ROMA EKONOMİSİ

Roma İmparatorluğu’nun çekirdeğini oluşturan Roma şehir devleti, başlangıcında aristokratik bir karakter arz ediyordu. Roma toplumu; başında bir kral ve yönetimi elinde bulunduran askerî patrici zümresi ile küçük toprak sahipleri, kiracı çiftçiler, esnaf ve tüccarın meydana getirdiği pleb sınıfından meydana gelmekteydi.

Roma şehir devleti, önce diğer İtalyan şehirlerini egemenliği altına aldı ve en büyük siyasi rakibi olan Kartaca’yı ağır bir yenilgiye uğratarak bertaraf ettikten sonra bir Akdeniz imparatorluğu hâline geldi. Böylece bir şehir devletinden bürokratik bir imparatorluğa geçilmiş oldu ve aşağı yukarı İlk Çağ’da oluşan bütün uygar dünya, Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altına girdi.

Büyüyen imparatorluğun askerî temelini genişletme çalışmaları, pleb sınıfının da giderek artan ölçüde askerî kadrolara girmesine ve böylece siyasi temsil hakkına kavuşmasına yol açtı. Ancak siyasi yapı Yunanistan’da olduğu gibi demokratik bir nitelik kazanmadı. Çeşitli yollarla zenginleşen plebler, devletin idaresinde patricilerin arasına katılarak siyasi etkinlik kazanabildi. Böylece siyasi yapı, aristokrasiden oligarşiye dönmüş oldu.

NÜFUS 

Roma İmparatorluğu’nun sınırları, zirvede olduğu 1. ve 2. yüzyıllarda İskoçya’dan Mısır’a kadar uzanıyordu. İmparatorluğun toplam nüfusu, 2. yüzyılda en yüksek düzeyine ulaşmıştı. Ancak bu tarihten itibaren Batı Roma’nın yıkılışına kadar nüfus sürekli düştü. İmparatorluğun son döneminde kronik bir nüfus yetersizliği olduğuna dair kanıtlar çok fazladır. İmparatorluğun nüfusu, 2. yüzyılın ortasında 60 milyon civarındaydı. Ortalama nüfus yoğunluğu 16 kişi idi. İtalya, imparatorluğun en yoğun nüfuslu bölgesi olmakla birlikte nüfusu 6 ya da 8 milyonu aşmıyordu. Ölüm oranı yüksek, hayat süresi kısaydı. Yetişkinler için ortalama hayat süresi 30-35 yıldı. Çocuk ölüm oranı çok yüksekti. Gelirler geçimlik bir düzeyde bulunuyordu.

TARIM

Roma ekonomisinin iki önemli temeli tarım ve ticaretti. Tarımsal fazlanın vergilendirilmesiyle elde edilen kaynaklar orduyu, bürokrasiyi ve şehirli nüfusu besliyordu. İmparatorluk nüfusunun büyük bir bölümü tarımla uğraşıyordu. Tahıllar, yaygın üretimi yapılan ürünlerdi. İmparatorlukta deniz yoluyla yürütülen uzak mesafeli ticaret, mahallî ihtisaslaşmaya imkân veriyordu. Teknik açıdan Roma tarımı geriydi. Kölelik, yeniliği önleyici bir faktördü.

İmparatorluğun genişlemesiyle yeni fethedilen bölgelerden Roma’ya bol ve ucuz olarak hububat akması üzerine İtalya’da kârlı olmaktan çıkan tahıl üretiminin önemi azalırken geniş alanlar hayvancılığa ayrılmış; verimli topraklarda ise bağcılık ve zeytincilik önem kazanmıştı. Zirai ihtisaslaşmanın diğer önemli bir örneği Sicilya, Kuzey Afrika ve Mısır’daki buğday tarımıydı. Bu bölgelerin tahıl tarlaları, Roma ve İstanbul’u besliyordu.

İtalya’nın kırsal nüfusu, büyük ölçüde kendi sahibi ya da kiracısı oldukları toprakları işleyen bağımsız köylülerden oluşuyordu. Pön savaşları ve özellikle de Anibal’in seferleri, bu sosyal yapıda önemli bir değişmeye yol açtı. Askerî seferlere katılan köylüler, topraklarını terk ederek tarım yapmaktan vazgeçtiler. Böylece zenginler, bu toprakların büyük bir bölümünü Latifundiya denen çiftliklerine kattılar. Bu büyük işletmelerde, piyasaya dönük olarak kâr amacıyla üretim yapılıyor ve işgücünün büyük bölümü kölelerce sağlanıyordu.

