BULGARİSTAN TÜRKLERİ VE TÜRK İNKILÂBI

Dr. (e) Alb. Suat AKGÜL 

Türkiye’de ve Bulgaristan’da, Bulgaristan’daki Türklerle ilgili birtakım çalışmalar yapılmıştır. Bulgaristan Türklerinin Türk inkılabına bakışı konusunda daha az çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Bu çalışmalar daha çok “Bulgaristan Türkleri” ile ilgili yayınlanan kitapların, makalelerin, tebliğlerin bir bölümünü oluşturuyor.[1] Bunun yanında Türk inkılabının Bulgaristan’daki yankısıyla doğrudan ilgili tebliğler ve makaleler de bulunmaktadır.[2] Bulgaristan Türklerinin görüş, düşünce ve faaliyetlerini o dönemde Bulgaristan Türkleri tarafından yayınlanmış kitaplardan, çıkarılan Türkçe gazete ve dergilerden, o dönemi yaşamış kişilerin anılarından yararlanarak ortaya koyduğumuzda gerek Atatürk, Kemalizm ve Türklük yanlısı gerekse karşıt faaliyetleri daha net görmek mümkün olmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışında kalmış olan ve bazıları da azınlık durumundaki Türkler, bağlı bulundukları devletlerle büyük sürtüşmeler meydana getirmesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk İnkılabı’nı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü takip edilmesi gereken milli bir ideal olarak görmekteydiler. Bulgaristan Türkleri de uzun yıllar Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi vatanları, Atatürk’ü de Türk dünyasının lideri olarak kabul etmişlerdir. Çünkü böylece hem kendileri arasında beraberlik ve dayanışma duyguları daha da gelişiyor ve hem de Atatürk ve Türkiye’yi varlıklarının bir teminatı olarak görüyorlardı. Üstelik hem kendileri ve hem de yeni nesil Türklük şuurunu korumuş oluyorlardı. Yani Atatürk, Kemalizm, Türklük, milli bir ideoloji, Atatürk ise milli bir lider haline gelmişti. Doğal olarak bu düşüncelere karşı olan bir kesim de vardı. Bunların bir kısmı Türkiye’yi terk etmiş ve Atatürk muhalifi kişilerdi. Bir kısmı da Atatürk’ün İslamiyet’in aleyhinde işler yapmakta olduğunu savunan ve çoğu da Bulgaristan Devleti tarafından desteklenen, kışkırtılan kişilerdi. Çünkü Bulgaristan, bu yöntemle Türkler arasında birlik ve dayanışmayı önlemeye çalışıyordu. Bulgaristan, hangi rejimle ve kimler tarafından yönetilirse yönetilsin, başa geçen her yönetici bu yöntemi uygulamaktaydı. Bulgaristan’daki Türkler bir yandan Bulgar hükümetiyle, Bulgar komitecileri ile uğraşırken diğer yandan kendi toplumu içindeki kişilerle de mücadele etmek durumunda kalmıştır. Türklerin kendi içindeki mücadele, daha çetin geçmiştir.

Bazı Bulgar gençlik örgütlerinin provokasyonuna ve bazı Türk din adamları ve gazetecilerin karşı faaliyetlerine rağmen Bulgaristan Türkleri, 1923-1934 yılları arası kendi benliklerini ve Türklüklerini ortaya koyan teşkilatlar kurmuşlar, gazete ve dergiler çıkarmışlar, kitaplar yayınlamışlardır.

Bulgaristan Türkleri, Türk idaresi dışında kaldıkları günden itibaren varlıklarını korumak, benliklerini kaybetmemek, kısacası yok olmamak için çeşitli faaliyetler yürütmüşlerdir. Bu faaliyetlerin başında gazete ve dergi çıkarmak gelmektedir. 1879-1908 yılları arası çoğunluğunu Türklerin çıkardığı 50 gazete vardır.[3] “Dilde, fikirde, işte birlik” şeklinde formüle ettiği düşünceleriyle bütün

Türklerin birliğini savunan büyük fikir adamı İsmail Gaspıralı’nın 1906 yılının baharında Bulgaristan’a gelerek Ruscuk Cemiyyet-i Hayriyye-i İslamiyye’sini ziyaret etmesi ve buradaki Türklerle birtakım görüşmelerde bulunmasından sonra Bulgaristan Türklerinin daha teşkilatlı faaliyetler yürüttükleri görülmektedir.[4] 1908-1919 yılları arasında da 15 gazete çıkarmışlardır.[5] Türklerin nispeten daha rahat ettikleri bir dönem olarak kabul edilen Çiftçi Partisi yönetimi döneminde 1919-1923 yılları arasında ise 13 gazetenin yayınlandığını görmekteyiz.[6]

