanbul’da ki İngiliz Fevkalede Komiserliğine başvurusu olmuştu. [5]

İngiltere bu başvuruyu 1919 yılının sonlarında cevaplayarak Mavera’yı Baykal (Baykal Gölü) da tutulan Türk Esirlerin sevk işinin Japon hükümeti tarafından üstlendiğini ve Hint Okyanusu üzerinden İstanbul’a yapılacak seferin masrafları Türk hükümeti tarafından karşılanacağını, Viladivostok’ta toplanan Türk esirleri Japon vapur şirketi Katsuva ile yapılan anlaşma neticesinde tahsis edilen bir vapurla, Ağustos veya Eylül ayında İstanbul’a ulaştırılacağını bildirmiştir.

Osmanlı Hükümeti İstanbul’a yapılacak olan bu esir sevki için gereken masrafa olan 240.000 lirayı Japonya hükümetine havale etmesi için İngiliz Fevkalede Komiserliğinin Osmanlı Bankasında ki hesabına yatırarak, Japon Hükümetine havalesini istemiştir. [6]

Bu çabaya ve yazıya Osmanlı Devleti ne cevap alabilmiş ne de Ağustos ve Eylül ayı geçmesine rağmen askeri sevk gerçekleşmişti. 

İngiltere, kazanmış devlet kibriyle paraya dokunmamış lakin havale de etmemişti. Zaman kazanarak askeri esir durumunu kendi lehine çevirmek istiyordu.[7] İngiltere’nin bu alçak tavrında Anadolu başlayan Milli Mücadelenin payı oldukça büyüktü. 

1 Kasım 1919’da Maraş İngilizlerce işgal edilmiş ve 11 Aralık 1919 tarihli İngiliz Yüksek Komiseri J.E. Robeck’in raporunda Mustafa Kemal başlıca düşman ilan edilerek açık hedef haline getirilmişti. İngiltere, Rusya’da ki esirlerin Türkiye’ye dönmelerini Anadolu’da işgallere başlayan İtilaf Devletlerine dolayısıyla kendilerine karşı tehdit olarak görüyor, bu yüzden de oyalama ve erteleme taktiği uygulamaya koyuyordu.

İngiltere’nin tavrı Viladivostok’taki esir tutulan Türklerinin bir yıl daha merak ve ıstırap içinde bekleyişine sebep olacaktı.

Esir Türkler kendilerini almaya gelecek geminin geleceği günü iple çekiyor ve bu gecikmenin İngiltere kaynaklı olduğunu biliyorlardı.

O dönem esir tutulan Halil Ataman İngiliz politikacı Lloyd George için şu cümleleri sarf ederek: “Londra’daki alçak mahkemenin pis reisi Türk esirlerin memleketlerine dönmelerine müsaade etmiyor. Britanya çetesinin baş komitacısı namussuz herif, bir kısmım ihtiyar, zayıf, biçare ve hasta birkaç Türk’ten korkmuş olmalı ki bu haksız kararı basıyor ve yollanmamıza mani oluyor. [8]

Dönem esirlerinden Halil Ataman

 

İngiltere parayı gönderme kararı aldıktan sonra 1921 senesinin şubat ayında Japon askeri yetkililer Türk askerleri sevk için Heymeymoro (Parlak Barış) isimli vapuru Viladivostok limanına gönderdiler.

Heymeymoro vapuru, 6.000 tonajlı 1914 yapımıydı ve 1030 kişi alacak kapasitedeydi. 1018 askeri esir ve 12 kişi ise orada evlenenlerin eşlerinden oluşmaktaydı. Ayrıca kaçak olarak bazı Türk tatar gençleride gemiye binmişti. [9]

 

Viladivostok’tan yola çıkmak için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Geminin ambarı ranza tertibatı şeklinde yapılmış. Ranzalar 65 cm aralarla üç kat olarak kurulmuş, yatak olarak içi otla doldurulmuş bir çuval konulmuştu. Bir kişilik torba da yastık olarak kullanılmak üzere verilmiş, ince bir battaniye de esirlere üstlerini örtmesi için yataklara bırakılmıştı. Türk esirler aşılanmış, onlara refakat edecek Japon askerler de gelmişti.[10]

Japon askeri komuta yetkilileri, Türk esirlere emir komuta zincirinin Japon askerlerinde olduğunu ve buna itaat etmelerine dair yemin etmeleri gerektiğini bildiren bir tezkere yayınlayıp yemin ettirmişlerdi. 