ŞEHİRLER 

Sümer’in eski şehir devletlerinden Roma İmparatorluğu’na kadar nüfusun büyük bölümü tarımda çalışsa da ekonomiyi ve toplumu belirleyen şehirli insanlar ve kurumlardı. Roma uygarlığı da bir şehir uygarlığı idi. İmparatorluğun şehirli nüfus oranı, 1. yüzyılda %5 civarındaydı. Muhtemelen 19. yüzyıla kadar dünyanın böylesine geniş bir bölgesi bu denli şehirleşmemişti.

Şehirlerin önemli bir fonksiyonu, mahallî yönetim merkezleri olmalarıydı. Kırsal çevrenin ürünlerinin satıldığı bir pazar durumunda olan şehirler, buna karşılık onların bazı basit mamul mal ihtiyaçlarını sağlıyorlardı. Bazı şehirler ise askerî bir fonksiyona sahipti. Roma şehirlerinin imalat ve ticaret gibi fonksiyonları sınırlı kalmıştı. Bu yüzden şehirler, tarım kesiminden kira ve vergi şeklinde sağladıkları gelirlerle varlıklarını sürdürebiliyorlardı. En büyükleri dışında, tüm şehirlerde tarım önemli bir ekonomik faaliyetti. Şehir nüfusunun önemli bir bölümünü tarım işçileri oluşturuyordu.

Şehirlerin çoğunluğu büyükçe köylerden ibaretti. Ortalama şehir büyüklüğü 6.000 kişiden fazla değildi. Roma şehri, dönemin şartlarına göre oldukça büyük bir şehirdi: Nüfusu muhtemelen yarım milyonla bir milyon arasındaydı. Şehir esnafı, Roma halkının bazı basit mamul mallar için olan talebini karşılıyordu. Önemli bir mal ihracı söz konusu değildi.

TİCARET 

Roma İmparatorluğu gibi büyük ölçekli siyasi-ekonomik birliklerin sağladığı ticari avantajlardan Roma vatandaşları da yararlandı. Roma İmparatorluğu’nun ekonomik gelişmeye en önemli katkısı, Akdeniz’de uzun bir dönem barış ve düzeni sağlamasıydı. Ticaret, imparatorluğa canlılık kazandıran ve zenginliğinin temelinde yatan unsurdu. İyi düzenlenmiş yollar, ulaşıma elverişli nehirler ve hepsinden de önemlisi Akdeniz; ticareti ve mal hareketlerini teşvik ediyordu.

Ancak imparatorluğun büyük bir bölümünde geçerli olan geçimlik ekonomi, büyük bir ticaret hacminin doğmasına imkân vermiyordu. Bu yüzden ticaret, Roma şehrinin ihtiyaçlarının sağlanması dışında büyük ölçüde zengin kesimin lüks ihtiyaçları ile ordunun taleplerini karşılamaya yönelikti. Bir milyona ulaşan nüfusuyla Roma şehrinin yakın çevrenin kaynaklarıyla beslenmesi mümkün değildi. Başkentin buğday ihtiyacıyla yakından ilgilenen Roma yönetimleri, yiyecek getiren tüccara çeşitli imtiyazlar bağışlamış ve zaman zaman da bu görevi doğrudan üstlenmişti. Mısır, Kuzey Afrika ve Sicilya’dan buğday taşımak üzere oluşturulan büyük filolar Roma’nın özel teşebbüse dayalı ekonomisinin en önemli istisnalarından biriydi.

İmparatorluk, geniş bir yol ağına sahipti. Hemen hemen tamamıyla askerler tarafından ve kamu kaynaklarıyla yapılan yollar daha çok askerî amaçlarla düzenlenmişti Bu yollar üzerinde malların hareketi yavaş ve yüksek maliyetliydi. Deniz trafiği daha önemliydi. Bu trafik, rüzgâr gücünün sağladığı imkânlara bağlı olarak yelkenli gemilerle yürüyordu. Ancak yılın üçte birinde gemiler elverişli rüzgârlar için limanlarda bekliyordu, kalan üçte birinde ise denizler tehlikelerle doluydu. Bu yüzden trafik, yazın dört ayında yoğunlaşıyordu. Gemiler küçüktü, pek azının kapasitesi 200 tonu aşıyordu. Gemicilik kârlı bir iş de değildi. Akdeniz ticaretinin en önemli kalemi tahıldı. Diğer önemli kalemler; zeytinyağı ve muhtemelen şaraptı. Mısır ve Kuzey Afrika buğdayın ana kaynağıydı.