1923 yılından itibaren Bulgaristan Türkleri için yeni bir dönem başlamış bulunuyordu. Hem yeni bir Türkiye doğmuş hem de Bulgaristan’da yönetim el değiştirmişti. Bu dönemde Bulgaristan’daki Türklerin nüfusu 600.000’in üzerindedir.[7] 1934 yılındaki bu sayımdan önce 1923-1933 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye 101.507 kişi göç etmiştir. 1933-1939 yılları arası 97.181 kişi daha göç etmek zorunda kalmıştır.[8] 1934 yılı istatistiğine göre Türkler özellikle; Ardino, Kurumovgrat, Kırcaali, Momçilgrat, Kemaller, Banpınar, Yenipazar, Osmanpazarı, Razgrad, Eskicuma, Şumnu gibi bölgelerde çoğunluğu teşkil etmekteydiler.[9]

1923-1938 yılları arasında 50 civarında gazete ve dergi çıkarılmıştır. Bu dönemdeki Türk basını, Türk inkılabını destekleyip desteklememe konusunda iki gruba ayrıldı. Türkiye’den kaçan 150’likler, firariler, hilafetçiler, saltanatçılar; Türkiye, Atatürk ve Türk inkılabı aleyhinde yazılar yazmakta, konuşmalar yapmakta, Bulgar hükümetine jurnaller vermekteydiler. Bu yönde faaliyet gösteren gazeteler, Hafız Yusuf Şinasi’nin sahibi olduğu (gazete daha sonra A. Kemal ve N. Asım kardeşler tarafından devralınmıştır) İntibah, Türkiye’den kaçan Ahmet Hikmet’in yazı işleri müdürü olduğu Açıksöz, Yakup oğlu H. Yusuf Şinasi’nin sahibi olduğu ve Türk inkılabı karşıtı faaliyet gösteren, bu konuda da Bulgar hükümetiyle işbirliği içinde olan “Din-i İslam Müdafiileri Cemiyeti”nin yayın organı durumundaki Medeniyet, 150’liklerden Tarık Mümtaz (Göztepe)’nin çıkardığı (T. Mümtaz gazetesinde Bulgar komünistlerinin yazılarına da yer vermiştir) Rumeli, Tahir Nuri’nin sahibi olduğu Dostluk, Türkiye komünistlerinden ve kaçarak Bulgaristan’a sığınan, bir süre 150’liklerden Osman Nuri ile işbirliği içinde olan Arif Oruç’un çıkardığı Yarın’dı.[10] Bunların dışında birkaç gazete Türk-Bulgar dostluğu, haber, sanatsal, sportif veya mesleki nitelikli yayın yapmaktaydı.[11] Şahid-ül Hakayık adlı dergi ise Türkler arasında Hıristiyanlık propagandası yapmaktaydı.[12] Bunların dışındaki gazete ve dergiler, Türkiye, Atatürk, Türk İnkılabı ve Türklük yönünde yayın yapmaktaydılar. Bu gazeteleri çıkaranlar, burada yazı yazanlar Türk İnkılabı’na gönülden bağlı, hatta her türlü güçlükleri göze almış ateşli milliyetçi, Türkçü ve Kemalist idiler. Bu tür gazetelerin başında Turan, Rehber, Özdilek, İstikbal, Rodop, Karadeniz, Birlik, Deliorman, Doğruyol, gelmektedir.[13]