Askeri disiplini ile tüm dünyaya nam salmış Türk Ordu mensuplarına bu şekilde bir yemin ettirilmesini  Halil Ataman  şöyle değerlendirmişti. “Ne yapsın Japonlar, efendileri Londra’daki şeytan yuvası, Japonlara böyle telkin etmiş olacak”  

Türk esirler kol düzeninde ilerlerken geçtikleri her yeri selamlamışlardı. Türk bayrağı çekilen gemiye büyük bir disiplin ile binen askerlerimizi toplanan ahali büyük bir hayranlıkla izlemekteydi. 

Toplnan  Türk-Tatar Müslümanlar  “Anavatan’a bizden selam götürün” diye bağrışmakta ve  “Selamet! Selamet!” sesleri ile yolcu etmekteydiler. Heymeymoro 23 Şubat 1921’de Viladivostok limanından hareket etti.[11]

Heymeymoro vapurunun kaptanı Yarbay Tsumura Çomora’nın yanı sıra kaptan köşkünde bir Japon Yüzbaşı ve bir de doktor binbaşı bulunuyordu.

Yarbay Tsumara Çomaro

Yolculuğun planı Viladivostok’tan İstanbul’a kadar 45 günde bitirilmesi şeklindeydi. Vapur, hiçbir limana uğramadan Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz’e çıkacak ve doğrudan İstanbul’a gidecek şeklinde rotalanmıştı. Tek mola durağı olarak Seylan Adası’nın Kolombo limanından durularak su ve yiyecek tedarik edilecekti. Günlük iaşe olarak 50 gr. ekmek ve ölmeyecek kadar pirinç lapası bazen de ince bir dilim balık ve çay verilecekti. Bu şekilde 20.000 km’den fazla yol gidilecekti.[12]

Gemi Ege denizine yaklaşmıştı lakin aynı anda Yunanlılar, Anadolu’da I. İnönü (10 Ocak 1921) ve II. İnönü Muharebelerinde (23 Mart 1921) Türk Ordusu’ndan ağır yenilgi almışlardı.

Yunanlılar aldıkları bu hezimetleri kamuoyunda unutturmak için bu Japon gemisinde ki esirlere el koymak istedi. Pek çoğu 5-6 yıllık ağır bir esaretten çıkan yorgun ve çoğu hasta Türk esirlerini sanki Anadolu’daki İnönü muharebelerinden alınmış gibi Yunan kamuoyunda “Türklerden bir gemi dolusu esir aldık” propagandası yapmayı hedefliyordu. Bunu gerçekleştirmek pahasına uluslararası antlaşmaların çizdiği sınırları çiğnemek hiç önemli değildi.14 

Yunanlılar her zaman ki şımarıklıklarında sırtlarını dayadıkları İngilizlere çok güvenmekteydiler. Bu konu Halil Ataman’ın anılarında şöyle geçmektedir. “Lloyd George:  Ben bu konuda çekimserim. Çünkü Yunanlılar haklıdır ve Yunanlılar Anadolu’da üstün kuvvet karşısındadır. Yine bunun içindir ki Yunanlılar bu işten yerden göğe kadar haklıdırlar.” sözleriyle bu iddia kanıtlanır niteliktedir.15

Heymeymoro vapuru Midilli Adası önlerinde iken Yunan Hükümetini temsilen iki subay ve bir sivil vapura binerek Türk askerlerinin kendilerine verilmesini talep edeceklerdi. 

Esir Türk askerlerinin kaderi Japon kaptanın elindeydi. Japon Yarbay ya Yunanlılara boyun eğip askerlerimizi teslim edecekti ya da direnip emrini tamamlayacaktı. 

