DÎVÂN-Ü LUGÂTİ’T – TÜRK  

Dîvânü Lugâti’t  Türk ( Arapça: ديوان لغات الترك, Türkçe: Yüksek Türk Sözlüğü )

Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072-1074 yılları arasında Bagdat’ta Türkçe-Arapça olarak yazılmış, Türk dilinin gücünü anlatmaya çalışan en kapsamlı ve bu konudaki ilk önemli eserdir.

Türk Medeniyet Tarihi için çok önemli bir yerde olan Dîvânü Lugâti’t-Türk, yazıldığı döneme ait söz varlık genişliği ve çeşitliliğinin yanı sıra Türk toplumunun temel yaşayışı, kültür yapısı ile ilgili derin bilgiler vermektedir.

Yazılış ilkesi olarak Arap etimolojisine göre hazırlanan eserin yazarı Kaşgarlı Mahmud’un çok iyi eğitim görmüş olduğu ve genel Türk coğrafyasına çok iyi hakim olduğu şüphe götürmeyen bir gerçektir.

ESER

Türk dilinin en eski ve değerli sözlüğünün, elde bulunan tek yazma nüshası, 1266 yılında Şam’da yaşayan müstensih Muhammed bin Ebû Bekir ibn Ebi’l-Feth es-Sâvî ed-Dimaşki tarafından temize çekilip 1 Ağustos 1266 günü tamamlanmıştır.

El yazma nüshası 638 sayfadır ve yaklaşık 9000 Türkçe kelimenin ve cümlenin oldukça ayrıntılı Arapça ve başka dillerde açıklamasını içerir. Ayrıca Türklerin tarihine, coğrafi yayılımına, boylarına, lehçelerine ve yaşam yöntemlerine ilişkin kısa bir ön söz ve metin içine serpiştirilmiş bilgiler içerir.

ALİ EMÎRÎ YAZMASI  

1915 yılında İstanbul’da Ali Emîrî Efendi (1857-1923) tesadüfen bulduğu (eski maliye nazırlarından Nafiz Bey’in akrabası yaşlı bir hanım tarafından Sahaflar Çarşısı’nda satılması için Burhan Bey’in sahaf dükkanına bırakılmış) bu Dîvânü Lugâti’t-Türk’ün birinci nüsha eserini 3 lira da bahşiş verip toplam 33 liraya satın almıştır. Bir söylentiye göre de yanında para olmadığından eve gidip parayı alana dek kitabın başkasına satılmaması için, dükkan sahibini dükkana kilitlemiştir (Ancak daha önceki yüzyıllarda Antepli Aynî ve Kâtip Çelebi de Divan‘dan söz ederler.).

Ali Emiri Efendi El Yazması

Ali Emîrî yazması, Sadrazam Talat Paşa’nın (1874-1921) araya girmesi ile Kilisli Rıfat Bilge Bey’in denetimi altında 1915 – 1917 yılları arasında üç cilt halinde basılmış, Türkoloji camiasında büyük yankı uyandırmıştır.

Breslav Üniversitesi Sami dilleri profesörü Carl Brockelmann 1928 yılında, atasözlerini, halk edebiyatı örneklerini, Türk edebiyatı ve dili ile ilgili bulunan bütün kısımları ayrıntılı notlarla sözlüğün Almanca çevirisi olarak yayınlamıştır. Besim Atalay’ın modern Türkçe çevirisi 1940 yılında Türk Dil Kurumu tarafından basılmıştır.

1982 – 1985 yılları arasında Robert Dankoff ve James Kelly tarafından yayına hazırlanan ve çevirisi yapılan önsöz ve fihrist (gösterge) içerikli İngilizce çevirisi, Harvard Üniversitesi yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

Kaşgarlı Mahmud’un eserinin keşfedilmesi ve yayımlanması, Türkoloji tarihinde çığır açan olağanüstü bir olaydır. Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lugâti’t-Türk döneminde yazdığı ve o döneme ışık tutan başka bir eseri olan “Kitabu Cevahirü’n Nahv Fi Lugati’t Türk” ise kayıptır.

İÇERİK

GİRİŞ

Kaşgarlı Mahmud, Dîvânü Lügâti’t-Türk‘e şöyle başlar;

Esirgeyen, koruyan Allah’ın adıyla;

“Allah’ın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Allah onlara Türk adını verdi. Ve yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türklerin eline verildi. Türkler Allah tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Hak’tan ayrılmayan Türkler, Allah tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.”

BÖLÜMLER

Ben bu kitabı hikmet, seci’, atalar sözü, şiir, recez, nesir gibi şeylerle süsleyerek hece harfleri sırasında tertip ettim. … Bu lûgat kitabını baştan sonuna dek sekiz ayırımda topladım.

  1. Hemze kitabı,
  2. Salim kitabı,
  3. Muzaaf kitabı,
  4. Misal kitabı,
  5. Üçlüler kitabı,
  6. Dörtlüler kitabı,
  7. Gunne kitabı,
  8. İki harekesiz harfin birleşmesi kitabı

HARİTA

Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılda Balasagun’u merkez alarak çizdiği dünya haritası o dönem Türklerinin yaşadıkları bölgeleri ve dağılımlarını göstermesi bakımından dikkate şayandır.

Harita, Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde doğu, batı, kuzey, güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İdil boylarına, yani Kıpçaklar ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güneybatıda Habeşistan’a, güneyde Hint ve Sint, doğuda Çin ve Japonya’ya işaret edilmiştir.

Şehirler ve Seyahat Güzergâhı

Ortada Balasagun, solda sırası ile İsbicâb, Taraz, Nzl (Näzäl), Yafınç, İkiöküz ve Kumi Talas, sağda ilk başta Barsgan, sonra aynı sırada üç şehir daha işaretlenmiş fakat isimleri yazılmamıştır, ikinci sırada sırası ile Koçnğar başı, Uç, Barman ve Koçu, üçüncü sırada başta Kâşgar, Yarkent, Hotan, Çurçan ve Şançu.

(بِلَدُ أويغورBilādū Uyghur) Uygur ilinde yedi tane şehir işaretlemiş, fakat bunlardan yalnız Beşbalık, Can-balık, Qočo ve Sulmi gibi şehirlerin isimlerini haritaya yazmıştır. Suyun çıktığı bozkırlar ve kumlar ise Lop Nur Gölü olabilir.

TOSI VE ÇİĞİL İLİNDE  

Kuyas, Kayas (Saplığ KayasÜrünğ Kayas ve Kara Kayas).

OĞUZ İLİNDE  

Karnak, Sapran (Sepren), Sitgün, Karaçuk (Fârap), Cend, Yenkend (Dizruyin), Sugnak

YAĞMA İLİNDE  

Tartuk” “Yağma ilinde bir şehir.” O dönemde Siri Derya havzasında konumlanmıştır.

UYGUR İLİNDE  

Aşçan (Aşıçan), Beşbalık, Canbalık, Çurçan, Koçu, Kinğüt, Qočo, Sulmî, Xotan (Udun), Yanğıbalık ve Yarkent.

