İPAR GÜLÜ, İPAR SULTAN EFSANESİ, GİĞİ DAĞI VE TANRI DAĞI©

YAZAN: Ali YILDIZ [1]

Eski Türkler kurbanlarını yüce dağ başlarında Gök Tanrı’ya (Görklü Tanrı-Yüce Allah) yakın olduklarına inandıkları yerlerde keserlerdi.

Bulgar Dağları’nın üstünde Alagöl’de (Göveri Tepesi) Geyik Dede isimli yatıra bütün bu civar aşiretleri Temmuz’da gidip kurban keser, dua eder, çocuğu olmayan kadınlar uykuya yatarlar, rüya beklerlerdi.

Sultan Dağındaki Yörükler,  Giği (Geyik) dağındaki yatırı Ağustos ayında ziyaret ederek kurban keserler. İki rekât namaz kılıp, bekâr erkekler; “Dolandım geldim ocağına, bir kız ver kucağıma”, kızlar da aynı duayı er istemek için yaparlar,  çocuğu olmayanlar; “Dolandım geldim ocağına, bir evlat ver kucağıma” derlerdi.

Geyikdağı Gezisinden

 İPAR SULTAN

21-22 Temmuz 2012 Giği Dağı ve İpar Gülü Gezisi

Alanya’nın kuzeyinde, Gündoğmuş’un doğusunda ortalama 2000 m yükseklikteki bol sulu, yeşil çayırlı, kar sularının birikmesi ile oluşan krater göllerinin süslediği yaylalara Yedi Kaza yaylaları derler. Bu yaylalara, Alanya, Manavgat, Gündoğmuş, Akseki, Gazipaşa, Bozkır, Hadim ve Beğşehri Yörükleri çıkarlardı. Yayla onların en az 6 ay vakit geçirdikleri yazlık yaşam alanlarıydı. Sehilde bir birlerinden kopuk yaşayan Yörükler yaylalarda kaynaşır tanışır, akraba, dost ve arkadaş olurlardı. Sürülerini yakın otlaklarda otlatır, eğlence ve düğünlerini birlikte yapar, cenazelerini beraber kaldırırlardı.  Yedi Kaza yaylaları böylesine bir kaynaşma ortamı idi. Yaylaların ilk kuruluşunda bütün yöreye hakim olan Oğuz Oymakları sonradan kendi yerleşim yerlerinde iskan edildiler. İlk gelenler Oğuzhanlu oymağı idi. Bunlar o tarihlerde Alanya’ya bağlı olan Kızılağaç, Malan Koyağı, Ortaköy bölgesini yurt edindiler. Yaylalarının adını da Oğuz yaylası, Barçın Yaylası, Söbüçimen, Serikli, Karaman, Avşarlar, ( Avsallar) koydular. Yedi değişik kazadan gelen bu Yörüklerin yaylasına Yedi Kaza yaylası adı verildi.

AVŞAR BEYİ

İpar Gülü

Vaktiyle Yedi Kaza Yaylalarında Avşar obasının beyi, Avşar Ağa’nın İpar adında bir güzel kızı varmış.

İpar misk demektir. Hani biz günlük konuşmalarda mis gibi tüter deriz ya. İşte Avşar Ağa, bu güzel kızının adını güzel kokulu çiçeklere benzetip İpar koymuş. Avşarlar yaylasının kuzeyi Tanrı Dağı’dır. Adı Orta Asya’dan gelen Yörük- Türkmen obaları vermiş. Orta Asya hasretini bu isimle yaşatır olmuşlar. Ağa kızlarına Sultan demek adettendir. Böylece ahali bu güzel kızı İpar Sultan diye çağırır olmuş.

