FATİH SULTAN MEHMET
( II. MEHMET )

30 Mart 1432(Edine) – 3 Mayıs 1481 ( Hünkar Çayırı)

 

Yalnızca 21 yaşında yaptığı zekice planla Bizanslıları şaşırtan ve İstanbul’un fethiyle yeni bir çağ başlatan, Osmanlı Devleti’nin en önemli padişahı Fatih Sultan Mehmet’in destanlara konu olan hayatını 2 yönden ele alacağız:

“Kısa ve Özet bilgi”, sonrasında “Uzun ve Detay bilgi”

İki yönüyle de karşınızda…

KISA VE ÖZET BİLGİ

Babası II. Murat Han’dır. Daha henüz 12 yaşındayken babasının isteğiyle tahta çıkmıştır. Osmanlı’nın o zamanki şartları ve yaşının küçüklüğü yüzünden tahtını iki yıl sonra, 1446 yılında kendi isteğiyle tekrardan babasına bırakmıştır.

İkinci kez tahta çıktığında 19 yaşındaydı. İstanbul’un fethi için Musluhiddin ve Saruca Serkan gibi Osmanlı mühendislerine ve Macar Urban’a, Edirne’de “şahi” adı verilen toplar döktürdü.

İstanbul’u fethettiğinde sadece 21 yaşındaydı. İstanbul’un fethiyle Orta Çağ’ı kapatıp Yeni Çağ’ı açan Sultan Mehmet, fetihten sonra “Fatih” unvanını aldı. İstanbul fethedildikten sonra, Bizanslı birçok yüksek rütbeli kişi Fatih’e katılmıştır. Rum yazar İmrozlu Kritovulos bu isimlerin başında gelir. Şehir düştükten sonra Fatih kendi fethinden dersler çıkardı. Roma’dan Bizans’a, kalan surların İstanbul’un savunmasında yetersiz kaldığını gördü. Bu nedenle, gözcülük için üç kule daha ekletip Yedikule’yi yaptırdı.

Son Bizans Kralı Konstantin’in çocuğu yoktu. Abisi Teodor’un üç oğlu vardı. Fatih bu çocukları Topkapı Sarayı’na aldı. Çocuklardan birisi Sadrazam Has Murad Paşa, diğeri yine Sadrazam Mesih Paşa’dır. Üçüncüsü ise Müslüman olmamış Paliologos adında varlıklı ve Osmanlı’ya hizmet eden biridir.

Zevk ve sefadan hoşlanmazdı. İdari ve askeri çalışmalar zamanının çoğunu alırdı. İlime büyük önem verirdi. Devrin önemli alimlerinin ilim ve irfanından yararlanmaya çalışırdı. Bilime meraklıydı. Büyük bilim adamlarını İstanbul’a getirtti.

Astronomi uzmanı Ali Kuşçu’yu Tebriz’den İstanbul’a getirtip baş astronom yaptı. Ali Kuşçu, Risalet-ül-Muhammediye başlıklı kitabını ve İstanbul yolculuğu sırasında hazırladığı matematik kitabını Fatih’e sundu. Coğrafya ve tarihe de meraklıydı.

Çok sayıda lisan konuşuyordu. Türkçenin yanında Yunanca, Arapça, Latince, Farsça, İbraniceyi ana dili gibi konuşurdu. Rumca ve Sırpça da bildiği düşünülüyor.

Şairler, sanatkârlar ve alimlerle sıklıkla bir araya gelir sohbet ederdi. Özellikle hocası Akşemseddin, en çok değer verdiği alimlerden biridir. İtalyan kültürüne meraklıydı. Hatta son seferi de bugünkü İtalya topraklarınaydı.

Gedik Ahmet Paşa’ya Puglia eyaletini üs kurdurmuştur ve kendisini orada tutmuştur. 1479’da ünlü Venedikli ressam Gentile Bellini’ye portrelerini yaptırdı. En ünlüsü şu an Londra’daki National Portrait Gallery’de sergilenmekte. Sakalsız, genç bir adama bakarken resmedilen bir tanesi de 1950’lerde İsviçre’de özel bir koleksiyonda bulundu. Genç adamın, o sırada 20 yaşında olan Cem Sultan olduğu sanılıyor. Çünkü kendisinden sonra tahta geçecek diğer oğlu II. Bayezid, o sıralarda 32 yaşındaydı. Fatih’in oğlu II. Bayezid çok dindardı. Bellini’nin yaptığı meşhur tabloyu ve diğer tabloları Topkapı Sarayı’ndan atmış ve ünlü ressamın sarayın bazı duvarlarına yaptığı freskleri de sıvayla kapattırmıştır.