DİĞERLERİ  

Barçuk, Buhara, Bulgar (Bolğar), Itlık, İnçkend, Katun sını, Kazvin, Kençek Señir, Keşmir, Kum, Mankent, Merv, Nişabur, Özçent ÖzçendÖzkent), Özkend (Fergana), Sayram (İsbicâb), Semerkand (Semizkend), Suvar, Şaş (TaşkentTerken), Şıknı, Tünkent, Türk, Yafgu ve Xoçand gibi daha birçok Türk kentleri yer almıştır.

ÜLKELER VE HALKLAR  

Asya’nın batısı, kuzeyi ve güneyi çizilmeden bırakılmış, bir plan olarak bile pek çok hatalarla dolu olmasına karşılık, doğu bölgelerine ilişkin verdiği bilgiler gerçeğe uymaktadır. Haritasında Çin Seddi’ni göstermiş, bu seddin ayrıca yüksek dağların ve denizin Ye’cüc ve Me’cüc’lerin (Arapça: يأجوج و مأجوج ; Ya’jūja Wa Ma’jūja) dillerinin öğrenilmesini engellediğini bildirmiştir. Japonya’ya gelince; onu haritasının doğusunda bir ada olarak göstermiş ve denizin onların dillerini öğrenilmesine olanak vermediğine işaret etmiştir.

İlk Japon haritası bir Japon tarafından 14. yüzyılda çizilmiş, bir Dünya haritasında yer alması ise 15. yüzyılda olmuştur. Bütün bu bilgilerin ışığı altında, bir plan biçiminde olsa da, yanlışlarla dolu da olsa ilk Japon haritası 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından çizilmiştir.

Dîvânü Lugâti’t-Türk‘ten Orta Asya ve Uzak Doğu’nun o zamanki coğrafi deyimlerini öğreniyoruz;

Tawgaç: Maçin’in adıdır. Burası Çin’den dört ay uzaktadır. Çin, aslında üç bölüktür: Birincisi, Yukarı Çin’dir ki, doğudadır; buna “Tawgaç” derler. İkincisi, Orta Çin’dir; burası, “Xıtay” adını alır. Üçüncüsü, Aşağı Çin’dir, “Barxan” adı verilir; bu, Kâşgar’dadır. Lâkin şimdi “Maçin”, “Tawgaç” diye tanınmıştır. “Xıtay” ülkesine de “Çin” denilmiştir.

Bütün uzmanların fikrine göre Kaşgarlı Mahmud’un Divan’ında tarihî coğrafya bakımından önemli bilgiler vardır.Yazarın verdiği bilgiler genellikle güvenmeğe değer, Orta Asya’da yeni arkeoloji buluntuları da bunları sık sık teyit etmektedir

Türk Boyları

Oğuz: Bir Türk boyudur. Oğuzlar Türkmendirler. Bunlar yirmi iki bölüktür; her bölüğün ayrı bir belgesi ve hayvanlarına vurulan bir alameti (tamgası) vardır. Birbirlerini bu belgelerle tanırlar. Birincisi ve başları: Kınık’lardır. Zamanımızın Hakanları bunlardandır...Bu saydığım bölükler köktür. Bu kökten bir takım oymaklar çıkmıştır; onları söylemedim, sözü kısa kestim. Bu bölüklerin adları onları kurmuş olan eski dedelerin adlarından alınmıştır. Araplar da dahi böyledir. Oğuzları tanımladıktan sonra;

Yağma, Toxsı (Tukhs), Kıpçak, Yabaku, Tatar, Kay Çomul ve Oğuzlar, birbirlerine uygun olarak, (ذ Dāl; dh) harfini her zaman (ى‎‎ Yā; y) ye çevirirler ve hiçbir zaman (ذ‎) li söylemezler. “Kayınağacı”na bunlardan başkası “kadhınğ”, bunlar “kayınğ” derler.” ve “اراموت Aramut” “Uygur illerine yakın oturan bir Türk bölüğü.” ve “Bir yer adı.” ve “Rum ülkesine en yakın olan boy Beçenek’tir; sonra Kıpçak, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay (Kayı), Yabaku, Tatar, Kırkız (Kırgız) gelir. Kırgızlar Çin ülkesine yakındırlar.“.Ayrıca “Çomul boyunun kendilerinden bulunduğu çöl halkı ayrı bir dile sahiptir, Türkçeyi iyi bilirler. Kay, Yabaku, Tatar, Basmıl boyları da böyledir. Her boyun ayrı bir ağzı vardır; bununla beraber Türkçeyi de iyi konuşurlar. Kırgız, Kıpçak, Oğuz, Toxsı (Tukhs), Yağma, Çiğil, Oğrak, Çaruk boylarının öz Türkçe olarak yalnız bir dilleri vardır. Yemeklerle Başgırtların dilleri bunlara yakındır… Dillerin en yeğnisi Oğuzların, en doğrusu da Toxsı ile Yağmaların dilidir. şeklinde Türk boylarının yerlerini ve ağızlarını tanımlamıştır.

Soğdak, Kençek, Argu, Xotan, Tübüt ve Tenğüt halkları hakkında Kâşgarlı Mahmud, Dîvânü Lugati’t-Türk’de şu bilgileri de verir:

En açık ve doğru dil – ancak bir dil bilip – Farslarla karışmayan ve yabancı ülkelere gidip gelmeyen kimselerin dilidir. İki dil bilen şehirlilerle düşüp kalkan kimselerin dilleri bozuktur. İki dil bilenler  “Soğdak” , “Kençek”, “Argu” boylarıdır. Gezginci olarak yabancılarla karışanlar “Xotan” ve “Tübüt” halkı ile “Tenğüt”lerin bir kısmıdır.”

Kaşgarlı Mahmud, 1041 yılında Müslüman Türklerle Pagan Yabaku ve Basmıl Türkleri arasında cereyan eden büyük savaşa iştirak eden Türk gazilerini görmüş ve onlarla konuşmuş olması eserini yazdığı tarihten aşağı yukarı otuz yıl önce Türkistan’da, Kâşgar’da ve çevresinde bulunmuş olması gerektir. Kaşgarlı Mahmud, koyu bir Müslümandır. Pagan Türklerle savaşan, Budistlerin tapınaklarını yıkıp putlara en ağır hakaret eden gazilerin destanlarından parçalar nakletmektedir.

Keldi maŋa Tat

Aydım emdi yat

Kuşka bolup et

Seni tiler us böri

Bana bir tat geldi; ona: yat, kuşlara et ol, kuşlar, kurtlar seni bekler”, dedim. Bu gibi şiirler naklederken Kaşgarlı, mutaassıp bir Müslüman heyecanıyla izah ediyor. Fakat Müslüman Türkler’in eski Şamanizm kalıntılarından olan kelimeleri ve terimleri izah ederken tam bir Şamanist Türk gibi konuşuyor.