Japon Yarbay Tsumuro “Hükümetimden, bu yolcuların hepsini İtilaf Devletleri işgali altındaki İstanbul’daki Türk hükümetine teslim etmek emri aldım. Elimde bütün devletlerce kabul edilmiş ve imzalanmış bir de protokol var ve bu sebeple size bunları esir veremem.17″  diyerek tereddüt dahi etmeden Türk esirleri Yunanlılara vermeyi ret edecekti. [16]

Birkaç gün sonra ikinci bir heyet gelerek aynı taleplerde bulunsalar da Japon Yarbay askerlerimizi vermeyi kesinlikle ret edecekti. Japon elçiliği araya sokulsa da Japon Yarbay kararından vazgeçmez.18 

Türk esirler ise meraklı ve endişeli şekilde olayları takip ederken, kısıtlı imkânlara ve ağır gemi şartlarına katlanmak zorundadırlar.

Yapılan görüşmeler sonuç vermemiştir. Yunanlılar gemiye hareket izni vermemekte, Japon Yarbay da Türk esirleri Yunan Hükümetine teslim etmemekte kararlıdır.

13 Nisan 1921 tarihinde geminin Midilli’den Pire limanına çektirilmesi uygun görülmüştür. Böylece Türk esirleri için ikinci esaret dönemi başlamıştır. Bu uluslararası skandalı çözmek için de diplomatik faaliyetler başlamıştır. Yunan hükümetine vapurdaki esirlere muharip unsur olarak bakmanın yanlış olduğunu belirten 14 Nisan 1921 tarihli telgrafla uyaran Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı’na, 17 Nisan 1921’de cevap veren Yunan Başbakanı Gunaris esirlerin İstanbul’a nakli konusunda Japon Hükümeti ile müzakerelerin devam ettiğini belirterek kaçamak ifadeler kullanmıştı.19

Pire limanında da Yunan Hükümeti esirlerin kendilerine iadesini talep ederler. İki küçük rütbeli subaydan oluşan bir heyet, Japon Yarbay Çomora’ya gelir ve esirlerin teslim edilmesini isterler. Yarbay Çomora askeri görgü kuralları gereği “ Benimle konuşacak zatın benim rütbemde bir asker olması lazım” diyerek gemiden kovar. Daha sonra gemiye bir yarbay ve bir binbaşıdan oluşan başka bir heyet gelir, kaptan onlara da: “Bu vapur Japon vapuru ben de bir Japon askeriyim. Hükümetimden aldığım emir gereği Kızılhaç Örgütü’nün izin ve İtilaf Devletlerinin onayı üzerine bu esirleri İstanbul’a götürüp Türk makamlarına teslim etmekle görevliyim. Aynı zamanda bir asker olduğum için bu görevi yerine getirmeye mecburum. Yok, Yunan hükümeti derse ki bu esirleri sizden alırız; o takdirde önce bizleri sonra da esirleri alırsınız.”

Japon gemisi ve mürettebatını esir almanın uluslararası yeni bir krize yol açacağını bilen Yunan Hükümeti böyle bir şeye cesaret edemese de gayri insani yollara başvurmaktan çekinmez. Yunanlılar, hem Türkleri hem Japonları yıldırmak için gemiye erzak vermezler. Ne var ki ne Türklerde ne de Japonlarda yılgınlıktan eser vardır.20 Yarbay Çomora “Çok ümitliyim Yunanlılar sizleri elimizden kolay kolay alamayacaklardır” diye ümit tazelemektedir. Türk esirlerin Japon Yarbay’a güvenleri tamdır. Ataman; “…umudumu kırmıyorum, Japonlar ayak direyecek ve bizleri Yunanlılara vermeyecekler” diyerek Yarbay Çomora’ya güvenlerini belirtmektedir.21 Bu kuvvetli ruh halinin, her geçen gün biraz daha ağırlaşan gemi şartlarında ne kadar daha süreceği belirsizdi.