Fatih, Avni mahlası ile divanlar yazdı. Mahiyetindeki 185 şairden 30’unu maaşa bağladı. Okumayı severdi. Kanuni’den çok önce, bir kanunname ve bir anayasa hazırlattı.

Farsça ve Arapça eserler okurdu. Batlamyos Haritası’nı 1466 yılında tercüme ettirdi ve Arap harfleriyle yazdırdı. Felsefeye de meraklıydı. Trabzon Rum İmparatorluğu’nu Osmanlı topraklarına kattıktan sonra, felsefeci Amiroutzes’i saraya aldı. Onunla sık sık felsefe üzerine konuşurdu.

Topkapı Sarayı’nda, içlerinde Aristotales ve St Thomas Aquinas’a ait eserlerin bulunduğu büyük bir kütüphane kurmuştur. Çağdaş tarih yazıcılığı Osmanlı’da Fatih dönemiyle başlamıştır.

Prof. Dr. Süheyl Ünver, 1940 yılında Topkapı Sarayı’nda bir defter buldu. Bu defter Fatih’in çocukluk defteriydi. Defterde kendi çizimi olan at başları, leylek, baykuş, kartal figürleri vardır. Ayrıca Fatih hocaları ya da etrafındakilerin karikatürlerini çizmiştir. Defterde; Yunan alfabesi, çiçek motifleri ve Farsça beyitler de yer almaktadır. Fatih’in biyografisini ve 17 senesini anlatan el yazısı Tarih-i Sultan Mehmed Han-i Sani adlı kitap Topkapı Sarayı’ndadır.

Osmanlı tebaasındaki tüm dinlere mensup halka eşit mesafedeydi. 1481 yılına kadar tahtta kaldı. Bizzat 25 sefere katıldı. Otlukbeli’de Uzun Hasan’ı yenince, zaferini kutlamak için 40 bin esiri serbest bıraktı. 900 bin km olan Osmanlı topraklarını, 2 milyon 214 bin km’ye çıkardı.

Ömrü boyunca, iki imparatorluk, dört krallık ve on bir prensliği kendine bağladı. Temkinliydi ama aldığı kararları kesinlikle uygulardı. İleri atılan askerleri savaşa teşvik ederdi ve oldukça sert bir devlet yönetimi anlayışı vardı.

Fatih’in en sevdiği oğlu Şehzade Mustafa idi. Şaibeli ölümü onu kahretti. Venedikli seyyah yazar Giovanni Maria Angiolello, Şehzade Mustafa’nın hizmetindeydi. Fatih’in duyduğu büyük acısını şöyle anlatmıştır: “Yerdeki halıları kaldırdı ve kir üzerinde durup oğluna ağıt yaktı. Yerden tozları alıp başına döktü. Yüzünü, dizini dövüyordu, inliyordu. Üç gün üç gece böyle kaldı.”

Venedik Kralı tarafından planlanan on dört suikast girişiminden sağ kurtulmayı başardı.

Çok hasta olmasına rağmen sefere çıktı, gut hastası (nikris) olduğu için ata binmesi en son yapılacak şeydi. Üsküdar’ı geçerken hastalandı. Gebze’de 3 Mayıs 1481’de vefat etti. Kabri, İstanbul’daki Fatih Camii’nin yanındaki türbededir.

Öldüğünde üzerine giydiği kaftanın yakası yırtıktı. Doktorlar nefes alsın diye yapmıştı. Bu kaftan, halen Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir.

Deniz mahsullerini (ıstakoz, havyar) çok yerdi. Gut hastalığına bundan dolayı yakalandığını söylenir. Ancak, zehirlendiğini düşünen tarihçiler de vardır. Öldüğünde Papa, kutlama amacıyla üç gün boyunca gece-gündüz durmaksızın Vatikan çanlarını çaldırmıştır.