TANRIDAĞLI BAHTSIZ ÇOBAN

Avşar kızı  İpar Sultan, Gündoğmuş’un doğusundaki Tanrı Dağı’nda davar güden bir çobana âşık olmuş. Aman efendim, ona kim aşık olmazmış ki? Çoban kara kaşlı, kaytan bıyıklı, cepkeni kartal kanatlı, başındaki Karaman börkü ipek şallı imiş. Endamı tatlı selvi boylu bir Yörük çocuğu imiş. Fakat kavalı öyle bir çalarmış ki Seyrikli koyağının, Karaman çukurunun, Barçınlı Dağının, Çaşır yaylası’nın Oğuz yaylasının, Karıngöl’ün, Mecekalanı’nın, Yenicepazar’ın,  Kurugöl’ün  tepesindeki çoban kayaları iniler, Söbüçimen’in ketirleri ses verir, Deringöl’ün çimenleri can bulur,  deve dikenlerinin “tüyleri diken diken olur” muş. Onun güttüğü koyunlar daha kaymaklı süt verir, kuzuları daha tatlı meler, tekeleri daha çok döllermiş. Karakeçilerin tüyleri yalbır yalbır parıldarmış güneşten. Çoban kavala üfledi mi Yedi Kaza yaylalarının kır bülbülleri susar, kurtlar ulumayı keser, göçmen kuşları ovaya inip kaval sesini dinlermiş.

UMUTSUZ AŞK

Ama babası Avşar Ağa  ve ağabeyleri çobanı istememişler. Elinde çoban değneği ve kuşağında sokulu kavalından başka bir varlığı yokmuş çobanın. O ne ki, bir çoban parçası diye küçümsemişler. Oysa İpar Sultan yanıp tutuşurmuş çoban için. Onun sürüyü götürdüğü yerlere yakın dolaşır, o kavalını üflediğinde kâinatın sustuğu, gökyüzünü sadece kaval sesinin kapladığını duyunca yüreğinin yağı erir, yolunun onun geçeceği yollardan olmasına uğraşır yüzünü görünce bağrındaki güller tomurcuklanırmış. Babası ve ağabeyleri İpar Sultan’ın sık sık dağlara gittiğini çobanın peşine düştüğünü anlayınca işkillenmişler. Bir daha seni o dağlarda görürsek ayaklarını kırarız diye tehdit etmişler. Çadırdan dışarı çıkmasını yasaklamışlar. Bir gün İpar Sultan canına tak edince her şeyi göze alıp yine dağa çıkmış, çobanı Sultan Muğarı’nda sürüsünü kürnetirken yakalamış. “Kulun kurbanın olim al beni ben sana yangınım” demiş. Bizim oralarda aşkın adı yangındır. Çoban da “ahhh  be İpar Sultan ben bir çoban parçasıyım seni bana kim verir” diye cevap vermiş. Ama onun da içinde yangınlar varmış. O da İpar Sultan’a deliler gibi yangınmış. Gel zaman git zaman, bakmışlar bu böyle olmayacak, Ağa kızı vermeyecek, İpar Sultan da çobanla birlikte obadan kaçmış. Bunu haber alan Ağa ve kardaşları ellerine yağlı mavzerleri alıp kaçakların peşine düşmüşler. Çoban ile İpar günlerce saklanmış takipçilerden. Ama ekmek, azık yok, perişan olmuşlar. Buldukları mağaralarda gündüzleri samanlık seyran olup yatmışlar. Geceleri  yol alıp kendilerini kurtarmaya çalışmışlar. Gide gide Giği Dağı yamaçlarına tırmanmışlar. Giği Dağı bir yaman dağdır. Kuş uçmaz, kervan geçmez derler ama, bu dağın kuşu da kekiği de kekliği de çoktur. Keklikleri sürmeli, tavşanları uzun kulaklı, turnaları çığlıklı, leylekleri uzun bacaklıdır. Kirpisi, çakalı, kurdu, domuzu, faresi, kartalı, şahini  bol bir yüce dağdır Giği Dağı. Adını Geyikten alır ama geyikleri artık ocumuştur dağın.  Bu yüce dağın ne zaman yağacağı ne vakit eseceği belli olmaz.. Yağmur yağar doluya çevirir, güneş açar  sonra elpik kara döndürür. Bıçak gibi rüzgârı burgulu eser, yağmuru bardaktan boşanır. İşte bizim iki gönül yangınımız bu dağa sığınmışlar.