Bazen, Şamanist kalıntısı olan inanışları ifade eden kelimeleri ve terimleri anlatırken “Türkler böyle inanırlar.”, “Bu inanış çok yaygındır.” demekle yetinir. Kaşgarlı’nın “umay” üzerine verdiği bilgiler dikkate değer. Bilindiği gibi Umay eski Türklerin dişi tanrılarından biridir (çocukları koruyan ruh). Mahmud Kaşgarlı’nın bu ruh hakkında verdiği bilgi pek fazla İslamlaştırılmıştır. Bununla beraber “umayka tabınsa ogul olur”, “kadınlar bunu uğur sayarlar” diyerek eski inanışa da işaret etmiştir.

Çıvı cinlerden bir bölük. İslam’dan önce Göktanrı dinini (Tengricilik) benimseyen Türkler şuna inanırdı ki iki bölük birbiriyle çarpıştığı zaman bu iki bölüğün vilayetlerinde oturan cinler dahi kendi vilayetlerinin halkını kollamak için çarpışırlar. Cinlerden hangi taraf yenerse onlardan yana çıktığı vilayet halkı da yener. Geceleyin bu cinlerden hangisi kaçarsa onların bulunduğu vilayetin hakanı da kaçar. Türk askerleri geceleyin cinlerin attıkları oktan korunmak için çadırlarında saklanırlar. Bu, Türkler arasında yaygındır, görenektir.

Dîvânü Lugâti’t-Türk‘te; “ Kulbak” “Bir Türk tapganın, din ulusunun adıdır. Balasagun dağlarında bulunurdu. Anlattıklarına göre, bir gün sert bir kaya üzerine ” Tengri kulı Kulbak” diye yazar, yazı apak meydana çıkar, bir de bir ak kaya üzerine bu yazıyı yazar, yazı kara olarak belirir. İzleri bugüne kadar durmakta imiş.

Günümüzde Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin Bulgan Aymag (Moğolca: Булган Аймаг) bölgesinin sınırları içinde, Gurvanbulag (Moğolca: Гурванбулаг) Sum (Moğolca: сум, ok)’un 17 km güneydoğusundaki Gurvaljin Uul’da (1176 m yükseklik) bulunmaktadır. Yazıt, 130-103 x 98-92 cm boyutundaki granitten bir kaya üzerine yazılmıştır. Yazıt başka bir yere (bir anıt mezara) götürülmek üzere burada hazırlanmıştır. Yazılı olduğu granit kaya parçası, üçgen şeklindeki bir dağın eteğinde bulunduğundan, Moğol bilginlerce  Gurvaljin Uulın Türeg Biçes (Üçgen Dağın Türk yazıtı) diye adlandırılmıştır. Gurvaljin sözcüğü Moğolca’da “üçgen”, uul ise, “dağ” anlamına gelir. Yeri O. Namnandorj tarafından saptanan yazıt üzerinde ilk yayınlar Moğol ve Rus bilginlerce yapılmıştır. Türk bilginler ise, yazıtı “Gürbelçin Yazıtı“, “Gürbelcin Yazıtı“, “Gürbelçin Abidesi“, “Gurbalcin Yazıtı“, “Gurvaljin Yazıtı“, “Gurvaljin Uul Yazıtı” biçiminde adlandırmışlardır.

Fakat bu şekilde adlandırılmasıyla “üçgen yazıtı” anlamına gelmektedir. Oysa yazıtın adı, Moğolcada “Gurvaljin Uulın Türeg Biçes” sözcük kümesiyle karşılanmıştır. Bu sözcük kümesinin Türkçedeki karşılığı “Üçgen Dağın Türk Yazıtı” şeklindedir. Dolayısıyla, bu yazıtın “Üçgen Dağın Türk Yazıtı” diye adlandırılması daha uygundur.

Üçgen Dağın Türk Yazıtı’nda bulunan ibare şudur:

Tengri kulı, bitidim

Bu ibare, günümüz Türkçesi ile “(Ben) Tanrı kulu, yazdım.” anlamına gelmektedir. Yazıttaki bu ibare, Kâşgarlı Mahmud’un anlatmış olduğu Kulbak adlı eski Türk erenini akla getirmektedir.

ESKİ TÜRK İNANCINA AİT İZDÜŞÜMLER 

Mahmud Kaşgarî bu çok kıymetli eserini Türkler’in bir devlet olarak İslâm dinini kabul ettiklerinden bir buçuk asır sonra Irak’ta, ihtimal Bağdat’da oturduğu zaman yazmıştır. O devirde İslâm dünyasının kültür merkezi olan Irak’a ne zaman geldiğini bilmiyoruz. 1069-74 yıllarında en fasih ve beliğ Arapça ile büyük bir eser telif edebilen Kâşgarî’nin her halde uzun müddet İslâm kültürü merkezlerinde bulunmuş olduğuna şüphe yoktur. Onun, 1041 yılında Müslüman Türkler’le müşrik Yabaku ve Basmıl Türkleri arasında cereyan eden büyük savaşa iştirak eden Türk gazilerini görmüş ve onlarla konuşmuş olması (III, 227) eserini yazdığı tarihten aşağı yukarı otuz yıl önce Türkistan’da, Kâşgar’da ve çevresinde bulunmuş olması gerektir. Kâşgarî koyu bir Müslümandır. Müşrik Türklerle savaşan, Budistlerin tapınaklarını yıkıp putlara en ağır hakaret eden gazilerin destanlarından parçalar nakletmektedir (I, 343, 483). Bir Müslüman Türk bir Budist Uygur’u öldürdüğünü övünerek anlatıyor: “Bana bir müşrik Uygur geldi, dedim: şimdi sen yat, kuşlara et ol, seni kerkes ve kurd istiyor” (I, 36). Bu gibi şiirler naklederken Kâşgarî mutaassıp bir Müslüman heyecanıyla izah ediyor. Fakat Müslüman Türkler’in eski Şamanizm kalıntılarından olan kelimeleri ve terimleri izah ederken tam bir Şamanist Türk gibi konuşuyor. Bazen, Şamanist kalıntısı olan inanışları ifade eden kelimeleri ve terimleri anlatırken “Türkler böyle inanırlar.”, “Bu inanış çok yaygındır.” demekle yetinir. Kâşgarî’nin “umay” üzerine verdiği bilgiler dikkate değer. O, bu dişi tanrıyı unutturma çabasını, bilerek göstermiştir.

ÇEVİRİLER VE TIPKI BASIMLAR 

Mahmud bin el-Hüseyn el-Kaşğari. Kitabu Divanı Lugati’t-Türk. Dar ül-Hilafet-i Aliye, Matbaa-yi Amire, İstanbul, 1333, Rıfat Kilisli neşri, 1. cilt, 1915.

Mahmud bin el-Hüseyn el-Kaşğari. Kitabu Divanı Lugati’t-Türk. Dar ül-Hilafet-i Aliye, Matbaa-yi Amire, İstanbul, 1333, Rıfat Kilisli neşri, 2. cilt, 1915.