Kara ticareti daha değerli mallarla sınırlıydı. Çanak çömlek, cam eşya, kaliteli yün, çeşitli süs eşyaları kara taşımasının yüksek maliyetlerini kaldırabilen başlıca mallardı. Odun ve kereste yalnız inşa faaliyetlerinde değil, yakıt olarak da kullanılıyordu. Diğer önemli bir ticaret konusu; önceleri fetihlerle bol miktarda elde edilen kölelerdi. Ancak imparatorluk nihai sınırlarına ulaşınca köle arzı daraldı ve fiyatları yükseldi. Köleler, büyük çiftliklerdeki işgücü ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılıyordu. Zenginler çok sayıda köleye sahipti.

Roma İmparatorluğu’nun kapsadığı coğrafi alanın genişliği ve bu bölgelerin ürünlerinin çeşitliliği ona otarşik bir ekonomik yapı kazandırmış olmakla birlikte, toplumun aristokrat kesimi Uzak Doğu’nun lüks mallarına aşırı bir talep göstermekteydi. Suriyeli ve daha sonra Yahudi tüccarlar, Batılı müşterilerine Doğu’nun ipek, baharat ve süs eşyaları gibi lüks mallarını sağlıyorlardı. Ancak Avrupa’daki bölgeler, Doğu’dan ithal ettikleri bu lüks mallara karşı kıymetli madenler dışında ihraç edebilecekleri bir ekonomik fazlaya sahip olmadıklarından ticaret açıklarını Doğu’da daima aşırı bir talebi olan altın ve gümüş gibi madenlerden yapılmış paralarla ödüyorlardı. 

İmparatorluk, Avrupa içinde ise komşusu barbar kavimlerle ticareti teşvik etmiyordu. Askerî ve stratejik önemi olan malların imparatorluk dışına gönderilmesi yasaktı. Bu bölgede çoğu Roma ihracatı lüks nitelikteydi. Çanak-çömlek ve bronz eşyalar en çok ticareti yapılan mallardı. Bu ticaret karşılığında imparatorluğa, barbar dünyadan hayvan, orman ürünleri ve en önemlisi de köle geliyordu.

Ticaret, Roma değerler sisteminde üstün bir yere sahip olmayıp aşağı sosyal sınıflara, yabancılara ve kölelere bırakılmıştı. Ancak Roma hukuk sistemi, özel teşebbüse önemli ölçüde serbestlik tanımakta ve ticari faaliyetleri cezalandırmamaktaydı. Sözleşmelerin uygulanmasına, mülkiyet haklarının korunmasına ve anlaşmazlıkların süratli ve genellikle adil bir çözüme kavuşturulmasına büyük önem veriliyordu. Hukuk sistemi, tüm imparatorlukta ekonomik faaliyetler için tek ve uyumlu bir çerçeve oluşturmaktaydı. Roma, istikrarlı ve sağlam bir para düzeni kurmuştu. Roma’nın altın parası Aureus, gümüş parası ise Denarius idi. Ayrıca daha küçük değerli bakır paralar bulunuyordu. Bu paraların ayar ve ağırlığında uzun süre önemli bir değişme olmamıştı.

İMALAT FAALİYETLERİ 

İmparatorlukta önemli sanayi dallarından biri, yaygın inşa faaliyetlerinden ötürü taş ocağı işletmeciliğiydi. Diğer önemli bir sanayi kolu da madencilikti. Kurşun borularda, bakır ve kalay bronz yapımında, altın ve gümüş ise para basımında kullanılıyordu. Madenler, önemli ölçüde uzak mesafeli ticarete konu oluyordu. Diğer gelişmiş bir sanayi kolu; çanak çömlek sanayisi idi. Bazı malların saklanması ve taşınması için gerek duyulan kapların yapımı, bu imalat kolunun büyük bir gelişme göstermesine yol açmıştı. Önemli sanayi kollarından bir diğeri olan dokuma, daha çok bir ev endüstrisi durumundaydı. Ancak bazı gelişmiş dokuma imalat merkezleri de bulunmaktaydı

Roma dünyasını meydana getiren doğu ve batı bölgeleri arasında, imalat faaliyetlerinin gelişme düzeyi bakımından önemli bir farklılık görülüyordu. İmparatorluğun doğu eyaletleri zengin bir sınai geleneğe sahip mamul mal üreticisi bölgeler iken, Avrupa’daki batı eyaletleri daha çok ham madde yetiştiricisi bölgeler durumundaydı.