Hristiyanlar tarafından, Osmanlı Türkleri’nin İstanbul’u fethettiği gün “dünyanın sonu” şeklinde tanımlandı. Son yapılan anketlere göre, akla ismi ilk gelen Osmanlı sultanı olmuştur. Birçok tarihçiye göre Fatih, devlet-i ebed müddet geleneğinin son hükümdarıydı.

UZUN VE DETAY BİLGİ

30 Mart 1432‘de, o dönemde Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne‘de, II. Murat’ın Hüma Hatun‘dan olan oğluy olarak dünyaya gelen Fatih Sultan Mehmet, Molla Gürani gibi dönemin ünlü bilginlerinden özel dersler alarak yetişti. 1443’te, çocuk yaşta sancak beyliğine atanmasının ardından, hocaları ve danışmanlarıyla birlikte Manisa’ya giden Mehmet, daha sonra babası II. Murat tarafından, Edirne’ye çağrıldı ve Ağustos 1444’te, henüz 12 yaşında deneyimsiz bir çocukken tahtı devraldı.

Osmanlının düşmanlarını umutlandıran bu olayın, bir Haçlı ordusunun, Tuna Irmağını geçerek, Varna’yı kuşatmasıyla sonuçlanmasının ardından, Anadolu‘da bulunan II. Murat, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa tarafından Edirne’ye çağrıldı. 10 Kasım 1444’te, Varna Savaşı’nda Haçlı ordusunu alt eden ve savaşın ardından, tahtı II. Mehmet’e tekrar devrederek Manisa’ya dönen II. Murat’ın dönüşü, Türk soylu Çandarlı Halil Paşa ile genç Mehmet’i destekleyen devşirme kökenli Zağanos Paşa ve Şihabeddin Paşa arasında şiddetli bir çekişmeye sebep oldu. II. Murat’ın tahta dönmesini isteyen Çandarlı Halil Paşa’nın organize ettiği yeniçeri ayaklanması yüzünden, Mehmet tahtı bırakmak durumunda kaldı.

Mayıs 1446’da, II. Murat’ın Edirne’ye gelerek tahtı tekrar devralmasından sonra, sancakbeyi olarak Zağanos Paşa ve Şihabeddin Paşa eşliğinde Manisa’ya dönen ve 1448 ve 1450 senelerinde düzenlenen Arnavutluk seferlerine katılan Mehmet, 18 Şubat 1451’de babası ölünce, Edirne’ye giderek ikinci kez tahta çıktı. II.Mehmet’in tahta ikinci çıkışında hala genç ve deneyimsiz olması, Karamanoğulları’nı harekete geçirdi. Karamanoğulları’nın Seydişehir ve Akşehir‘i ele geçirmelerinin ardından, Bizans da papaya başvurarak yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini istediyse de olumlu yanıt alamadı.

İstanbul’u işgal ederek, Anadolu ve Rumeli arasındaki askeri geçişi ve bağlantıyı kolaylaştırabilmeyi, boğazlar sayesinde ekonomik canlılığı sağlayabilmeyi, İpek Yolunun Avrupa tarafına hükmedebilmeyi amaçlayan II.Mehmet’in diğer bir düşüncesi de, Hz. Muhammed‘in; “İstanbul elbet fetih olunacaktır. Ne güzel kumandandır o kumandan ve ne güzeldir o askerler” hadisine layık olabilmekti.

Balkanlar’da güven ve istikrarı sağlamak amacıyla, Macarlar ve Venedikliler ile bir barış antlaşması yapan ve Karamanoğulları ile anlaşarak, Anadolu’da güvenliği sağlayan II. Mehmet, İstanbul’un fethi için zemin hazırlığına başladı. Bizans’a Karadeniz‘den gelecek yardımları engelleyebilmek için, Yıldırım Bayezid‘in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısına, Boğazkesen Hisarı diye de anılan Rumeli Hisarı‘nı yaptırdıktan sonra, 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi.

Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora‘ya gönderildi ve İstanbul’a yardım gelmesi engellendi. İstanbul’un güçlü surlarında gedikler açabilmek için de, devrin mühendislerinden Musluhiddin, Saruca Sekban ile Bizans’ın hapishanesinden Macar Usta Urban kaçırıldı. Edirne’de, “Şahi” adı verilen, zamanın en büyük topları döktürüldü ve askerlerin surlara çıkabilmesini sağlayacak tekerlekli kuleler yapıldı. Osmanlı tarafında kuşatma hazırlıkları devam ederken Bizanslılar da surları sağlamlaştırdılar ve Osmanlı Donanması’nın Haliç‘e girmesine engel olmak için, Haliç’in ağzını zincirle kapattılar.