HAZİN SON

Günlerce yapılan takipten sonra Çoban ile İpar’ın, Giği Dağı yamaçlarında olduğunu öğrenen  Ağabeyleri onları sıkıştırmışlar. Giği Dağının tepesine yakın bir yerde iyice kıstırılmışlar. İpar Sultan Giği Dağının tepesine çıkıp, arkasından yeten eli silahlı ağabeylerini görünce ; ”Allah’ım beni bu zalimlerin eline koyacağına, yer yarılsın içine gireyim” demiş. El ele tutuşmuşlar, dilek kapıları açıkmış, Sultan kızın dileği kabul olmuş ve Giği Dağı’nın en yüksek yerinde bir yarık açılmış ve Dertli Çoban ile İpar Sultan bir “AHHH!” çekerek oraya gömülmüş kalmış. Avşar Ağa ve oğlanları İpar gibi bir gülü kaybettiklerine mi yansınlar yoksa elleri boş kaldığına mı? İtten pişman olmuşlar ama ne fayda.. Akıl baştan gittikten sonra olacağın önüne geçilmez.

İPAR GÜLÜ

İpar Sultan’ın ahından yayılan nefesle Giği Dağı yamaçlarında ılık bir yel esmiş. Ilık yel toprağı ısıtmış, tohumlar döl vermiş, çiçekler gül vermiş ortalığı İpar Gülleri kaplamış. Her Temmuz sonu ve Ağustos başında  bu dağda İpar çiçeği çıkar, İpar Sultan’ın kadife elleri gibi yapraklar açar, ortasından çıkan toz pembesi renginde çiçekler   ipek zülüfleri gibi dağılır, onun yanağı gibi pembeleşir, nefesi  gibi misk kokarmış. Ama tıpkı İpar Sultan’ın umutsuz aşkı gibi çabucak solup gider, arkasında ölümsüz bir koku bırakırmış.

YASDI İPAR ve İPARLI DAĞI

İpar Gülü’nün tellerinden bir kısmını kuzey rüzgârları alıp güney doğru uçurmuş, orada bir dağın başına düşen İpar tohumları çiçek olup açmışlar. Tepesi yası olan  bu dağa Yasdı İpar denilmiş. Tepesindeki çukurda  bir kar gölü (krater gölü) varmış.

Rüzgarlar doğudan esince İpar tohumlarını batısında Çaşır yaylası üstündeki  dağa uçurmuş. Burada da İpar gülleri açmış buna da İparlı demişler.

SULTAN MUĞARI

Giği Dağı’ndan akan İpar Sultan’ın gözyaşları, karlar eridiğinde Tanrı Dağı önündeki bir muğardan çıkarak Eğri Göle doğru salınıp gidermiş. Buraya Sultan Muğarı denilmesinin sebebi budur.

SULTAN EVLİYA

Madem ki  Allah onun dileğini kabul etti; ondan sonra bu kıza Sultan Evliya da denilmiş. Adına adaklar adanır dualar edilirmiş.

Şimdi o dağ başı bir adak yeridir.  Çevreden gelen Yörüklerden dileği olanlar İpar Sultan’ı makamında ziyaret edip adaklar adarlar.

İşte Tanrı Dağlı isimsiz çoban ile Ağa kızı İpar Sultan’ın aşkı böyle bir hazin sonla bitmiş. Onlardan geriye açtığında misk gibi kokan ömürsüz İpar Gülleri ve onları yaşatan Giği Dağı, İparlı ve Yasdı İpar Dağları ile bunları Avşarlar yaylası üstünden hüzünle seyreden Tanrı dağı  hatıra kalmış.

Aşağıdaki Bozlak bu havalide söylenen bir Yörük deyişidir.