Bu Türk gazeteleri Türk İnkılabı’nı benimsemekle kalmamış, yeni nesillere yayılması konusunda da büyük gayret sarf etmişlerdir. Türkiye’de harf inkılabı yapılır yapılmaz Bulgaristan’daki bu gazeteler yeni yazıya geçmişlerdir. Bunlardan Yambolu’da çıkan Yenilik Gazetesi 13 Ekim 1928 tarihinde yeni yazıya geçen ilk Türk gazetesi olmuştur. Halbuki bu tarihte henüz Türk harflerinin kullanılmasıyla ilgili kanun çıkmamış, ancak harf inkılabıyla ilgili faaliyetler başlamış bulunuyordu. 1929 yılından itibaren hazırlıklarını tamamlayan diğer Türkçü gazeteler Rodop, Halk Sesi, Deliorman ve Çiçek Dergisi başta olmak üzere Özdilek, İstikbal, Doğruyol, Turan gazeteleriyle Çocuk Sevinci Dergisi de katıldılar. Türk halkını yeni yazıya yavaş yavaş alıştırmak düşüncesiyle Savaş ve Rehber gibi yarı yarıya eski ve yeni harflerle çıkan gazeteler de vardı. Böylece yeni Türk harfleri Bulgaristan Türkleri arasında hızla yayılıyor, Türkiye ile irtibatları kopmamış oluyordu. 1934 yılında Bulgaristan’daki hükümet değişikliği ile Türkler üzerinde büyük bir baskı oluştu. Bu gazeteleri çıkaranlar ve bunlara yazı yazanlar “Kemalist” oldukları gerekçesiyle kovuşturuldular, eziyet gördüler, hapse atıldılar, göçe zorlandılar, sürgüne uğradılar, hatta bazıları da katledildiler. Hükümet tarafından 1933 yılında 7 Türk gazetesi kapatılmıştı. Bunlara 1934 yılında 10, 1935 yılında 4 gazete daha eklendi. Bu dönemde yapılan baskılar sonucu diğer Türk gazeteleri de kapanmak zorunda kaldılar. Yayın hayatında yalnızca Türk İnkılabı karşıtı yazılar yazanlarla, eski yazıyı kullanmaya devam edenler kaldılar. Bir de Türkler arasında Hıristiyanlık propagandası yapan Şahid-ül Hakayık yayınına devam etti. Böylece Türklerin kendi yayın organları kalmamış oluyordu.[14]

Bulgaristan Türkleri, cemiyetçilik, dernekçilik gibi teşkilatlanma faaliyetlerinde de başarılı olmuşlardır. Bu cemiyetlerin başında 1906 yılında kurulan fakat asıl etkinliğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra gösteren Türk Öğretmenler Birliği gelmekteydi. Bu cemiyete mensup milliyetçi- cumhuriyetçi Türk öğretmenleri öğrencilerini Türklük duygusu ile yetiştiriyorlardı.[15]

Anavatan Türkiye’deki mutlu gelişmeler, Bulgaristan Türklerini de etkilemekteydi. Anadolu’da düşmanların temizlenmesi ve zaferin kazanılmasıyla yeni bir Türk devletinin kurulması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu Bulgaristan Türk gençliğini de coşturmuştu. Bu duygularla özellikle 1923-1924 yıllarında Türkler tarafından gençlik ve spor klüplerinin kurulduğunu görüyoruz. Bu klüplerin isimleri Türkler için önemli anlamlar ifade eden kelimeler ve isimlerden seçiliyordu. Bu isimler rasgele isimler değildi. Bu klüplerin İnkılap, Ertuğrul, Altınyıldız, Atilla, Turan, Balkan, Altınordu gibi anlamlı isimleri vardı. Bu isimler Bulgar hükümetinin dikkatini çekecek ve Türkler arasındaki Atatürk ve Türkiye karşıtlarının kışkırtmalarıyla güç duruma düşecekler, bazıları da kapatılacaklardır.[16] Bunlardan Altınordu Cemiyeti, 1927 yılında Şumnu’da kurulmuştu. Amacı Bulgaristan Türkleri arasında Türk kültürünü korumak, yaşatmak ve geliştirmekti. Bu amaçla özellikle okumuş aydın Türklerden oluşan bir grup tarafından kurulmuştu. Ancak dernek “Kemalist” olduğu gerekçesiyle Bulgar hükümeti tarafından kapatılmıştır. Bu kapatılma olayında derneğin adının iddialı ve dikkat çekici olmasının da payı vardır.[17]