Pire’de Türk esirlerin zorla tutulmasının üzerinden 5 ay geçmişti. Yapılan müzakereler çıkmaza girmişti. Japonlar Türkiye’ye götürmek üzere aldıkları esirleri İstanbul’a ulaştırmak için direnç gösterirken, Yunanlılar Heymeymoro vapurunun Pire’den ayrılmasına izin vermiyordu. Japonlar bu sıkıntılı sürece ve ağır gemi şartlarına dayanamamış, geminin ikinci kaptanı da dâhil çoğu hastalanıp Yunan hastanelerine kaldırılmıştı. Türk esirleri ise şükürler olsun Allah’a, bizden ne hasta var ne ölen. Maşallah biz çelikleşmiş adamlarız. Neden olmayalım ki, kaderin fırlatıp attığı bizler feleğin öyle işkence tenceresinde piştik ki öyle olur olmaz zor bizleri alt edemez yere vuramaz…” diyorlardı.22

Günler peşi sıra geçmekte, geçen her gün Türk esirlerinin ümitlerini biraz daha azaltmaktaydı. Heymeymoro gemisindeki çileli günlerin sonu gelmezken Türk esirleri hayatta kalma savaşı veriyordu. Ataman her gün mücadele ettikleri düşmanları “gıdasızlık, havasızlık, hareketsizlik ve ışıksızlık… Yurt acısı ve hasreti, ruhi sıkıntı ve ıstırap, yeis ve her türlü mahrumiyet… Düşünün bir şilep, onun ambarına arıların kovanından daha sıkışık bir şekilde 1030 kişi istif edilmiş bir haldeyiz şeklinde açıklıyordu.23 

Bu aşırı kalabalık gemi ambarında yaşamak zorunda kalınmış olunmasının, “yakındakinden nefret” olarak bilinen bir durumu yaratması gayet mümkündür. Aynı kişilerle sürekli içi içe kalmaktan kaynaklanan tiksinti, düşmanlık somurtkanlık ve yorgunluk duygusuna sebep olan bu durum esirler arasında ciddi bir olaya yol açmasa da esirleri somurtkan, bunalımlı ve donuk biri olup çıkardı.24

Tüm bu olumsuzluklarla ve yokluklarla geçen zaman içinde, yüzbaşılıktan binbaşılığa terfi eden geminin Japon doktorunun davranış şekli ve yanlış tedavisi yüzünden, Türk esirleri en çok ihtiyaç duydukları zamanda sağlık hizmetinden de mahrum kalmışlardı.

Heymeymoro gemisindeki esirlerden İhtiyat subayı Âdem Tahir Bey’in Hilal-i Ahmer (Kızılay) ’e yazdığı 22 Eylül 1921 tarihli mektupta, Japon doktordan açıkça şikâyet ediyordu. Sterilize etmediği bir pens ve neşter yüzünden parmağında küçük bir çıban çıkan askerin elinin kesilmiş, küçük bir kesikten bir yüzbaşının ayağı yara olmuştu. Zaten kendisi de uzun yıllar sıhhiye dairesinde çalıştığı için pratik bilgisinin biraz (!) zayıf olduğunu esirlere itiraf etmekten çekinmiyordu.

Belki de tüm bunlardan daha kötü olanı doktorluk ve askerlik ahlakına sığmayacak şekilde doktor binbaşının kendilerine her fırsatta hakaret etmesiydi.25 Yarbay Çomora, Türk esirler için haysiyet mücadelesi verirken geminin doktoru olan Japon binbaşının neden böyle davrandığı meçhuldür.

Pire’de bu kötü şartlar içinde tutulan Türk esirleri Kütahya-Eskişehir ve Sakarya Savaşları için gemilerle gönderilen Yunan askerlerinin hakaret ve taşkınlıklarına şahit olurlar. Vatanlarını korumak için yıllarca savaşan, altı yıllık esaret hayatına katlanan ve memleketlerine kavuşacakları günü Heymeymoro gemisinde bekleyen bu insanlar, vatanlarını kirletmeye götürülen bu haçlı güruhunu izlemek zorundaydılar. Anadolu’ya gönderilen Yunan askerlerinin “Gommoti! Gommoti!” diye bağırmaları ve Kemal’i yakalamaya diye çığlık atmaları Türk esirlerini kahretmişse de elleri değnekli, kafaları elleri sarılı ve sedyede yatanların sessizce gelmeleri de o kadar sevindirmişti. Bu sayede Anadolu’da işlerin iyi gittiğini anlıyorlar ve bir nebze de olsa mutlu oluyorlardı.26