Alacabel’den aşar Süleğin yolu,

Dipsiz Göl’de biter şo İpar Gülü,

Sene vardım sene Ildızlı Dağı,

Hep gözeller üstüne dökülüp gelir.

Tülülerin önü ala beşikli,

Göktepe’ye sahraya dökülüp gelir,

Yassıl ülen Göktepe ay! yasıl,

Hep gözeler üstüne çekilip gelir.

Üstü ala beşikli mayalar sahraya dökülüp gelir.

Gelesandırayla Guruca’dır şu dağların eteği,

Yenicebazar’la Göktepe hep gözeller yatağı,

Susambeli’nin yolları enerdir daşdır,

Ağalmış ağlamış da gelinler gızlar gözleri yaşdır,

Ölüm Allah’ın emri a sevdiğim,

Ayrılık güçdür.

Aman Beymuğarı gürleyip çıkar,

Gatran oluğu da harlayıp akar,

Gelinler gızlar durmuş da seyrine bakar.

EFSANEDEN GERÇEĞE

Bizim, Tanrı Dağı ve Giği Dağı’nı Temmuz sonunda ziyaret etmemizin asıl sebebi de onun yer yarılıp içine girdiği dağ başında “ahından”  açan İpar Çiçeklerini görmek ve gözyaşlarından oluşan Sultan Muğarı sularından içmek içindir.

Giği (Geyik) Dağı Gündoğmuş İlçesinin 30 km doğusunda Akdağlar kabarığının 2900 rakımlı bir zirvesidir. Akdeniz bölgesinde Batı Toroslar’ın Kızlar Sivrisi’nden sonra en yüksek tepesi burasıdır.

Türkmenler Giği Dağını kutsal ziyaret mekânlarından sayarak, Temmuz ayında bu dağda kurban keserlerdi.

Etrafında birçok krater gölü bulunan Giği Dağının doğusunda Tanrı Dağı (2600m), güneyinde Yassı İpar Dağı (2700m) Batısında Karadağ ve İparlı Dağları bulunur. Bu dağların tamamı Alanya’nın kuzeyini kaplayan Akdağlar silsilesinin zirve noktalarıdır.

Giği dağının doğusundaki 2600 rakımlı Tanrı Dağı, tırmanılması kolay bir dağdır. Geçmiş yıllarda bu dağı ziyaret ederek şükür namazı kılmıştık.

Yayla olarak doğusunda  Avsallar (Avşarlar), Söbüçimen Yaylası ve Seyricek Yaylası (Güney ve Karamanlar), Güneyinde Kurugöl  Yaylası, Barçın Yaylası, Oğuz Yaylası ve batısında Karabul, Çaşır yaylaları;  kuzey ve kuzey batısında   Yanicepazar,  Alibeyler , Karıngöl, Mecek alanı yaylaları vardır. Bu yaylakların hepsi krater gölleri ve su kaynakları etrafında yerleşmiştir.

Sultan Muğarı’nda ilk konuştuğum yakınımızda sürüsünü otlatan Gündoğmuş Akyarı köyünden bir çoban idi. Önce Geyik Dağı’na çıkıp çıkmadığını sordum. Eteklerine kadar çıktım ancak depesine  çıkmadım dedi. Neden çıkmadın diye sorunca ilginç bir ayrıntı öğrendim kendisinden. Benim davarlar oraya çıkmaz dedi. Ben zirvelerde çobanların dolaştığını söyleyince; onlarınki keçidir, kancık davardır, onlar çıkar, ama ben teke çobanıyım kurbanlık tekeler oraya çıkmaz dedi. Biraz deşeleyince tekelerin iğdiş olduğunu bunların dağa tırmanmadığını, dişi keçilerin ise laf dinlemeyip, nerede ot bulursa dağ bayır yayıldıklarını söyledi.