Bu gençlik klüpleri birleşerek Rusçuk’ta 14 Temmuz 1924 tarihinde toplanan kongrede, Bulgaristan Türkleri tarihinde çok önemli bir yeri olan Türk Spor Birliği’ni kurdular. Böylece Rusçuk, Türkçü-Milliyetçi gençlik teşekküllerinin kuruluşuna tanıklık etmiş oluyordu.[18] Birliğin ikinci kongresi 3 Temmuz 1925 tarihinde Plevne’de yapıldı. 9 klüp ve 29 delege ve gözlemcinin katıldığı bu kongrede tüm Bulgaristan Türk gençliğini kapsayacak bir birlik üzerinde çalışıldı. Bu birlik 2-4 Ağustos 1926 tarihinde Varna’da toplanan kongrede sağlanacaktır. Kongre toplanmadan kısa bir süre önce daha kapsamlı bir birliği içeren ve Bulgaristan Türk gençliğine hitaben bir bildiri yayınlandı. Bu bildiride Türk gençlerinin yalnız sporla, futbolla uğraşmasının yeterli olmayacağı, gençleri her yönden pekiştirecek bir teşkilata ihtiyaç olduğu belirtiliyordu. Burada “Bugün Spor Birliği ismi var cismi yok, anka kuşu nevinden bir şeydir. Biz Türk gençliğini birleştirecek, gençliğin arasında kardeşlik duygularını kuvvetlendirecek ve onu her cihetten yükseltecek bir teşkilat yapmalıyız… Acaba Spor Birliği ile Bulgaristan Türk gençliği bir araya toplanabilir mi?. Hayır hiçbir vakit spor Türk gençlerine başlı başına gaye olamaz ve olmamalıdır” denilmekteydi. Bu görüşler ışığında Spor Birliği tüzük değişikliği yaparak “Bulgaristan Türk Gençlerinin Medeni İrfani İdmani Turan Cemiyetleri Birliği” adını aldı.[19] Turan Cemiyeti’nin yöneticileri ve faal üyeleri Türkiye yanlısı Türkçü ve Kemalist diye nitelendirilen kişilerden oluşmaktaydı.

Turan Cemiyeti asıl gelişmesini 1931 yılından itibaren gösterdi. Bu tarihten sonra cemiyet, bir çok yerde hatta köylerde bile şubeler açmaya başladı. Birlik, Turan, Özdilek, İstikbal, Karadeniz, Rodop, Deliorman gibi gazeteler Turan Cemiyeti’nin fikirlerini yaymaya çalışıyorlardı.[20] Turan Cemiyeti’ne saldırı iki yönden geldi: Türk inkılabına karşı olan ve Türklük aleyhtarı kişiler ile -bazen birlikte hareket eden- Bulgarların gençlik örgütü Trakya Cemiyeti’nden.

Türk İnkılabı karşıtı faaliyetleriyle bilinen ve Açıksöz Gazetesi sahibi Ahmet Hikmet, Dostluk Gazetesi’nde Turancıların Türkiye’den para ile beslendiklerini yazıyordu. Diğer inkılap karşıtları da bu yöndeki yayın ve faaliyetlerine Bulgar hükümetinden aldığı destekle artırarak devam ediyorlardı.[21]

Bu saldırılar devam ederken Şerif Alyanak’ın Rodop gazetesine yazdığı “Turan Dernekleri İnkılabın Birer Kışlası Olmalıdır” adlı yazısı Türk gençleri üzerindeki baskının daha da artmasına yol açtı. Çünkü bu tarihte Turan Cemiyeti 95 şubeye ulaşmış ve 5000 üyesi bulunuyordu. Cemiyet çığ gibi büyüyordu. Artan baskılar ve yapılan saldırılarla Türk topluluğu yıldırılmaya çalışılıyordu. Turan her türlü baskıya rağmen faaliyetlerine Bulgaristan’da hükümet darbesi olana kadar devam etti.[22]

Türk arasında birlik sağlama yönünde çok çeşitli girişimler olmaktaydı. Bunlardan Bulgaristan Türklerinin yetiştirdiği çok değerli Türkçülerden birisi olan Mehmet Celil, Türkler arasındaki dağınıklığı gidermek maksadıyla 1929 yılında bir “Milli Kongre” topladı. Toplantıya 700’ün üzerinde delege katıldı. Türklerin seslerini duyurabilmeleri açısından önemli olan bu kongrede Türk okullarındaki eğitimin Yeni Türk harfleri ile yapılması kararlaştırıldı. Rehber ve kapandıktan sonra da Yenigün gazetesini çıkaran Mehmet Celil’in bu faaliyetleri Bulgar hükümeti tarafından dikkatle izleniyordu. Mehmet Celil Türkleri ilgilendiren her konuda faaliyet gösteriyor, Bulgar komitacılarıyla da mücadele ediyordu. Mehmet Celil önce sürgün edildi; 1938’de de Türkiye hesabına casusluk yapmakla itham edilerek tutuklandı. 1939 yılında hapishanede iken Bulgarlar tarafından katledildi.[23]

Sosyal ve kültürel yönden oldukça faal olan Bulgaristan Türkleri, kurdukları dernekler, topladıkları kongreler ve çıkardıkları gazeteler kanalıyla milli benliklerini ve öz kültürlerini yaşatma mücadelesi içindeydiler. Türklerin bu mücadelesine Bulgaristan yönetimi 1934 yılına kadar gizliden gizliye ve birtakım entrikalarla el altından müdahale etmekteydi. Özellikle Bulgarların kurduğu dernekler ve Türkiye’den kaçarak Bulgaristan’a sığınmış olan rejim muhalifi Türkler, yapılan her türlü sosyal ve kültürel faaliyetlerin önünde engel teşkil etmekteydiler. Hatta Bulgar yönetimine Türklerin faaliyetleri ile ilgili bilgiler verilmekteydi.