İtalyan ressam Zanora tarafından resmedilen “İstanbul’un fethi” isimli tablo

Ayrıca, suda yanabilen barut, neft yağı ve kükürt ile yapılan Rum Ateşi adlı silahı geliştiren Bizanslılar; yiyecek, silah, mühimmat depolamaya başladılar. Fatih Sultan Mehmet, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans imparatoruna bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat Konstantin’den, “savaşa hazırız” mesajının gelmesinin üzerine İstanbul’un kara surları önüne; Osmanlı donanması ise Haliç’in girişinde ve Sarayburnu önünde demirledi.

23 Mart 1453‘te Edirne’den yola çıkan ordusuyla, 6 Nisan 1453’te İstanbul’u kuşatan II. Mehmet, aralıklı olarak 53 gün süren çatışmalar sırasında, Çandarlı Halil Paşa’nın İstanbul’un fethine karşı bir tutum sergilemesi üzerine, son saldırı hazırlıklarını yapması için Zağanos Paşa’yı görevlendirdi.

17 Nisan 1453’te de İstanbul Adalar‘ı fethedildi. Yardım gelmesini önlemek için, Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı‘nın kontrol altında tutulması sayesinde, hiçbir yerden destek alamayan Bizans’ın başkenti, 29 Mayıs 1453 tarihinde ele geçirildi.

II. Mehmet bu tarihi olayla, bin yılı aşkın sürelik Bizans İmparatorluğu’na son verdi ve “Fatih” ünvanını aldı.

1459’da, o dönemde dünyanın dört büyük bazilikasından biri olan Ayasofya’yı camiye dönüştüren Fatih, İstanbul’u Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yaptı.

Fethin ardından o sene temmuz ayında, kuşatma sırasında, Bizans yanlısı tutum içinde olduğu gerekçesiyle Çandarlı Halil Paşa’yı idam ettirdi.

İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçlayan Fatih Sultan Mehmet, Galata’dan kaçan Rumların ve Ceneviz‘lilerin dönmesini sağlamasının ve Rum Patrikliği’nin yeniden açılmasına izin vermesinin yanı sıra, Yahudi hahambaşlığı ile bir Ermeni Patrikhanesi kurdurdu.

Dünyada Orta Çağ kapanıp, Yeni Çağ açılırken, Osmanlı’da da bu olay, Kuruluş Dönemi’ni sonlandırarak, Yükseliş Dönemi’ni başlattı.

Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin İslâm Dünyası’ndaki saygınlığı artarken, Fener Rum Patrikhanesi de bu tarihten itibaren Osmanlı himayesine girmiş oldu. Türk ve dünya tarihi açısından büyük öneme sahip bu olayın sonuçlarından biri de, fetih sırasında kullanılan büyük topların, en güçlü surları bile yıkabileceğinin görülmesinin, Avrupa’daki derebeyliklerin yıkılmasına ve merkeziyetçi krallıkların güçlenmesine neden olmasıdır.

İstanbul’un fethinden kısa süre sonra, batıdaki hakimiyeti pekiştirmek, sınırları genişletmek, İslam’ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine bir çok sefer düzenledi. Ticaret yollarının güvenliğini sağlamayı ve korsanlardan kurtulmayı amaçlayan Fatih, Ege adaları üzerinde siyasetini ağırlaştırarak, buraya seferler düzenledi. Yeni tersaneler ve gemiler inşa edildi.

1454 ve 1455 senelerinde gidilen, Güney Sırbistan’ı ve Ege Denizi’ndeki bazı önemli adaları Osmanlı topraklarına dahil etmesinin ardından, 1459‘da Sırbistan Krallığı’nı ortadan kaldırdı. Rodos seferine çıkıldıysa da başarılı olunamadı.