Dedim ki tabi dişi keçiler anadır, yavrusuna süt verecek, sorumlulukları var. Yavru besleyecek. Ama erkek öyle mi; işini yapar keyfine bakar çalışsın kadın, yavruyu beslesin. İyi ki tekeler kahveye gitmiyor yoksa akşama kadar okey oynarlardı diyorum..

Dağlar sadece güzellik ve heybetleri ile değil bununla birlikte kâinatın geçirdiği evrelere ve insanlığın eski zamanlarına da tanıklık ediyor.

Bu son gezimizde öncekilere göre çok daha ilginç bir fosile rastladık. Bir obruğun yamacını tırmanırken gezi arkadaşlarımdan Mehmet Günay buldu onu. Adını Mehmet Günay Fosili koyduk. Adeta bir büyük karpuz gibiydi. Dönerek yuvarlanmış ve dönerken üzerinde sanki bir mil yuvası gibi yuva varmış veya oluşmuş. Kalker tabakalarının arasına öylece donup kalmış. Kireç taşından olan kaya blokları ondan daha sert idi. Yağlı bir sıvının farklı bir sıvı ortamında salınırken meydana gelen dönme hareketi ile yusyuvarlak olup kalışı gibi diye izah edilebilir. Rengi siyah ve kahverengi arası taşlaşmış ama taştan daha yumuşak.

İkinci si derisi yüzülmüş bir koyun gövdesi donup kalmış. Başı yok. Ama kaburga vs belirtisi de yok.

Üçüncüsü de Ağaç Profilleri. Eskiler makta derler. Bu ağaç yahut kereste profilleri yakın zamanların oluşumlarını andırıyor üzerinden katran sızması gibi yağ bulaşıkları var ama taşlaşmış. Bunlardan o kadar çok var ki; birkaç tanesine geçen seneki gezimizde Nuri Sezen ile rastlamıştık. Şimdi farklı bir yönden tırmandığımız halde aynı profilleri orada da gördük. Birkaç tanesini yanıma aldım. Evdeki müzemde(!) onları saklıyorum.

Giği Dağı’nın güney yamaçlarında 2700 rakımdan sonra İpar Gülü denilen bir çiçek açar. Bu dağ çiçeği Temmuz ayının son haftaları ile Ağustos ayının ilk haftalarında açar ve solar. Endemik (başka yerlerde türüne rastlanmayan)bir çiçektir. Biz bu güzel İparları 2900 rakımda ziyaret ettik. Zirvesinde Tanrı Dağı’nı seyrederek iki rekât şükür namazı kıldık.

Orhun kitabeleri  Tengri Kağan Yazıtı’nda ; “babası Lisün  Tay-Şengün kumandasında beş yüz kişi geldi İpar (Yıpar, kokuluk, parfüm) altın ve gümüş bol miktarda getirdi .”  yazılıdır.

İpar, Arapça misk sözcüğünün karşılığıdır. İpar çiçeği de yeni açtığında misk gibi kokar. Yetiştiği rakımlarda hava çok sert ve rüzgârlı olduğundan bir hafta içinde solmaya başlar. Bu güzel kokuyu rüzgâr arı kovanlarına doğru taşıdığında, arılar harekete geçer ve İpar’a doğru uçarlar. Arada çok büyük engeller ve mesafe olsa da arılar 2700, 2900 arası rakımlara kadar uçarak İpar’ın güzel çiçek özlerini toplayıp kovana götürüler. Onun için GİĞİ BALI meşhurdur. Giği balında İpar Rayihası vardır.

Şimdi mesele şudur: Bu güzel çiçek acaba şartlar sağlanırsa farklı coğrafyada yetiştirilip ondan İpar parfümü elde edilebilir mi?

Bu hayalimizin gerçekleşmesi dileği ile..

İLGİLİ KONULAR: 

1 – BEREKET İNANCI, BEREKET MOTİFLERİ VE TAŞELİ (GAZİPAŞA) ÇİFTÇİLERİNDE BEREKET TAŞI ©

NOTLAR: 

[1] Araştırmacı-yazar.   [email protected]

Reklam (#YSR)