İmparatorlukta imalat faaliyetlerinin önemli bir bölümü hür esnaf tarafından yürütülüyordu. Sanayide büyük ölçekli organizasyonlar, silah ve askerî üniforma fabrikalarıyla sınırlıydı. Her şehirde kırsal çevre için üretim yapan esnaf vardı. Bunlar küçük ölçekli işletmelerde, az bir sermayeyle ve mahallî pazarlara yönelik olarak üretim yapıyorlardı. Büyük şehirlerde aynı meslekten esnaf grupları loncalarda toplanmıştı. Collegia adı verilen bu dernekler, ekonomik olmaktan çok sosyal amaçlı kuruluşlardı. Sosyal dayanışma, yoksullara yardım, ölen üyelerin dinî merasimlerinin icrası bu amaçların başlıcalarıydı.

Roma dünyası, insan faaliyetinin diğer alanlarında oldukça başarılı olmasına rağmen sınai teknoloji alanında hareketsiz kalmıştı. Bu teknolojik kısırlık, İlk Çağ medeniyetlerinin kültürel parlaklığıyla tam bir çelişki teşkil etmektedir. Bu konuda enteresan bir örnek su değirmenleridir. Romalılar, su değirmenlerinden haberdar olmalarına rağmen çok az su değirmeni inşa ettiler; bunun yerine insan ve hayvan gücüne dayanan değirmenleri daha yaygın olarak kullandılar.

Roma’nın bu teknolojik başarısızlığının önemli bir açıklaması, onun sosyoekonomik yapısında yatmaktadır. Çoğu üretken faaliyetler, köleler ya da köleden farklı olmayan köylülerce yapılıyordu. Sürekli ucuz köle arzı mümkün oldukça yeni üretim teknikleri ile işgücü maliyetini düşürmeye gerek yoktu. Köleler, teknolojik gelişmeyi başarma imkânına sahip olsalar bile, teknolojik ilerlemenin daha yüksek bir gelir düzeyi ya da daha az çalışma şeklinde ortaya çıkacak nimetlerinden yararlanma şansına sahip değillerdi. Buna karşılık küçük bir imtiyazlı sınıfın üyeleri, kendilerini savaşa, yönetim işlerine, sanata, bilime ve gösteriş tüketimine hasretmişlerdi. Onlar, üretim araçları ile ilgilenmek için ne gerekli tecrübeye ne de herhangi bir isteğe sahiptiler. Bu nedenle Roma gibi köleliğe dayalı bir toplumda büyük sanat ve edebiyat şaheserleri ortaya konabilirdi, ancak ekonomik büyüme başarılamazdı.

ROMA EKONOMİSİNİN GERİLEMESİ 

Çok az konu Roma İmparatorluğu’nun çöküşü kadar tarihçileri yakından ilgilendirmiştir. Birçok tarihçi, ekonomik faktörlerin çöküşün kritik ve tayin edici nedeni olduğu konusunda birleşmişlerdir. İmparatorluğun son dönemlerinde giderek artan bir problemi, Romalıların barbar olarak nitelendirdikleri Germenlere karşı kuzey sınırlarının korunmasıydı. MS 3. yüzyıla kadar Roma’nın askerî üstünlüğü tartışma götürmezdi. Hatta 5. yüzyılın başlarında bile küçük Roma birlikleri, büyük barbar ordularını mağlup edebiliyorlardı. Fakat üstünlük marjı giderek daralıyordu. Barbarların artan askerî yetenekleri, Roma’nın mukayeseli üstünlüğünün azalmasına yol açıyordu.

Askerî üstünlükteki bu nispi düşüşle birlikte, imparatorluğun masrafları da artmaktaydı. Roma’nın barbar kavimlerle olan sınırlarının korunması, artan bir mali yükün doğmasına neden oluyordu. Barbarların istilalarını önlemek için verilen haraç miktarları arttırılmış, askerî masraflar yükselmişti. Öte yandan artan savunma ihtiyaçları, eyaletler üzerindeki imparatorluk kontrolünün daha da sıkılaştırılmasını gerektirdiğinden bürokrasi hem güç kazanmış, hem de kadrosu genişlemişti.