Venedik ve Ceneviz’lilerin İslam dünyasının aleyhine yaptıkları esir ticaretini önlemek, İstanbul’a gelen ticari malların taşınmasında esas rolü oynayan Kırım sahillerini ele geçirmek ve Karadeniz’in tamamına hakim olmayı amaçlayan Fatih Sultan Mehmet, 1459’da Cenevizlilerin önemli üslerinden Amasra‘yı fethederek planını hayata geçirmeye giden ilk adımı attı.

1460‘ta, Bizans’ın son toprakları olan Mora’yı ele geçiren Fatih, aynı sene Candaroğulları Beyliği‘ne son vererek Sinop’u, 1461‘de Rum Pontus Devleti‘nin başkenti Trabzon‘u, 1475‘te de Kırım‘ın ele geçirilmesiyle planını başarıyla sonuçlandırmış oldu. Böylece, Karadeniz’deki Ceneviz üstünlüğü sona erdi ve İpek Yolu’nun tüm denetimi Osmanlı Devleti’ne geçti.

Fatih, 1462‘de tekrar Rumeli seferine çıktı. Eflâk’ı Osmanlı Devleti’ne bağlamasının ve 1463‘te Bosna‘yı tamamen ele geçirmesinin ardından yine o sene, Ege Denizi‘ndeki Midilli Adası‘nı da ele geçirince, Venedik’lilerle ilişkiler bozulmaya başladı. Bu olay sonrasında, 1479‘a kadar süren bir savaşı başlatmış olan Fatih, Ege’de Taşoz, Eğriboz, Limni, Semadirek, İmroz ve Bozcaada’yı aldı.

“Han” ünvanını ilk defa kullanan Fatih döneminde, Yıldırım Bayezid zamanında elden çıkan topraklar yeniden kazanılarak, Rumeli ve Karadeniz kıyılarında da yeni yerler alınarak, Anadolu birliği tamamlandı ve Rumeli’deki Türk varlığı Belgrad‘a kadar uzandı.

1465‘te Hersek‘in büyük bölümünü, 1466‘da da Arnavutluk’taki bazı kaleleri fethetti. Osmanlı Devleti’nin hızlı gelişimi ve büyümesi karşısında Karamanoğulları’nın, Mısır‘daki  Memlûklar ile Doğu Anadolu‘daki Akkoyunlular’la ittifak kurmasının ardından, 1466’da yeni bir Anadolu seferine çıkan Fatih, Karamanoğulları’nın o dönemde başkenti olan Konya‘yı ele geçirdi. Daha sonra Fatih’in İstanbul’a dönüşünü fırsat bilen Karamanoğulları, Osmanlılar’a geçen yerleri geri aldılar.

Akkoyunlular’ın, 1471‘de Osmanlı Veziri Gedik Ahmed Paşa tarafından bir kez daha yenilgiye uğratılan Karamanoğulları’nı desteklemeye devam etmeleri üzerine Fatih, 11 Ağustos 1473‘te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı ve takip eden sene de Karamanoğulları beyliğini ortadan kaldırdı.

1477‘de Kırım Hanlığı‘nı Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına alan ve takip eden sene Arnavutluk seferinde yeni yerler ele geçiren Fatih, 1479‘da bir antlaşma yaparak Venedik’le 16 yıllık savaşa sona verdi.

Arnavutluk’taki kaleleri Osmanlılara bırakan Venedik, karşılığında Mora’daki bazı iskelelerden yararlanma hakkı elde etti. Venedik’le anlaşmaya varmasının ardından, Fatih’in İtalya’nın öteki önemli kent devletlerine savaş açarak, 1480‘de İtalya‘nın güneyindeki, Roma‘ya giden yolda önemi büyük olan, Otranto limanını ele geçirmesi Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.

16 yıl süren Osmanlı – Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti. Roma’nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto, Fatih Sultan Mehmet ölünce kaybedildi.

Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıkan, ancak yolun başında hastalanan ve 3 Mayıs 1481’de Gebze‘deki ordugâhında ölen Fatih Sultan Mehmet, 1467’de yapımına başlanan ve 1470’de tamamlanan, Fatih Camii‘nin yanındaki Fatih Türbesi‘ne defnedildi.

Gevherhan Sultan adında bir kızı olan Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra, Mustafa, II. Bayezid, Cem ve Korkud adındaki dört oğlu arasından II. Bayezid tahta geçti.

Askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştüren Fatih, çıkardığı yasalarla da devleti önemli ölçüde yeniden biçimlendirdi. Klasik anlamda, Osmanlı devletinin idari kurucusu olarak tanımlanabilecek Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra kendisini, “Kaiser-i Rum” ilan etti ve devlet kurumlarını düzene soktu.

Osmanlı Devleti’ne sağlam ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yapan Fatih’in, yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi ile Kanunname-i Ali Osman adı verilen, Atam-Dedem Kanunu denen gelenekleri yazılı hale getirdi.

Tahta çıkan padişaha, devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veren bu kanunnamede, Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu gibi, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu.

Divanın idaresini sadrazamlara bırakarak, işleri kafes arkasından takip etmeye başlayan, mutlak vekilim dediği sadrazamı geniş yetkilerle donatan Fatih, defterdar, kazaskerler ve diğer üst düzey devlet erkanının görevlerini de tanımladı. Bu dönemde yeniçeri ordusu 10.000’e çıkarılarak güçlü bir merkezi ordu teşkil edildiğinden uç beylerinin önemi azaldı, böylece merkezi idare sağlamlaştırılmış oldu.

Saltanatı süresince 500’den fazla mimari yapı yapılan Osmanlı İmparatorluğu topraklarında, adına yapılan en önemli yapı, İstanbul’un Fatih semtinde bulunan, bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane, darüşşifa, hamam, kervansaray gibi bölümleri olan, Fatih Külliyesi’dir.

“Avni” takma adı altında, şiirler yazan, Türkçe‘den başka Arapça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphaneye sahip olan Fatih, edebiyatın yanı sıra, bilime, tarihe ve felsefeye de ilgi duyardı.

1904 yılında, 14 gazeli “Divân-ı Avni” adı altında Berlin’de basıldı. Şiirleri, Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi kitaplarda toplanan Fatih, bilim adamlarını ve edebiyatçıları desteklerdi. Nesir ustası Sinan Paşa ve şair Ahmed Paşa‘yı vezirliğe kadar yükselten, 1466 yılında Batlamyos Haritası‘nı yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı.

Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur, onlara eserler yazdırırdı. Bilime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmet, yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri İstanbul’a getirtirdi. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu‘nun İstanbul’da kalmasını sağlayan Fatih, 1479 senesinde İtalyan ressam Gentile Bellini‘yi İstanbul’a getirterek resimlerini yaptıran ilk padişah oldu.

İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdıran ve bunları inceleyen Fatih’in en değer verdiği alimlerden biri de, daha önceden öğrencisi olduğu, üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adamış, başta İslami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte adından söz ettiren ve Akşemseddin olarak tanınan, Şemseddin Muhammed Bin Hamza’ydı. İstanbul, Fatih zamanında bir ilim ve sanat merkezi haline geldi, Fatih medreseleri klasik Osmanlı medreselerinin temelini oluşturdu.

Azmi, aldığı kararları uygulama tarzı ve iradesiyle tanınan Fatih Sultan Mehmet, 1481 yılına kadar sürdürdüğü 30 senelik hükümdarlığı boyunca, ordusunun başında, bizzat kendisinin idare ettiği 25 sefere katıldı. 900.000 kilometrekare olan Osmanlı topraklarını, 2.214.000 kilometrekareye çıkardı.

1463’te Bosna’yı fethetmesinin ardından, Osmanlı Devleti’nin politikası doğrultusunda, bölge halkına dini serbestlik veren Fatih Sultan Mehmet’in, 1478’de, buradaki   papazlarına verdiği ferman şöyleydi. “Nişanı-ı hümayun şu ki Ben ki Sultan Mehmet Han’ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum: Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiçkimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn-ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışarıdan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratana Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarıda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir.”

Dünya tarihi açısından İstanbul’un fethi çok önemlidir.

Nitekim İstanbul’un fethi Çağ açıp kapatmıştır.

Türk tarihi açısından ise 1453 den 1683 kadar olan süreç yükselme dönemi olarak kabul edilir.

Ve bu dönem Osmanlının en zirve dönemleridir.