Bulgarların kurduğu Trakya örgütü, Bulgaristan’daki Türk gençlerine çeşitli saldırılarda bulunuyordu. Yayın organları olan Trakya Gazetesi, Türklerin kıraathanelerinin İstanbul gazete ve dergileri ile dolu olduğunu, duvarlarında Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarının resimleri bulunduğunu belirterek bunu istemediklerini söylüyorlar, saldırılarının gerekçesi olarak görüyorlardı. Ağustos 1933’te yayınladığı bir yazıda Türklerin kurduğu derneklerin, özellikle Turan Cemiyeti’nin gelişmekte olduğunu belirtiyordu. Gazete bu cemiyetin elebaşılarının öğretmenler bazı hocalarla imamlar olduğunu, bunların da “Kemalist” olduklarını söylüyordu. Devamla, “maksatlarının Türklüğü bir teşkilat haline koyup gün geçtikçe kuvvetli bir kütle haline getirmek, derhal Cemiyet-i Akvam’a müracaat etmek” diyordu. Altınordu ile Turan cemiyetleri arasında bağlantı kurarak böyle bir teşkilatın Türkiye’nin müttefiki olan Yunanistan sınırına yakın Kırcaali’de bulunmasının altında başka maksatlar yattığını ve bunun Türkiye’nin bir planı olduğunu belirtiyordu.[24] Trakya Gazetesi’nin Türk inkılabına taraftar gördüğü Türkçü öğretmen ve hocalar olarak kastettiği kişiler, Bekir Sıtkı (Orhon), Hasan Sabri, Eskizağra Müftüsü Yusuf Razi, Cumalı Hafız Ahmet (eski baş müftülerden) gibi kişilerdi.[25]

Öte yandan 150’liklerden Osman Nuri de Bulgar makamlarına verdiği bir jurnalde: “Türkiye’deki inkılaplar din ve saltanat aleyhinde yapılmaktadır. Bu faaliyeti yürütenler Türk konsolosları, öğretmenler, yarım tahsilli ve birkaç yüksek tahsilli Türk gençleridir. Bu kişilere Türkiye’de yüksek mevkiler vad edilmektedir. Fakat bu mevkileri kazanabilmeleri için Bulgaristan’da cahil ve saf halk arasında Kemalizm propagandası yapmaları, milliyet duyguları aşılamaları gerektiği bildirilmektedir. Bu maksat uğruna çalışmak için Deliorman, Rodop, Yeniyol, Halk Sesi gibi gazeteler çıkarılmaktadır. Yapılan ithamlar, hücumlar Türk konsolosluğundan satın alınmış kimseler tarafından, hatta bizzat Türk konsolosları ve konsolosluğun memurları tarafından yazılmaktadır. Halk arasında ise genç ve ateşli öğretmenler bu yönde faaliyet gösteriyor ve bu faaliyetlerini kurdukları, Altınordu, Altay, Turan ve buna benzer klüpler vasıtasıyla genişletmeye çalışarak Mustafa Kemal’e aşırı milliyetçi yetiştirmek için serkeşçesine propaganda yapıyorlar. Sarf edilen bütün mesai, Bulgaristan’da milli bir Türk teşkilatı yapmak ve Kemalizm’i yaşatmaktır. Bunun için yabancı bir millet (Türkiye) hesabına Bulgar vatandaşları arasına nifak saçtıklarından yargılanmaları gerekir.” demektedir.[26]

Bu şikayete “Turan Gazetesi” şu cevabı vermektedir:

“Turan teşkilatını Kemalizm akımına kapılmış görmek ve bunu Bulgaristan için tehlikeli olarak göstermek isteyenlere diyelim ki, Kemalizm; Türk olmak ve Türk azadan oluşmak itibariyle, Turan teşkilatını tabii bir kalp ve kan bağı ile alakadar eden, kültür ve sosyal yönüdür ve bu yön, yalnız Türkiye gençliği için değil, bütün dünya Türk gençliği için nur ve medeniyet Kabe’sidir. Bize yeni yazımızı, medeni kıyafetimizi, işleme ve çalışma tarzlarımızı, nur ve irfan vasıtalarımızı ve bütün zihniyetimizi, medeniyet alemi için ortak olan Kemalizm kültür ve sosyal cephesine uydurmayın deseler, böyle bir emir verseler, bizce bu emri verenler muhakkak ki ya medeniyet ve insaniyet düşmanı kimseler veya millet ve devletlerin iyi yetiştirilmiş genç nesillerle yükseleceği hakikatini cihan tarihi huzurunda inkar eden zavallılardır. Bu gibilere bağırarak deriz ki: Biz Turan teşkilatımızla Bulgaristan Türk gençliğini, Bulgar Devleti’nin Bulgaristan’daki kültür ve spor müesseselerinin çizdiği hedeflere tamamen uygun olarak yetiştirirken. bu gayretimizi Bulgaristan için tehlikeli gören ve gösterenlerin gözleri kör olsun.”[27] Görüldüğü gibi Bulgaristan’daki mücadele,Türklerin kendi aralarındaki fikir ayrılığından dolayı oldukça çetin geçmekteydi.

Bulgaristan’daki Türkler arasındaki fikir ayrılığını, çekişmeleri, Türkiye, Türklük, Atatürk, Kemalizm, İnkılaplar ve Bulgarların baskıları gibi konuları o dönemin Bulgaristan’da yayınlanan Türk gazetelerinden an be an takip etmek mümkün olmaktadır. Bu gazetelerden Özdilek’te konumuzla ilgili çok sayıda malzeme vardır. Bu gazetenin ışığında bir dönemin sosyo-kültürel durumunu ortaya çıkarabiliriz.[28]

Özdilek Gazetesi’nin ilk sayısı 1931 yılında yayınlanmıştı. Ancak asıl 1932 yılından itibaren faal yayın hayatına başlayacaktır.[29] Bu tarihte Kırcaali’de Turan Gazetesi yayınlanmaktaydı. Turan’ın Vidin’e nakledilmesi üzerine Kırcaali’nin kültür faaliyetlerinden geri kalmasını istemeyen ve Turan Gazetesi’nde ve cemiyetinde görev yapmış olan, aynı duyguyu paylaşan kişiler tarafından çıkarılmıştır. Bu anlamda Özdilek Bulgaristan Türk basınında önemli bir yer tutar. Gazeteyi çıkaranların ve gazetede yazı yazanların Türkiye’yle çok yakın bağı olmuş, Türkiye’de yapılanlar, inkılaplar adım adım takip edilmiş ve tam anlamıyla Türkiye’nin Bulgaristan’daki sesi, kulağı, gözü olmuşlardır.

Turan Cemiyeti’nin Kırcaali şubesini idare eden gençler ve aynı duygudaki Türk Öğretmenler Birliği’nin Kırcaali şubesine mensup öğretmenler tarafından desteklenen bu gazetenin tirajı 1500’dü. Mesul müdürlüğünü Ercilili Mehmet Ali yapıyordu. Gazetenin sürekli yazarları ve yayın politikasına yön veren kişileri Mustafa Oğuz (Peltek) ve Ahmet Gültekin (Arda)’dır. Gazetede ayrıca daha önce Deliorman Gazetesi’ni çıkarmış olan M. Necmeddin (Deliorman), Aliş Ekrem, Mustafa Şerif, Kadri Oğuz, Ahmet Refet, Hasan Sabri, Tahsin N. Pehlivan, Saltıklarlı İ. Gültekin, Mahir Yıldız gibi kişiler de yazı yazmaktaydılar.

15 günde bir ve genellikle 4 sayfa olarak yayınlanan gazetenin bütün yazarları, Türk inkılabını gönülden benimsemiş, Mustafa Kemal hayranı, Türkçü ve Cumhuriyetçi Türk aydınları idi. Gazete Türkiye’de yapılan yenilikleri safha safha izlemekte ve hemen uygulamaktadır. Özellikle Türk dilinin sadeleştirilmesi ve Türkçe’ye sahip çıkılması konusunda oldukça hassastır. Bu konuda “Öz Dilimize Doğru”[30] ‘Dilcilik ve Biz’[31] “Dil Derleme Savaşında Düşüncelerim”[32] gibi örnek yazılar pek çoktur. M. Oğuz, “Öz Dilimize Doğru” adlı yazısında “Son on yıl bütün bütün Türk dünyasının toplu yaşayışında derin izler belirten yenilikleri, değişmeleri, dönümleri taşır… Türk inkılabı diri, canlı bir varlıktır. Bunun içindir ki diriltiyor, canlandırıyor. Bu inkılabın geri, sinsi, cılız düşünceleri eritmek, yok etmek gibi bir gücü vardır. Türk demek canlılık demektir. Bunun içindir ki, Gazi’nin harfleri bir şimşek çabukluğu ile her yanı sardı. Onlar, özünü Türklüğün bütün can damarlarının toplandığı bir kaynaktan ve demir bir elin büyülü