Harcamalar artıp vergi ihtiyacı yükselirken verginin kaynağı süratle aşınıyordu. 300’lerde imparatorluğun doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasıyla ekonomik bakımdan daha zengin olan doğu eyaletleri kaybedilmişti. İçteki siyasi karışıklıklar, sınırdaki güvensizlikler iktisadi faaliyetlerin felce uğramasına yol açmıştı. Tarlalar işlenemiyor, atölyeler işletilemiyor, ocaklar çalıştırılamıyordu. Kara yolları bakımsızdı, denizler korsanlarla doluydu, ticaret sekteye uğramıştı. Ekonomik faaliyetlerdeki bu gerilemenin beraberinde getirdiği kıtlıklar ve salgınlar, savaşlardan daha fazla olarak insanların kırımına yol açarak imparatorlukta bir işgücü kıtlığının doğmasına da neden olmuştu.

Ticaretin sekteye uğraması, şehirlerin gerek duydukları malları temin etme ve ürettikleri malları satma imkânlarından mahrum kalmaları sonucunu doğurmuştu. Ürettikleri malları satamayan şehir sanayileri üretimlerini azaltmıştı. Öte yandan Doğu ile yapılan dış ticaretin sürekli açık vermesi, bu açığın kıymetli maden ihracı ile karşılanmasını gerektiriyordu. İmparatorluk, karşılaştığı yeni mali güçlükler karşısında bu ticareti sürdürme imkânından da yoksun kalmıştı. Böylece bir yandan şehirle kır, öte yandan da bölgeler arasındaki ekonomik bağımlılık yerini bölgesel yeterliğe bırakmıştı.

Roma yönetimleri, karşılaştıkları bu problemlerin üstesinden gelebilmek için sonuçta ekonomiyi daha da zor şartlara iten çeşitli tedbirlere başvurdular. Öncelikle artan gelir ihtiyacını karşılayabilmek için vergiler ağırlaştırıldı. Ağır ve çoğu zaman da adaletsiz vergileme, köylülerin ve esnafın durumunun daha da kötüleşmesine ve zenginle yoksul arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.

Mali problemlerini çözme konusunda vergi gelirleri yetersiz kalan devlet, bir çare olarak paranın ayarıyla oynadı ve değerini sürekli düşürdü. Üçüncü yüzyıl boyunca süren bu ayarlamalar, yüzyılın sonunda denariusun satın alma gücünün enflasyondan önceki değerinin yüzde birine düşmesine yol açtı. Buna karşılık, maksimum fiyatlar ve ücretler belirlenerek duruma bir çözüm getirilmeye çalışıldı, ancak bu da başarısız oldu. Enflasyon, bakır paralar tamamen değersiz hâle gelinceye kadar devam etti. Dördüncü yüzyılın sonunda çok az gümüş ve bakır para basıldı. Sonuçta imparatorluk, tamamen altına dayalı para sistemine geçti. İmparatorluğun çöküş döneminin iki önemli ekonomik problemi; enflasyon ve para ayarının bozulmasıydı. Bu hızlı enflasyon karşısında bir çare olarak vergilerin ürün ya da hizmet şeklinde toplanması yoluna gidildi. Vergiler ayni olarak toplanınca ödemeleri de ayni yapma zorunluluğu doğdu. Askerlerle memurlar maaşlarını ve bir kısım şehir halkı sosyal yardımlarını ayni şekilde almaya başladılar. Böylece piyasa ekonomisi kaynak dağılımını düzenleme, para ise bir değişim aracı olma fonksiyonunu önemli ölçüde kaybetti.

Devlet, mali politikalarındaki bu değişmelere ek olarak iktisadi faaliyetlerin cereyan ettiği hukuki çerçeveye de geniş müdahalelere girişti. Bu müdahaleler sonunda, sosyal yapı artan ölçüde katılaşırken Roma ekonomisinin daha önce gösterdiği dinamizmin temelinde yatan ve Roma hukukunda ifadesini bulan mülkiyet hakları sistemi de geniş kısıntılara uğradı. Bu ise sosyal hareketliliği sınırlayarak kişisel teşebbüs gücünü yok etti.