KANUNNÂME-İ ÂLİ OSMAN

 

KANUNNÂME-İ ÂLİ OSMAN ( FATİH SULTAN MEHMET KANUNNAMESİ) 

Sûret-i hatt-ı humâyûn-ı Sultân Mehemmed Hân
–enârallâhu burhânehû–

Bu Kânûnnâme atam ve dedem kânûnudur ve benim
dahi kânûnumdur. Evlâd-ı kirâmım neslen ba’de
neslin bununla âmil olalar.

Hamd-i bî-hadd ve senâ-i lâ-yu’add ol Hâlık-ı bî-çûn celle ani’r-reyb ve’l-menûn dergâhına olsun ki, nizâm u intizâm-ı âlemi ahsen-i ter-tîb üzere îcâd idüp, ahvâl-i mevcûdatı kânûn-ı hikmet-makrûnu üzere bî-müşîr tedbîr halk eyledi. Ve salavât-ı bî-gâyet ol Server-i kâinât ve Mefhar-i mevcûdât olan Sultânü’l-mürselîn ve Eşrefü’n-nebiyyîn üzerine olsun ki, anın dahi sünnet-i şerîat-i şerîfesi sebeb-i tertîb-i dîn-i metîn telızîb-i şer’-i mübîndir.

Ba’de zâlik, bu evrâk-ı kavâ’id-i Sultanî ve safha-i kavânîn-i Hâkâ-nînin câmi’i olan abd-i hakîr-i kesîrü’t-taksîr Mehemmed bin Mustafa el-ma’rûf bi-Leyszâde et-Tevkî’î, hâlâ Pâdişâlı-ı rûy-i zemîn ve Şehinşâh-i sipihr-temkîn, felek-rif’at, hurşîd-menzilet, Sultân-ı selâtîn-i cihân ve Hâ-kân-ı kâm-rân-ı âlî-şân Fâtih-i bilâdu’r-Rum bi-nasri’llâhi Meliki’l-Kay-yûm, nâzır-ı umûr-ı dîn ü devlet ve mu’în-i kavânîn-i kadr u saltanat, sâ-hibü’l-megâzî, el-meşhûretün fi’l-âfâk, melik-i serîr-i hilâfet bi’l-istihkâk kahramân-ı zamân, sâhibü’l-emn ve’l-emân, es-Sultanü’l-a’zam, halîfetu’llâh fi’l-âlem, es-Sultân ibnü’s-Sultân Mehemmed Hân ibnü’s-Sultân Murâd Hân ibnü’s-Sultân Mehemmed Hân, ebbedallahu devletehû ve sal-tanatehû hazretlerinün zamân-ı şeriflerinde bu abd-i hakîr hidmet-i tuğrâ-i garrâda istihdâm olunup, vaktâ ki sa’âdetlü Pâdişâh-ı hurşîd-iştihâr hazretleri teşrîf-i serîr-i saltanat itdikde eyyâm-ı saltanatlarında bunca fütû-hât-ı azîme müyesser olup, husûsâ hâlâ dârü’s-saltanat olan mahrûsa-i uz-mâ ve medîne-i kübrâ olup, matmah-ı enzâr-ı selâtîn-i cihan olan mah-miyye-i mer’iyye-i Kostantaniyye feth müyesser oldukda, sâbıkâ ec-dâd-ı izâmlan zamâmnda olan kavânîn-i mazbûta defter olunmayup, ek-sük olan yerlerin dahi kendüleri re’y-i münîr-i velâyet-te’sîrleri ile tekmîl buyurup, Dîvân-ı hümâyûnda ebedü’l-âbâd ma’mûlün-bih olmak içün bir kânûnnâme tahrîr olunmak lâzım gelmeğin, bu abd-i hakîr fermân-ı celîl-leri üzere nazm u inşâ idüp, herkes müstefîd olmak içün ıstılâh u ibâret-den ferâgat olunup, lisân-ı Pâdişâh-ı gerdûn-vakârdan naklile yazılup ve üç bâb üzere kılındı:

Merâtib-i a’yân u ekâbir beyânındadur.

Selâtîn-i izâma lâzım olan tertîb ü âyîn beyânındadur.

Ahvâl-i cerâyim ve her ehl-i mansıbın âyidleri beyânındadur.

Kaynak:

Özcan, Abdülkadir (2003). Kānunnâme-i Âl-i Osman (Tahlil ve Karşılaştırmalı Metin). İstanbul: Kitabevi. ISBN 9789756403068

 

Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmet

Reklam (#YSR)