Japon Yarbay Çomora’nın dirayetli duruşu sayesinde Türk esirlerini alamayacaklarını anlayan Yunanlılar yalan haberler çıkararak Heymeymora’daki esirler arasında bulaşıcı hastalık çıktığını iddia ettiler. Gazetelerde üç günde bir yayınlanan haberlerde: “Limandaki Japon vapurunda bulunan Türk esirleri arasında sâri hastalık çıkmıştır, dün iki hasta ölüm halinde hastaneye kaldırılmıştır. Bunu haber alan hükümet bu esirleri karantina merkezlerine tahliye etmek için hazırlık yapmaktadır.” diye propaganda yapan Yunan hükümeti karantina merkezine sevk ediyorum bahanesi esirleri tahliye etmeyi umduğu açıktır. Haber aynı gün Türk esirleri ve Japon Yarbay Çomora tarafından tekzip ettirildi. Yarbay Çomora ertesi gün Yunan hükümetine ağır bir de yazı yazmıştır.

Türk esirleri, Milletler Cemiyetine başvuruda bulunarak Heymeymoro’yu incelemek üzere bir sağlık heyetinin gemiye gönderilmesini sağlarlar. 1 Ağustos 1921’de incelemelere başlayan heyet üyeleri, gördükleri manzara karşısında şaşkına döner ve üzüntülerini gizleyemezler. Muayeneler sonucunda malul sayılan 395 kişi, 6 Ağustos 1921’de daha önceden büyük baş hayvan taşımak için kullanılan Olympos vapuru27 ile İstanbul’a gönderildiler. Bu arada sağlıklı olan ve iyi derecede Rumca bilen Çarkçı Yüzbaşı Mehmet, kardeşi Teğmen Ruşen ve İzmirli Ferit Bey gemiye kaçak yollarla binmeyi başarmışlardı.28 Heymeymoro yolcularının büyük bir kısmı İstanbul’a gönderilmiş olsa da, gemi esareti iyice çekilmez bir hal almaya başlamıştı.

Âdem Tahir Bey yaşadıkları şartları şöyle anlatıyordu: “…tahammülün, sabrın fevkinde bir hal bizi eziyor. Havalar soğudu, ambarlarda çeşitli haşerat. Pire, tahtakurusu, fare, sivrisinekler bizi güvertede yatmaya mecbur ediyor. Kırlangıçlar, ağustos böcekleri bile gemi ambarında uçuşuyorlar. On güne bir verilen kömür zabitanı emanet ettikleri ambara dolduruluyor. Artık çıkan tozun yatak ve sandıkları ne hale koyduğunu düşününüz. Velhasıl hiçbir dakika rahat ve huzur yoktur. Tüm bunlara bir de ailelerimizin ne halde olduğunu düşünmek bizlerin hakkında bir fikir verir.”29

Esirlerin bu çileli hayatı yaklaşık iki ay daha devam ettikten sonra taraflar arasında anlaşma sağlanarak 13 Nisan 1921’den beri Pire’de tutulan Türk esirlerinin tarafsız bir ülke arazisine yollanmasına karar verildi. Varılan anlaşmaya göre sevk, iskân ve iaşe masraflarını Osmanlı Devleti karşılayacak, Türk kafilesi Türk- Yunan Harbi sonuna kadar İtalya’nın Asinara Adasında30 misafir edilecekti.31

Heymeymoro ve taşıdığı 620 Türk esiri 13 Ekim 1921’de Pire’den ayrılarak 17 Ekim 1921 tarihinde Sardunya Adası’nın Porto Torrres limanına vardılar. Osmanlı Devleti’nin Roma Büyükelçisinin esirleri karşılamaya gelmemesi ve bu iş için Sefaret başkâtibi Manyaszade Feridun ile Kudret beyleri görevlendirmesi Osmanlı Devleti’nin bu meseleyi ne derece sahiplendiğini gösteriyordu. Feridun Bey, Heymeymoro’ya çıkarak esirlere İtalyan Hükümetinin kendilerini hastalıklı olarak kabul ettikleri için İtalyan halkının aralarına almak istemediğini bu yüzden ertesi sabah Asinara Adası’na çıkacaklarını söylemesi ve ertesi gün Asinara Adasında tekrar ortaya çıkması gazileri şok edecekti. Halil Ataman ve arkadaşları Feridun Bey’in hoşgeldiniz bile demeden bu şekilde konuşmasını gayet yakışıksız buldular. Oysa Japonya’nın Roma Askeri Ataşesi bizzat Asinara Adasına gelerek Türklere ne kadar değer verdiğini gösterecekti.