Mahmud bin el-Hüseyn el-Kaşğari. Kitabu Divanı Lugati’t-Türk. Dar ül-Hilafet-i Aliye, Matbaa-yi Amire, 1335, İstanbul, Rıfat Kilisli neşri, 3. cilt, 1917.

Divanü Lugat-it-Türk Tercümesi. Çeviren: Besim Atalay. Ankara: Cilt I, II, III, IV – 1939 – 1941.

Kaşgarlı Mahmud’un Divan’ının Besim Atalay tarafından yapılan ve Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan çevirisi, Türkologların eline düşünceleri bakımından derin, malzemesi bakımından ise önemli bir eser vererek Türkoloji’nin gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır.

ESERDEN ALINTILAR

  • “Ant içerek söylüyorum, ben Buhara’nın, sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişaburlu bir imamdan işittim. İkisi de senetleri ile bildiriyorlar ki Yalvacımız (Peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada, “Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır.” buyurmuştu. Bu söz (hadis) doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun Türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. Bu doğru değil ise, akıl bunu emreder. Tanrı devlet güneşini Türk burçlarını yükseltmiş ve onların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. Tanrı onlara Türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. Dünya uluslarının yularlarını onların eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. Onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve Türkler onları her dileklerine ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. Onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır.”
  • Bir ad olarak Türk adını Tanrı vermiştir, dedik. Çünkü bize Kaşgarlı Halefoğlu Şeyh Hüseyin ona da İbn ül-Gurkî denilen kimse İbn üd-Dünya demekle tanılan Şeyh Ebû Bekr il-Müfid ül-Cürcanî’nin Ahır zaman üzerine yazmış olduğu kitabında Ulu Yalvac’a tanık varan bir hadis yazmıştır. Hadis şöyledir, ‘ Yüce Tanrı’ -Benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları Doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım, diyor. İşte bu,Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü , Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerine yerleştirmiş ve onlara ‘Kendi ordum demiştir. Bununla beraber Türkler güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, övünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye değer sayısız iyiliklerle görülmektedirler.
  • Rum ülkesinden Maçin’e dek Türk illerinin hepsinin boyu beş bin, eni sekiz bin fersah eder. İyice bilinmek için bunların hepsi, yeryüzü biçiminde daire şeklinde gösterilmiştir.

Avçı neçe al bilse, adhığ ança yol bilir  (Avcı ne kadar hile bilse ayı o kadar yol bilir.)

Aç ebek, tok kelek (Aç kişi aceleci, tok kişi yavaş olur.)

Açıglığ er şebük karımas (Varlıklı kişi çabuk kocamaz.)

Aç ne yemes, tok ne temes (Aç olan ne yemez, tok olan ne demez!)

Agılda oglak togsa arıkda otı öner (Ağılda oğlak doğsa, dere boyunda otu biter.)

Agız yese köz uyadur  (Ağız yese göz utanır.)

Alımçı arslan, berimçi sıçgan (Alacağına arslan, vereceğine, borcuna sıçan.)

Alın arslan tutar, küçin sıçgan (kösgük, oyuk) tutmas (Hîle ile arslan tutulur, zor ile güç ile sıçan (nazar, hayâl) tutulmaz.)

Alp çerikde, bilge tirikde  (Yiğit ordu içinde, bilgin mecliste (kiñeşte) belli olur.)

Alp eriğ yabrıtma, ıkılaç arkasın yagrıtma (Yiğiti bakımsız bırakma, yörük atın sırtını yara etme.)

Alplar birle uruşma, beğler birle turuşma (Yiğitlerle vuruşma, beylerle sürtüşme.)

Alp yağıda, alçak çoğuda (Yiğit kişi, düşman karşısında; alçak kişi, kalabalıkta belli olur.)

Anası teblük yufka yapar, oglı tetik koşa kapar (Annesi yalancı yufka yapar, oğlu koşarak kapar.)

Anğduz bolsa at ölmes (Andız bol olsa, at ölmez.)

Anıñ yüziñe titinü baksa bolmas (Kişinin yüzüne dik bakılmaz.)

Anuk otru tutsa yokka sanmas (Öne konan yemek ikram edilmemiş sayılmaz.)

Arı kapçıtsa ısrur (Arı kızdırılırsa ısırır.)

Arkasız er çeriğ sıyumas (Arkasız kişi düşmanını, rakibini yenemez.)

Arpasız at aşumas, arkasız alp çeriğ sıyumas (Arpasız at aşamaz, arkasız yiğit rakibini yenemez.)

Arslan karışa sıçgan ötin ködezür (Kocayan arslan sıçan deliğini gözler.)

Arslan kökrese at ayakı tulaşır (Arslan kükrese atın ayakları dolaşır.)

Aşıç ayur tübüm altın, kamıç ayur men kayda men (Tencere der dibim altın, kepçe der ki ben neredeyim?)

Aş tatıgı tuz yogrın yemes (Yemeğe tad veren tuzdur ama tuz çanakla yenmez.)

Atan yüki aş bolsa açka az korunur (Aş deve yükü ile olsa aça az görünür.)

Ata oglı ataç togar (Oğul babasına çeker, çekmek üzere doğar.)

Atası açıg almıla yese oglınıñ tısı kamar (Babası ekşi elma yese oğlunun dişi kamaşır.)

Atası anası açığ almıla yese oglı kızı tısı kamar (Babası anası ekşi elma yese, oğlunun kızının dişi kamaşır.)

Ata tonı ogulka yarasa atasın tilemes (Babanın giyimi oğluna yarasa, oğul babasını istemez.)

At teküzligi ay bolmas (Atın alnındaki akıtma, gökdeki Ay’la bir olmaz, tutulamaz.)

Ayın kişi neñi neñ sanmas (Başkasının malı, mal sayılmaz.)

Ay tolun bolsa eliğin imlemes (Ay dolun olunca el ile gösterilmez.)

Azuklug aruk ermes (Azığı olan yorulmaz.)

Balık subda közi taştın (Balık suda, gözü dışarıda.)

Bar bakır, yok altun (Var bakır, yok altındır.)

Barçın yamağı barçınka, karış yamağı karışka (İpek yaması ipeğe, yün yaması yüne.)

Barıg otru tutsa yokka sanmas (Öne konan varlık, ikram edilmemiş sayılmaz.)

Beş erñek tuz ermes (Beş parmak düz olmaz.)

Bilmiş yek bilmedük kişiden yeğ (Tanıdık şeytan yabancıdan iyidir.)

Birin birin miñ bolur, tama tama kol bolur (Birer birer bin olur, damlaya damlaya göl olur.)

Bir karga birle kış kelmes (Bir karga ile kış gelmez, gelmiş sayılmaz.)

Bir tilkü terisin ikile soymas (Bir tilkinin derisi iki defi soyulmaz, yüzülmez.)

Bir toyın başı ağrısa, kamug toyın başı agrımas (Bir şamanın başı ağrısa, bütün samanların başları ağrımaz.)

Boldaçı buzagu öküz ara belgülüğ (Öküz olacak buzağı, kendisini belli eder.)