Ekonomik hayatın her yönünü etkileyen bu müdahaleci iktisat politikası, çok çeşitli bürokratik kontrol mekanizmalarını kapsıyordu. Öncelikle esnafın ve tüccarın mesleki özgürlüğü kısıtlandı. Başkentin yiyecek ihtiyacını karşılayan tüccar ve gemi sahipleri, bir dernek hâlinde örgütlenerek bazı vergi bağışıklıklarını da kapsayan ayrıcalıklar kazandı, buna karşılık meşguliyetleri babadan oğluna geçer hâle getirildi. Aynı şekilde vergi gelirlerinin daha kolay toplanabilmesi için her meslekten esnafın bir esnaf cemiyetine girmesi zorunlu kılınarak esnaf cemiyetleri resmî birer devlet organına dönüştürüldü. Esnaf üyesi, bulunduğu bu derneği terk edemezdi. Bu kişilerin servetlerinin aynı meslek grubu içinde kalabilmesi için evlenme hakları kısıtlandı ve çocukların baba mesleğine devamı zorunlu hâle getirildi.

Aynı bürokratik kontrol mekanizmaları, tarım sektörüne de uygulandı. Köylerden şehirlere göçü önlemek ve kırsal kesimden tahsil edilen vergileri garanti altına alabilmek için çiftçileri bulundukları topraklara bağlayıcı bazı tedbirler getirildi. Özellikle latifundiyalarda köle işgücünün yanında serbest sözleşme ile çalışan köylüler, bulundukları toprakları terk edemez oldular. Kolonluk sistemi adı verilen bu uygulamaya göre topraklarından ayrılanlar, 30 yıl içinde, bulundukları yerlerden zorla eski topraklarına geri getirtilebilecekti. Böylece hür köylü, toprağa bağlı köylü hâline geldi. Zamanla bu kişilerin şahsi hürriyetlerini kısıcı başka bazı sınırlamalar da getirildi. Kolon bir köylüden doğan çocukların aynı topraklarda kalabilmesi için evlenme hakları kısıtlanarak hür bir kadınla ya da toprakları dışından biriyle evlenmeleri yasaklandı. Buna karşılık daha önce köle durumunda olanlar statü açısından yükseldi. Böylece hür köylü ile köle arasındaki fark azaldı ve toplum, Orta Çağ’ın serflik sistemine doğru kaymaya başladı

Bütün bu gelişmelerin sonucunda, Roma İmparatorluğu gibi dünya çapında bir siyasiekonomik birliğin vatandaşlarına sağladığı kazançlar azaldı; vergiler arttı; devletin ticarete verdiği destek kayboldu. Bölgesel küçük birlikler, Roma İmparatorluğu’ndan daha fazla güvenlik sağlar hâle geldi. Devletin koruma sağlama fonksiyonunu tam olarak yerine getirememesi; mahallî güçlerin bu boşluğu doldurmasına ve adli, mali ve hatta siyasi bağımsızlık kazanmalarına neden oldu. Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da Cermen istilacılar karşısında yıkılması, bu süreci tamamladı ve Batı Avrupa’da küçük ölçekli siyasi ekonomik birliklerin Orta Çağ boyunca bin yıl sürecek egemenliğini başlattı.

Yalnız imparatorluğun doğu ve batı bölgeleri, farklı bir gelişme seyri izledi. Doğu Roma İmparatorluğu, bin yıl daha varlığını sürdürebildi. Bu farklılığın çeşitli nedenleri vardı. Doğu eyaletleri batıya göre daha zengin ve yoğun nüfuslu olduğundan imparatorluğun savunma harcamalarını ve bürokratik yükünü daha kolaylıkla taşıyabildiler. Ayrıca doğu eyaletleri, ihraç edilebilir bir tahıl fazlasına ve mamul mallara sahipti. Daha yoksul ve seyrek nüfuslu olan Batı Roma İmparatorluğu, daha büyük bir askerî tehditle karşı karşıyaydı. Batı Roma İmparatorluğu, Cermenlerin ve 5. yüzyıldan itibaren de Hunların baskısı altındaydı. İkinci yüzyılın ortalarından itibaren hemen hemen sürekli savaş vardı. Ayrıca Batı Roma İmparatorluğu’nun sosyal problemleri de daha ciddi ve derin temellere dayanıyordu.

KAYNAK:

Prof. Dr. Ahmet Kala İKTİSAT TARİHİ

Reklam (#YSR)