18 Ekim sabahı Asinara Adası’na varan Türk esirleri derme çatma bir iskeleden karaya çıkarlar. Viladivostok’tan beri esir Türk gazilerinin kaptanlıklarını yapan, onları Yunanlılara teslim etmeyen Yarbay Çomora kader arkadaşlarına hüzünlü bir veda konuşması yaptı:

“Arkadaşlar sizi, siz Türkleri tanımış olmak benim için hayatım boyunca taşıyacağım çok canlı ve daima yaşayan bir şeref ve iftihar vesilesi olacaktır. Siz Türkleri tanımış olma fırsatına nail olduğum için çok bahtiyarım. Sizlerde çok üstün bir seciye (ahlak) ve karakter, aynı zamanda fazilet gördüm. Bu söylediklerim bilmüşahade (gözlemlerime dayanarak) duygularımın kendisidir. İşte bu görüşüm bana şu gerçekleri söyletiyor: Sizler insanlığın öğüneceği bir üstün insansınız. Bütün iyi ve en iyi vasıflar sizdedir. Sizle büyük şayanı hürmet bir milletin çocukları olduğunuzu fiilen ispat ettiniz. Bu gerçeğin yegâne şahidi benim. Sizlerle geçirdiğim tam sekiz aylık mazi, bana çok kıymetli hayati mevzular öğretti. Şimdi burada sizleri müjdelemek değil, olanı ve yarınlarda olacağı söylemek istiyorum: Yaşamak, var olmak sizin ve siz ayardakilerin hakkıdır. En şayanı hürmet, kendine inanılır, güvenilir, en yüksek ahlaka sahip, yaşamaya en çok layık olan bir milletsiziniz. Ve bugün memleketinizin giriştiği mücadele, zaferle sona erecektir. Çünkü var olmak ve yaşamak isteyen sizsiniz; Türk milletidir. Yakından gördüğüm kaypak ve kahpe milletler size dem vuramaz. Parlak yarınlar sizindir. Sizler sevdiğiniz vatanınıza götüremediğim için çok üzgünüm ve müteessirim. Çünkü sizleri bu ıssız, insansız, vahşi ve kötü görünüşlü bir yere indirdik. Umarım inşallah, bu yerden de kurtulursunuz. Şimdi en iyi dileklerimle hepinizi selamlarım.”33

Sekiz buçuk ay süren yiyecek-içecek sıkıntısına ve hastalıklara gemisinin başında Türk esirleri ile birlikte dayanan Yarbay Çomora’nın, Türk esirlerine hitaben söylediği yukarıdaki sözleri klasik bir veda konuşması şeklinde değerlendirilmemelidir. Yarbay Çomora bir tarafta Yunan Hükümeti’nin haksız uygulamasını görmüş diğer taraftan da hiçbir zorlama ve imkânsızlığa boyun eğmeyen Türk esirlerinin sabrına şahit olmuştur. Dolayısıyla bu sözler yaklaşık bir yıl boyunca olayların merkezinde olan bir askerin görüşleridir.

Yarbay Çomora bu konuşmadan sonra tüm esirlerin ellerini teker teker samimi bir şekilde sıkarken gözyaşlarını tutamamıştı. Türk esirler kumlar üzerindeki ağırlıklarını sırtlarken, onları sekiz buçuk ay misafir eden Heymeymoro gemisi ıssızlığı yararak denizleri titreten sesiyle yolcularını selamlıyordu.