Bor bolmayıp sirke bolma (Şarap olmadan sirke olma.)

Boşlaglansa boksuklanur (Kızıp kurudan kişi boyunduruklanır.)

Boş neñge iyi bolmas (Yaramaz malın sahibi olmaz.)

Böri koşnısın yemes (Kurt komşusunu yemez.)

Böriniñ ortak, kuzgunuñ yıgaç başında (Kurdun avı ortaklı, kuzgunun avı ağaçta kendine ait olur.)

Buğday katında sarkaç subalur (Buğdayın yanında karamuk otu da sulanır.)

Bu kök kirsün, kızıl çıksun (Bu mavi girsin, kızıl çıksın.)

Buşmasar boz kuş tutar, ebmeser ürüñ kuş tutar (Sıkılmayan kişi boz kuş, acele etmeyen kişi beyaz kuş tutar.)

Buzdan sub tamar (Buzdan su damlar.)

Bütün ümlüğ kanca bolsa olturur (Şalvarı sağlam olan nereye istese oraya oturur.)

Çaksa tütnür, çalsa bilnür (Yaksa tüter, söylese bilinir.)

Çakşak üze ot bolmas, çakrak bile ubut bolmas (Taş üstünde ot olmaz, yanşak kişide ar olmaz.)

Ebdeki buzagu öküz bolmas (Ev içinde bakılan buzağı öküz olmaz.)

Ebek ebğe tegmez (Aceleci evine varamaz.)

Ebek sinğek sütge tüşür (Aceleci sinek süte düşer.)

Ebliğ toygursa közi yolka bolur (Ev sahibi doyurunca, konuğun gözü yolda olur.)

Eğir bolsa er ölmes (Eğir otu kökü bulunduran kişi, hastalansa da ölmez.)

Eliğ tutgınça ot tut (Yabancıyı tutacağına ateş tut.)

El kalır (kaldı) toru kalmas (Yurt gider, töre kalmaz)

Emgek eginde kalmas (Sıkıntı ebedîyen sırtda kalmaz.)

Emikliğ uragut kösekçi bolur (Emzikli kadın iştahlı olur.)

Endik uma eblikni agırlar (Şaşkın konuk ev sâhibini ağırlar.)

Erdem başı tıl (Erdemin başı dildir)

Erdemsiz kut çertilür (Erdemsiz Değer yokolur)

Erge muñ tegir, tag señiriñe yel tegir (Kişiye keder değer, dağ doruğuna rüzgâr değer.)

Erik erini yaglıg, ermegü başı kanlıg (Yürekli kişi yağlı, tembelin başı kanlı olur.)

Erkeç eti em bolur, eçkü eti yel bolur (Teke eti ilâç olur, keçi eti yel olur.)

Ermegüğe bulıt yük bolur (Tembele bulut yük olur.)

Ermegüğe eşik art bolur (Tembele eşik dağ geçidi olur.)

Erñeñe eliğ karı böz üm tikemes (Ergene elli karış bezden iç donu dikilmez.)

Er oglı muñaymas, it oglı külermes (Kişi oğlu kederli kalmaz, it oğlu tökezlemez, ayağı sürçmez.)

Ersek erğe tegmes, ebek ebğe tegmes (Oynak kadın koca bulamaz, aceleci evine varamaz.)

Er sözi bir, eyer köki üç (Er kişinin sözü bir, eyerin bağı üç olur.)

Esende ebek yok (Selâmetde acele yoktur.)

Esiz anıñ yiğitliği (Yazık onun yiğitliğine)

Eşyek ayur başım bolsa sundurıda sub içgeymen (Eşek der ki; başım aklım olsa denizden su içerim.)

Etli tırñaklı eyirmes (Et tırnaktan ayrılmaz.)

Eyğü er süñüki erir atı kalır (İyi kişinin kemiği erir, adı kalır.)

Eyğülüğni sub ayakında kemiş başında tile (İyilik yap suya at, pınarında dile bulursun.)

Eyğülükün kel, isizliğin kelme (İyilikle gel, kötülükle gelme.)

Iñan ıñrasa botu bozlar (Dişi deve inlese yavrusu bağırır, bozlar.)

Iş yaragında, sart asığında (İş sırasında, tüccar kârında)

It çakırı atka tegir, at çakırı ıtka tegmes (İt nazarı ata değer, at nazarı ite değmez.)

It ısırmas, at tepmes teme (İt ısırmaz at tepmez deme.)

Itka ubut atsa oldañ yemes (İtde utanma olsa çarığın altını yemez.)

İgliğ tutrugı ay bolur (Hastanın vasiyet etmesi iyilik getirir.)

İki koçnğar başı bir aşaçta (aşıçta) pışmas (İki koç başı bir tencerede pişmez.)

İkki bogra igeşür, otra kökegün yancılur (İki buğra, erkek deve itişir, ortada bükelek sineği incinir.)

İm bilse er ölmes (Parolayı bilen kişi hayâtını kurtarır, ölmez.)

İzlik bolsa er öldimes, içlik bolsa at yagrımas (Çarığı olsa kişi ölmez, teyelti olsa atın sırtı açılmaz, yara olmaz.)

Kaçış bolsa kıya körmes (Halk içinde uyuşmazlık olsa, kimse birbirine yan bakamaz.)

Kadaş temiş kaymaduk, kayın temiş kaymış (Kardeş demiş bakmamış, kayın demiş bakmış.)

Kagun karma bolsa iyisi ikki eliğin tegir (Kavun yağma edilse, sahibi iki eliyle kapar)

Kal sabı kalmas, kagıl bağı yazılmas (Söz leke bırakmaz, yaş söğütten yapılan düğüm ırgalanmaz.)

Kalın bulutug tüpi sürer, karañku ışıg urunç açar (Yoğun bulutu tipi sürer, karanlık işi rüşvet açar.)

Kalıñ berse kız alır, kerek bolsa kız alır (Çeyiz veren kız alır, gerekliyse pahalı alır.)

Kalın kaz kulabuzsuz bolmas (Kaz sürüsü kılavuzsuz olmaz.)

Kalın kolan çupgasız bolmas (Eşek sürüsü başsız olmaz.)

Kañdaş kuma ürür, iğdiş örü tartar (Baba bir kardeşler dövüşürler, ana birler yardımlaşırlar.)

Kanıg kan bile (birle) yumas (Kanı kan bile yıkamaz)

Kan ışı bolsa, katun ışı kalır (Kağanın işi olursa, hâtununun işi kalır.)

Kara bulıtıg yel açar, urunç bile el açar (Kara bulutu yel açar, rüşvet ise yurt açar.)

Kara muñ kelmeğinçe Kara Yalga keçme (Kara belâ gelmedikçe Kara Yalga geçidini geçme.)

Karga karısın kim bilir, kişi alasın kim tapar (Karganın kocamışını kim bilir, kişinin gönlündekini kim anlar.)

Karga kazga ötgünse butı sınur (Karga kaza özense bacağı kırılır.)