kımıldanışından aldılar. Bu atılış, üstünkörü bir iş değildir. Hızını bilgiden alan, gücünü yeni ruhla besleyen bir şeydir. Bu ileri gidişi, Gazi’nin eserlerini ısmarladığı gençlik yapacaktır.” demekteydi.[33]

Gazetenin yeniden yayın hayatına girmesiyle ilgili olarak yazılan başyazıda, “Kültür kaynağımız yeni Türkiye’dir. Orada yapılan yenilikleri, dönümleri candan gönülden Bulgarya Türkü arasında olduğu gibi öz dilimizle yazmayı, aşılamayı yüce bir borç biliyoruz” denilmektedir.[34] Bu dileği “Hızını bilgiden alan, gücünü yeni ruhla besleyen ileri gidişi, Gazi’nin eserlerini ısmarladığı gençlik” gerçekleştirecektir.

Gazete, Türkiye’yi sadece kültür kaynağı olarak görmüyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 9. yıldönümünde şöyle denilmektedir: “Dokuz yıl evvel 29 Ekim’de Türk dünyası işittiği uğurlu bir haberle sarsılmıştı. O haber, asırlardır bitirilmeye uğraşıldığı halde bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen Türkün yaratıcı varlığından doğmuştu. O haber ki, kararmış gönülleri, süzgünleşmiş gözleri aydınlatmıştı. Mehmetçiğin süngüsü, tarihe sığmayan Ulu Gazi’nin, İsmetlerin – ileri- işareti Türklüğün kara bahtını işte bu günde paramparça etmişti. İşte bu günlerde milyonlarca Türkün yüzü Ankara’ya, Çankaya’ya dönmüştü. Genç bu günde tam altı asır Türklüğün öz gücünü tanımayarak saltanat sürmüş sultanlar, tarihin ucu nihayetsizliklere karışan tarihin karanlıklarına gömülmüştü. Bu günde doğan bu ilahi Cumhuriyet güneşi, yıllarca esir hayatından daha berbat bir hayat yaşattırılmış Türk halkına efendiliğini tanıttı. Tekke, Medrese, Fes ve Üfürükçülük bu güneşin altında yok olup gittiler. Kültür, kan bağlarıyla sımsıkı bağlı bulunduğumuz yüce Türkiye’nin bu yüce bayramını genç kalplerimizden kopup gelen en coşkun ve en ateşli heyecanlarla kutlarız.”[35] M. Oğuz (Peltek) Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk dünyasının son uyanışı olarak belirtmekte ve Bulgaristan Türklerinin kültürce yeni Türkiye’den ayrılamayacağını söylemektedir.[36]

Türkiye yanlısı tüm gazetelerde Türkiye’yle kültür bağlarını sürekli ve sıkı tutmak için Türkiye’den haberler bölümü bulunmakta idi. Bu tür bölümler Türkiye ile Bulgaristan Türkleri arasında kültür köprüsü vazifesini görmekte idi. Atatürk’ün Türkiye’de yaptığı bir konuşma Bulgaristan’daki Türk gazeteleri tarafından yayınlanıyor ve büyük yankı buluyordu. Mesela, Özdilek’te Atatürk’ün 3 Kasım 1932 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmanın çeşitli bölümleri yayınlanmıştı. Ayrıca Atatürk’ün “Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği olarak temin edeceğiz” sözleri bir direktif olarak algılanıyor ve Türk okuyucuya ulaştırılıyordu.[37]

Tahsin H. Pehlivan, “Bulgarya Türk Gençliği: Şunları Hatırla!” adlı makalesinde Türk gençlerine çeşitli mesajlar vermektedir. Yazar burada; “Dünyada eşi bulunmaz büyük Türk inkılabını doğuran Türk gençliği. Bugünün gençleri, yarının kumandanları, mebusları, öğretmenleri ve askeri olduğundan, her millet gençliğini ilmi bir şuur, milli bir mefkure ve “mazbut bir ahlak” ile yetiştirmeye dikkat eder. Bugün Türkler kalpleri birer memleket aşkıyla tutuşan ve beyinlerinde birer milliyet mefkuresi parlayan terbiyeli gençlere maliktir. İşte bu gençler vatanını ve milletini korumak ve yükseltmek için her şeye hazırdır. Seferberliğe hazır bir gencin iki şeyi bilmesi gerekir:

  1. Kafasını, milleti ve vatanı için silahlandırmak.
  2. Yaratacağı işin mahiyetini ve çalışacağı sahanın hususiyetlerini bilmektir.