Yarbay Çomora, mert bir askere yakışan şekilde aldığı görevi yerine getirmek için üstün fedakârlık ve başarı göstermiş, İstanbul’a götürmek üzere kendisine emanet edilen Türk esirlerini Yunanistan’a teslim etmemiş, tüm ısrarlara şiddetle karşılık vererek ve adı konulmayan gönül bağının temellerini atmıştır. Yarbay Çomora, Yunanlılara diplomatik bir ders vermiş ve mümkün olan seçenekleri zorlayarak esirlerden bir kısmı İstanbul’a ulaştırılmasını sağlamış, diğer bir kısmına da İstiklal Harbi’nin sonuna kadar tutulacakları Asinara Adasına götürmüştür. Heymeymoro gemisinin Pire önlerinde alıkonulduğu ilk günden itibaren Yunanlıların haksız talep ve dayatmalarına karşı onur ve haysiyet mücadelesi veren Yarbay Çomora, 1030 Türkün hayatını kurtarmıştır.

Onun üstün çabası olmasaydı esirlerimiz ya Yunan esir kamplarında şehit olur ya da milleti tespit edilemeyen bir geminin torpili ile denizin derinliklerinde kaybolurlardı.

Yarbay Çomora’nın bağlı olduğu Japon Devleti’nden emir almadan ve devletinin desteğini hissetmeden böyle direnmesi şüphesiz beklenemez. Bu insani yardım faaliyetini Japonlar büyük bir görev bilinci ile esirlerimize sahip çıkarak geçmişte olduğu gibi Türk-Japon dostluğunun en güzel örneğini sunmuşlardı. Dönemin süper güçleri tarafından Anadolu’nun parsel parsel paylaşıldığı tarihlerde Uzak Doğu’nun süper güç adayı Japonya, ordumuzun Sakarya Nehri’nin kıyılarına çekildiği Kurtuluş Savaşı’nın en karanlık günlerinde, esirlerimizin İstanbul’a ulaşması bir nebze olsun sevinç kaynağı olmuştur. Tıpkı Ertuğrul Faciasından kurtulanları İstanbul’a götürdükleri gibi…

Asinara Adası’na yerleşen Türk esirlerine gelince… Sibirya’nın soğuğunda esir kamplarında açlık ve her türlü sefaletin içinde ölüm kalım savaşı veren Türk esirlerini Asinara Adasında da sıcak, susuzluk, hastalık ve kötü yaşam şartları bekliyordu. İtalyanların ağır suçlular için sürgün ve salgın hastalıklar için de karantina merkezi olarak kullandıkları bu adada yetişen sebze, meyve et ve süt ürünleri ülkeye sokulmuyordu. Denizde köpek balıkları, karada ise zehirli yılanlarla kuşatılan esir gazilerimiz buraya sekiz ay kadar katlanmak zorundaydılar. Ne yazık ki bazıları vatan toprağının kokusunu alacak kadar memlekete yaklaşmalarına rağmen yılan sokması ve hastalık yüzünden Asinara Adasında şahadet şerbetini içmiş, adaya defnedilmiştir. Nihayet Milletler Cemiyet ve Türk Kızılay’ının çalışmalarıyla 19 Haziran 1922 tarihinde Ümit Vapuru ile İstanbul’a doğru yola çıktılar. 25 Haziran 1922’de yedi buçuk yıllık esaret hayatı bitmiş, sırada fazlası ile özgürlüğü anavatanda kucaklamak kalmıştı.

 

DİPNOTLAR:

1 Rusya tarafından esir alınmış Türk askerlerinin sayıları ile ilgi ayrıntılı bilgi için Bknz.Cemil Kutlu, 1.Dünya Savaşı’nda Rusya’daki Türk Esirleri ve Bunların Yurda Döndürülme Faaliyetleri ( Yayınlanmamış Doktora Tezi) Erzurum,1993. Cemalettin Taşkıran, Ana Ben Ölmedim, İstanbul, 2001.

2 Edwart Hallet Carr, Sovyet Rusya Tarihi, Bolşevik Devrimi, 1, 1917-1923 Çev. Orhan Suda, İstanbul: Metşs Yayınları,1989, s.242.

3 Halil Ataman, Esaret Yılları ( Yay. Hz. Ferhat Ecer) İstanbul,1990,165.

4 Cemil Kutlu, “Vladivostok’tan Asinara Hattında 1030 Türk” Türk Dünyası Araştırmaları 128(1997)s.212.

5 Age. 213 Osmanlı Devleti, esirlerin sevki müracaat ettiği bir diğer kurumda Uluslararası Kızılhaç Teşkilatı’dır. Bknz:Serpil Sürmeli, “Vladivostok’tan Asinara Adası’na Türk Esirler” Atatürk Araştırmaları Dergisi, cilt:4, sayı:3,2005,s.3.