Karı öküz balduka korkmas (Yaşlı öküz baltadan korkmaz.)

Kayıñ kasıña (Katılık kayın ağacına mahsûstur.

Kayıñ kasıña, söküt süliñe (Kayın ağacına katılık, söğüt ağacına tazelik yaraşır.)

Kaynar öküz keçiksiz bolmas (Coşkun ırmak geçitsiz olmaz.)

Kaz kopsa ördek kol iğ igenür (Kaz giderse ördek göle sâhib çıkar.)

Kek (Keten) kördi keregü yüydi (Sıkıntıyı görünce çadırını yüklenip gitti.)

Keñeşliğ bilig üyreşür, keñeşsiz bilig obraşur (Danışılmış bilgi güzelleşir, danışılmamış bilgi yıpranır.)

Keriş yagrı ogulka kalır (At sırtındaki yara oğula kalır.)

Keyüklüğ ölimes, küpeçliğ kürimes (Giyimli kişi ıslanmaz, gemli at huysuzluk etmez.)

Kılıç tatıksa iş yunçır, er Tatıksa et tuncır (Kılıç paslanırsa iş incinir, kişi Farslaşırsa eti, kanı bozulur.)

Kılnu bilse kızıl keyer, yaranu bilse yaşıl keyer (Cilve bilse kırmızı giyer, yaranmayı bilse yeşil giyer.)

Kırk yılka teğin bay çıgay tüzlinür (Kırk yıla kadar zengin fakir bir olur.)

Kış konuki ot (Kış konuğu ateşdir.)

Kız birle küreşme, kısrak birle yarışma (Kız ile güreşme, kısrak ile yarışma.)

Kız kişi sabi yorıglı bolmas (Cimri kişinin sözü, ünü yayılmaz.)

Kiçikde katıglansa ulgayu sebnür (Küçük iken uğraşan, büyüyünce sevinir.)

Kiçik ulugka turuşmas, kırguy soñkurka karışmas (Küçük büyüğe karşı durmaz, atmaca sungura karışmaz.)

Kimiñ bile kaş bolsa yaşın yakmas (Kimin yanında kaş denilen taş olsa, yıldırım onu yakmaz.)

Kim kür bolsa köbez bolur (Kuvvetli olan kabadayı olur.)

Kiñ ton opramas, keñeşliğ bil iğ artamas (Geniş, bol giyim yıpranmaz, danışılmış bilgi yanılmaz.)

Kişi alası içtin, yılkı alası taştın (Kişinin alası içinde, atın alası dışındadır.)

Kişi eti tiriğle tatır (Kişi eti diri iken tatlıdır, kıymetlidir.)

Kişi sözleşü, yılkı yıylaşu (Kişi söyleşerek, at koklaşarak anlaşır.)

Kizdeki kiz yıpar (Misk kutusu misk kokar.)

Kizlençü kelinde (Gizli şey gelinde bulunur.)

Kobı er kuyugka kirşe yel alır (Talihsiz kişi kuyuya girse yel alır.)

Kolan kuyugka tüşse kurbaka aygır bolur (Eşek kuyuya düşse kurbağa aygır olur.)

Korkmış kişiğe koy başı koş korunur (Korkmuş kişiye koyun başı çift, iki görünür.)

Koş kılıç kınka sığmaz (Çift, iki kılıç bir kına sığmaz.)

Kökge sagursa (suysa) yüzge tüşür (Kişi göğe tükürse, yüzüne düşer.)

Kök temür kerü turmas (Çelik kılıç geri durmaz.)

Koni barır keyikniñ közinde ayın başı yok (Düz giden geyiğin gözünden başka yarası yoktur.)

Kop sögütğe kuş konar, körklüğ kişiğe söz kelir (Söğütlüğe kuş konar, doğru kişiye söz gelir.)

Közden yırasa köñülden yeme yırar (Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.)

Közüñüğe köğ tüşdi (Aynaya pas düştü.)

Kulak eşitse köñül bilir. Köz korse üyik kelir (Kulak işitse gönül bilir, göz görse sevinç gelir.)

Kul yağı, it böri (Kulunun düşman, itinin kurt olduğunu unutma.)

Kurmış kiriş tügülmes, ukrukun tag egilmes (Kurulmuş kiriş düğümlenmez, kement ile dağ eğilmez)

Kurtga büyik bilmes yerim tar ter (Yaşlı kadın oyun bilmez yerim dar der.)

Kurug yıgaç egilmes, kurmış kiriş tügülmes (Kuru ağaç eğilmez, kurulmuş kiriş düğümlenmez.)

Kurug kaşık agızka yaramas, kurug söz kulakka yakışmas (Kuru kaşık ağıza faydasızdır, kuru söz kulağa lüzumsuzdur.)

Kuş balası kusınçıg, it balası okşançıg (Kuş yavrusu süs için, it yavrusu okşamak için)

Kuş kanatın, er atın (Kuş kanadı ile, kişi atı ile varır, uçar.)

Kuş tuzakka meñ uçun ılınur (Kuş tuzağa yem için yakalanır.)

Kuş yavuzı sagzıgan, yıgaç yavuzı azgan, Yer yavuzı kazgan, budun yavuzı Barsgan  (Kuşun kötüsü saksağan, ağacın kötüsü kuşburnu (yaban gülü), Yerin kötüsü bataklıklı olan yer, halkın kötüsü Barsgan’lılardır.)

Kut belgüsi bilig (Değer belgesi bilgidir.)

Kutlugka koşa yağar (Kısmetliye çift yağar.)

Kutsuz kuyugka kirşe kum yağar (Kısmetsiz kişi kuyuya girse kum yağar.)

Kuyugda sub bar, it burnı tegmes (Kuyuda su var ama itin burnu erişmez.)

Kuzda kar eksümes, koyda yağ eksümes (Dağın güneş görmeyen yamacında kar eksilmez, koyunda yağ eksilmez.)

Küç eldin kirşe toru tüñlüktin (tünlükten) çıkar (Zorbalık yurda girse, töre bacadan kaçar.)

Kül ürkünçe köz ürse yik (Küle üflemektense, köze üflemek yeğdir.)

Kümüş küñe ursa altun ayakın kelir (Gümüş güneş altına bırakılsa, altın ayağıyla gelir.)

Künde irük yok, beğde kıyık yok (Güneşte gedik yoktur, beyde caymak yoktur.)

Küñe baksa köz kamar (Güneşe bakan göz kamaşır.)

Küniniñ küline tegü yağı (Kuma kumanın külüne dahi düşmandır.)

Küzegü uzun bolsa el iğ köymes (Küskü (ateş kuskusu) uzun olursa el yanmaz.)

Kuz keliği yazın (yayın) bilgürer (belgülüğ) (Güzün gelişi yazdan bellidir.)

Muş oglı muyabu togar (Kedi yavrusu miyavlayarak doğar.)

Muş yakrıka tegişmes, ayur kişi neñi yaraşmas (Kedi asılı yağa (kavurmaya) erişemez, gevezenin malı kişiye yaramaz.)

Neçeme obrak keyük erse, yagmurka yarar (Nice eski giyim olsa yine de yağmurda işe yarar.)

Nece munduz erse eş eygü, nece eğri erse yol eygü (Ne kadar aptal olsa da eş iyidir, ne kadar eğri, uzun olsa da yol iyidir.)

Nece yitik biçek erse Öz sapın yonumas (Bıçak ne kadar keskin olursa olsun, kendi sapını yontamaz.)

Oglak yiliksiz, oglan biliksiz (Oğlak kemiksiz, çocuk bilgisiz olur.)

Oglan biligsiz (Çocuk bilgisiz olur.)

Oglan ışı ış bolmas, oglak müñüzi sap bolmas (Çocuk işi iş olmaz, oğlak boynuzu sap olmaz.)

Oglan suv töker uluğ yanı sınur (Oğlan su döker, büyüğün bir yanı kırılır.)

Oprak yasıkdın tozlug ya çıkar (Eskimiş, kullanılmayan yay kabından tozlu yay çıkar.)

Ortak erden artuk almaş (Ortak ortağından fazla almaz.)

Otağka öpkelep süğe sözlemedük (Çadıra kızıp, askerle konuşmaz.)

Ot tese ağız köymes (Ateş demekle ağız yanmaz.)

Ot tütünsüz bolmas, yiğit yazuksuz bolmas (Ateş dumansız olmaz, genç kişi günahsız olmaz.)

Otuğ odhguç birle öçürmes (Ateş alev ile söndürülmez.)

Öd keçer kişi tuymas, yalñuk oglı meñgü kalmas (Zaman geçer kişi duymaz, insan oğlu ebedî kalmaz.)

Ödlek karıtmışka boyug talkımas (Zamanın yaşlandırdığı kişiye boya ayıp sayılmaz.)

Ögüñüçi üminde artarur (Öğünen kişi iç donunu pisletir.)

Öküş sebinç bolsa katıg oksunur (Çok sevinen, pek pişman olur.)

Öküz ayakı bolgınça buzagu başı bolsa yêğ (Öküz ayağı olmakdansa, buzağı başı olmak yeğdir.)

Öldeçi sıçgan muş taşakın (taşakı) kaşır (Eceli gelen sıçan kedinin husyelerini kaşır.)

Ötlüğ yinçü yerde kalmas (Delikli inci yerde kalmaz.)

Öz köz ir kışlag (Kışlığını kendi gözünle seç.)

Sabanda sandırış bolsa örtgünde irteş bolmas (Saban zamanı sürtüşme olursa, harman zamanında dövüş olmaz.)

Sabın sagrakka tegir (Sözle, tatlı dille sürahiye erişilir.)

Saçratgudın korkmış kuş kırk yıl ayrı yıgaç üze konmas (Tuzakdan korkmuş kuş kırk yıl çatal ağaç üstüne konmaz.)

Sakak bıçar, sakal okşar (Çene keser, sakal okşar.)

Sakak okşar, sakal bıçar (Çene okşar, sakal keser.)

Sart azukı arıg bolsa yolda yer (Tüccarın malı temiz olsa yolda kendisi yer.)

Sartnıñ azığı arıg bolsa yol üze yer (Tüccarın malı temiz olsa yol üzerinde kendisi yer.)

Sınamasa arsıkar, sakınmasa utsukar (Sınamayan aldanır, sakınmayan yutulur.)

Soğuşup uruşur, otra ton titişür (Soğuşup vuruşulur, arada elbise yırtılır.)

Söğüt süliñe kayıñ kasıña (Söğütde tazelik, kayında sertlik vardır.)

Sözğe süçünse bulun barır (Lafa dalan tutsak olur.)

Sub içürmesge süt ber (Su içirmeyene süt ver.)

Sub körmekinçe etük tartma (Suyu körmeyince etek toplama.)

Subuzganda ev bolmas, topurganda av bolmas (Eski mezarlıkta ev olmaz, gevşek topraklı yerde av olmaz.)

Sundılaç ışı ermes örtkün tepmek (Harman tepmek çayır kuşunun (serçe) işi değildir.)

Süsegen uyka Tenğri münğüz bermes (Süsegen öküze Tanrı boynuz vermez.)

Tavgaç Kannınğ turkusı telim tenğlemedhip bıçmas (Çin hakanının ipeği çokdur ama denk getirmedikçe biçmez.)

Tagığ ukrukın egmes, tenğizni kaygıkın bügmes (Dağ kement ile eğilmez, denizin önü kayıkla kesilmez.)

Tag tagka kabuşmas, kişi kişiğe kabuşur (Dağ dağa kavuşmaz, kişi kişiye kavuşur.)

Tamu kapugın açar tabar (Cehennemin kapısını açan maldır.)

Tapug taş yarar, taş başıg yarar (Emir taşı yarar, taş başı yarar)

Taşıg ısrumasa öpmiş kerek (Taşı ısıramayanın öpmesi gerekir.)

Tatıg közre tikeniğ tüpre (Farslı’ya dikkat et, dikeni kökünden sök.

Tatsız Türk bolmas, başsız börk bolmas (Fars’sız Türk olmaz, başsız serpuş olmaz.)

Tayak bile taymas, tanuk sözün bütmes (Baston ile kayılmaz, şahit sözüne inanılmaz.

Tay atatsa at tınur, oğul ereyse ata tınur (Tay atlaşınca at dinlenir, oğul erginleşince babası dinlenir.)

Taygan yügrügin (yügürgenni) tilkü sebmes (Tazının hızlı koşanını tilki sevmez.)

Taz at taparçı bolmas (Alacalı at yük taşıyamaz.)

Taz keliği börkçige (Kelin, börksüzün geleceği yer börkçüdür.

Tebey bedük erse mayakı bedük ermes (Deve büyük ise, tersi, dışkısı büyük olmaz.)

Tebey münüp koy ara yaşmas (Deveye binip koyun sürüsü içinde saklanılmaz.)

Tebi silkinse eşekke yük çıkar (Deve silkinse eşeğe yük çıkar.)

Tebi yük kötürse, kamıç yeme kötürür (Yük götüren deve, kaşığı da haydi haydi götürür.)

Tegirmende togmış sıçgan kök kökregiñe korkmas (Değirmende doğmuş sıçan gök gürlemesinden korkmaz.)

Tegme kişi öz bolmas, yat yaguk tuz bolmas (Her kişi kendin gibi olmaz, yad kişi, hısımla müsâvî olmaz.)

Telim sözüğ uksa bolmas, yalım kaya yıksa bolmas (Çok söz anlaşılmaz, yalçın kaya yıkılmaz.)

Teñsizde tegirmen turgursa, yaragsızda yar bolmas (Uygun olmayan yerde değirmen yapan yararsız ark yapar.)

Teşük subda belgürer (Deşik, yarık, delik, suda su ile belli olur.)