6 Serpil Sürmeli, “Vladivostok’tan Asinara Adası’na Türk Esirler, 3.

7 Cemil Turan, Vladivostok’tan Asinara Hattında 1030 Türk,4.

8 Halil Ataman, Esaret Yılları, 220.

9 Halil Ataman, Esaret Yılları, 226.

10 Cemalettin Taşkıran, Ana Ben Ölmedim,231.

11 Halil Ataman, Esaret Yılları,226.

12 Cemalettin Taşkıran, Ana Ben Ölmedim,231.

13 Halil Ataman s. 251. Serpil Sürmeli “Vladivostok’tan Asinara Adası’na Türk Esirler, 6

14 Cemil Kutlu, Vladivostok’tan Asinara Hattında 1030 Türk,218

15 Halil Ataman, Esaret Yılları, 263

16 Cemil Kutlu, Vladivostok’tan Asinara Hattında 1030 Türk,218.

17 Halil Ataman, Esaret Yılları, 252

18 Cemalettin Taşkıran, Ana Ben Ölmedim,232.

19 Cemil Kutlu, Vladivostok’tan Asinara Hattında 1030 Türk ,218.

20 Cemalettin Taşkıran, Ana Ben Ölmedim,232.

21 Halil Ataman, Esaret Yılları.256.

22 A.g.e s.264.

23 A.g.e s.265.

24 Yücel Yanıkdağ, Millete Deva Olmak, Tarih Vakfı Yayınları,2014, s.32.

25 Türk Kızılay Arşivi, K.570 B.234.

26 Halil Ataman, Esaret Yılları, 257. Cemil Kutlu, Vladivostok’tan Asinara Hattında 1030 Türk,219.

27 Esirlerin içini temizleyerek yerleştikleri bu vapur hakkında Halil Ataman şu ifadeleri kullanmaktadır: “ Bu küçük demir tekne… Suyun içinde oynayıp duruyor… Büyük baş hayvan taşımaya tahsis edilmiş, devamlı bu iş için kullanıldığından her tarafı; duvarları bile hayvan pisliği ile dolu. Melun Yunan gâvuru, sağlam bir vapur verecek değil ya, elbet elimde bu var diyecek. Bereket versin ortalık yaz günü, herkes sıkışık da olsa güvertede açıkta ayakta gidebilir. Halil Ataman, Esaret Yılları.268.

28 Halil Ataman, Esaret Yılları, 269.

29 Türk Kızılay Arşivi, K.570 B.234.

30 Sardunya Adası’nın kuzeybatısında ve Korsika Adası’nın güneybatısında yer alan adanın en geniş yeri 20 km. dir, hiçbir su kaynağı olmamakla birlikte bitki örtüsü makiliktir.

31 Cemil Kutlu, Vladivostok’tan Asinara Hattında 1030 Türk,220.

32 Halil Ataman, Esaret Yılları, 222.

33 Halil Ataman, Esaret Yılları,281-282.

KAYNAKÇA

https://dzkk.tsk.tr/icerik.php?icerik_id=409&dil=1

ATAMAN Halil. Esaret Yılları ( Yay. Hz. Ferhat Ecer) İstanbul,1990.

CARR Edward Hallet. Sovyet Rusya Tarihi, Bolşevik Devrimi, 1, 1917-1923 Çev. Orhan Suda, İstanbul,1989.

KUTLU Cemil. Vladivostok’tan Asinara Hattında 1030 Türk, Türk Dünyası Araştırmaları 128(1997).

SÜRMELİ Serpil. “Vladivostok’tan Asinara Adası’na Türk Esirler” Atatürk Araştırmaları Dergisi, cilt:4, sayı:3,2005.

TAŞKIRAN Cemalettin. Ana Ben Ölmedim, İstanbul, 2001.

TÜRK KIZILAY ARŞİVİ: K.570 B.234.

YANIKDAĞ Yücel. Millete Deva Olmak, Tarih Vakfı Yayınları,2014 

Reklam (#YSR)