Tezek karda yatmas, eygü ısız katmas (Tezek karda yatmaz, iyilik kötülüğe katılmaz.)

Tılın tergiğe tegir (Tatlı dil ile sofraya erişilir.)

Tılın tügmişni tısın yazmas (Dil ile bağlanan diş ile çözülemez.)

Tikmeğinçe önmes, tilemegince bulmas (Dikmeyince bitmez, dilemeyen bulamaz.)

Tilkü öz yinige (İnğe) ürse uyuz bolur (Tilki kendi inine karşı ürüse uyuz olur.)

Tiriğ esen bolsa tañ öküş korur (Kişi esen yaşasa şaşılacak çok şey görür.)

Tokum yüzüp kuyrukta biçek sıma (Deriyi yüzüp kuyrukta bıçağı kırma.)

Tolum anutsa kulun bulur, tolum unutsa bulun bolur (Silahını hazır eden at da bulur, silahını unutsa tutsak olur.)

Toyın tapugsak Tenğri sepinçsiz (Şaman tapınsa da Tanrı memnun olmaz.)

Tünle bulıt örtense evlûk urı keldürmişçe bolur, Tanğda bulıt örtense evge yağı kirmişçe bolur 

( Akşam üstü bulut kızarırsa kadın, erkek çocuk doğurmuş gibi olur, Tan vakti bulut kızarırsa eve düşman girmiş gibi olur.)

Tünle yorub kunduz sebnür, kiçikde eplenip ulgayu sebnür (Geceyle yola çıkan gündüzün sevinir, küçükken evlenen yaşlanınca sevinir.)

Tütün kopursa işlenür (Dumanı kaldıran islenir.)

Tütüşmeginçe tüzülmes, tüpirmeğinçe açılmas (Dövüş olmayınca düzen düzülmez, tipi olmayınca hava açılmaz.)

Tuzun birle uruş, utun birle tireşme (üsterme) (Yumuşak başlı kişi ile vuruş alçak kişi ile iddialaşma, direşme.)

Ula bolsa yol azmas, bilig bolsa söz yazmas (İşaret olsa yol şaşırılmaz, bilgi olsa söz uzamaz, yayılmaz)

Ulugnı uluglasa kut bulur (Ulu kişiyi ululayan, devlet bulur.)

Uluk yağırı ogulka kalır (Atın omuz başındaki yara oğula kalır.)

Uma kelse kut kelir (Konuk gelirse değer gelir.)

Umayka tapınsa oğul bolur (Şevkat meleğine yakaranın çocuğu olur?)

Usukmışa sakıg kamug sub korunur (Susamışa serap bütün su görünür.)

Us üşgürse ölür (Kukumav kuşu kişiye karşı öterse o kişi ölür.)

Uygur yıgaç uzun kes, temür kısga kes (Ey Uygur, ağacı uzun kes, demiri kısa kes.)

Üri kopsa oguş alkışur, yağı kelse imrem tepreşür (Gürültü kopsa hısım, akraba koşuşur, düşman gelse halk debreşir, yer yerinden oynar.)

Yavlak tıllığ beğden kerü yalnğus tul yêğ (Kötü dilli beyden yalnız dul kadın yeğdir.)

Yagıñ erse kerek yundakı tegir (Düşmanın hücum edip gitse bile atının fışkısı kalır.)

Yağını aşaklasa başka çıkar (Düşman küçümsenirse başa çıkar.)

Yakadakı yalga galı eliğdeki ıçgınur (Yakandakini yalarken elindeki gider.)

Yalksa yeme yağ eyğü, köyse yeme kün eyğü (Bıksa bile yağ iyi, yaksa bile gün iyidir.)

Yalñuk meñgü tirilmez, sınka kirüb kirü yanmas (Kişi ebediyen diri kalmaz, mezara giren geri dönmez.)

Yalñuk oglı munsuz bolmas (Kişi oğlu dertsiz olmaz.)

Yalñuk oglı yokayur eyğü atı kalır (Kişi oğlu yok olur, ölür, iyi ise adı kalır.)

Yalñuk ürülmüş kap ol, ağzı yazlıp alkınur (Kişi şişirilmiş tulum gibidir, ağzı açılınca söner.)

Yalñus kaz ötmes (Yalnız kaz ötmez.)

Yarın bulgansa el bulganır (Kürek kemiği karmaşık olursa, yurt da karışır.)

Yaş ot köymes, yalapar ölmes (Yaş ot yanmaz, elçi ölmez, öldürülmez.)

Yatnınğ yağlığ tiküsinden, öznünğ kanlığ yudhruk yêğ (Elin yağlı lokmasından, kendinin kanlı yumruğu yeğdir.)

Yayag atı çaruk, küçi azuk (Yayanın atı çarık, gücü azıktır.)

Yazıda böri ulısa ebde it bağrı tartışur (Düzlükde kurt ulusa, evde itin bağrı sızlar.)

Yazıdakı süvlin edhergeli, evdeki takagu uçgınma (Kırdaki sülünü ararken, evdeki tavuğu kaçırma.)

Yazın katıglansa kışın sebnür (Yazın katık yapan, kışın sevinir.)

Yazmas atım bolmas, yañılmas bilge bolmas (Şaşmaz ok olmaz, yanılmadık bilgin olmaz.)

Yazmas atım yağmur, yañılmas bilge yañku (Şaşmaz ok yağmur, yanılmaz bilgin yankıdır.)

Yer basrukı tag, budun basrukı beğ (Yerin baskısı dağ, milletin baskısı beğdir.)

Yıgaç uçuña yel tegir, körklüg kişiğe söz kelir (Ağaç ucuna yel değer, değerli kişiye söz gelir.)

Yılan kendü eğrisin bilmes, tebi boynın eğri ter (Yılan kendi eğriliğini bilmez, deveye boynun eğri der.)

Yılan yarpuzdın kaçar, kanca barsa yarpuz utru kelür (Yılan, yılan sıçanından kaçar. Nereye kaçsa yılan sıçanı karşısına dikilir, gelir.)

Yıparlıg kesürgüdin yıpar kitse yiyi kalır (Amber kabından amber gitse de koşusu kalır.)

Yırak yer sabin arkış keldürür (Uzak yerin haberini kervan getirir.)

Yitükliğ anası koyun açar (Kaybettiği nesneyi anasının koynunda arar.)

Yogurkanda artuk ayak kösülse üşiyür (Ayak yorgandan dışarıya uzatılırsa üşür.)

Yunt başın yularlab keñeldi (At başını daima yularlayıp tedbir al.)

Yunt kazısı yağ (Yağın iyisi atın karnından çıkan yağdır.)

Yurt kiçük bolsa angut bedük ur (Delik küçük olsa da tapayı (yamayı) büyük vur.)

Yüpüşlüğ kelin keyeküni yapaş bulur (Yüz görümlülüğü çok olan gelin; güveyiyi yavaş, yumuşak bulur.)

Yüzge körme erdem tile (Kişide yüz güzelliği değil fazilet ara, dile.)

 

 

Reklam (#YSR)