İşte bunları Türk gençliği öğrenmiştir ve tatbik etmiştir. Misalini, Anadolu ve Ege kıyılarında göstermiştir. En sonra Türk kendisini, temelini kan ve imanla yoğurduğu Cumhuriyet binasının karşısında buldu ve milli mefkuresinin mabedini de, Cumhuriyet için Türk topraklarına gömülen Mehmetçiklerin mezarı yaptı. Büyük kahramanlıklar ve fedakarlıklar yaptığı zaman bir fevkaladelik yaptığından habersiz gibi görünen Türk, o zaman da gururlanmadı. Çünkü o, dünyaya ölmediğini ispat etmişti. İşte o günden sonradır ki, Türkün ulu başbuğu, Cumhuriyet’i, şeref ve kıymetiyle ebedileştirecek olan gençliğine emanet etti. Bulgarya Türk gençliği, şimdi senin yapacağın; dünyanın en eski ve en asil bir milletin oğlu olduğunu unutmayarak, bu inkılabı yapan kardeşlerini gözünden uzaklaştırma, onlar gibi olmaya, onlar gibi yaratmaya çalış.oradaki öğreticilerinden, Türk dahilerine ait bilgiler topla, milli kitaplarımızı al oku, öğren ve öğret” diye yazmaktadır.[38]

Mustafa Şerif de Özdilek Gazetesi’ne Edirne’den gönderdiği yazıda, “Büyük Türk inkılabının dönüm hareketlerini derin bir heyecan ve sarsılmaz bir imanla takip eden Bulgarya Türk münevverlerinin, bilhassa Rodoplardaki Türk oymakları arasında coşkun bir çalışma ve mücadele yaratmaları lazımdır. Bulgarya Türkü, bu idealist Türk çocuklarının bilgi ve kültür atılışlarına var kuvvetleriyle sarılmalı ve bu ideal için başarılacağına derin bir imanla inanmalıdır.Büyük inkılabımız sizin sarsılmaz imanlarınıza biraz daha can ve biraz daha heyecan verecektir” demektedir.[39]

M. Oğuz “İdeolojimize Doğru” adlı yazısında düşüncelerini çok daha açık ve net bir şekilde belirtmektedir. “…Biz başlangıcından beri bu yeni doğuşu candan bakışlarla süzüyorduk. Savaş yıllarının acılarıyla ağladık, sevinçleriyle güldük, oynadık günlerce gönüllerimiz Dumlupınar’da, Sakarya’da çarptı. Bunların hepsi gerçektir. Geniş halk yığınları o yurtta yapılan her dönümü, her yeniliği gördükçe alkışladılar. Çünkü yerinde ve kendilerine vergi bir sezişle gerçek yolu anlayıvermiştiler. Kimi hacılar, hocalar, ağalar, kimi geri anlayışlı, sinsi görüşlü okumuşlar şaşırıp kaldılar. Onlar yüzyılların büyülü örsü ile yaratıcı bir elin tuttuğu çekiçten doğan can kıvılcımına, kokmuş kahve mantığının ölçüsü ile değer vermeye çalışıyorlardı. Yaşamak ve bir Türk büyüklüğü ile yaşamak her şey yapılıyor ve yapılacak. Yıllar geçiyor. Halk, sessiz, durgun, temiz bakışlarla yeniliklere bakıyor, hem de güvenerek. Fakat kımıldanış yok. Halk kendiliğinden kımıldayamaz ki. Ortada duyguları taşkınlığını; düşünceleri değişmezliğini kaybetmeyen bir topluluk var: Gençlik gene dünkü yarım tahsilli, görgüsüz gençlik. Bu dağınıklık bir noktada toplanıyor: En büyük Türkün, ortaya koyduğu yeniliklerde. Bunda şaşılacak bir şey yok. Büyük duygular, doğrudan gönüllere gider. Bunları içinde uçsuz bir duyarlık olan Türk gönlü çabucak sağlam, verimli düşüncelere çevirir. Gazi’nin sesi bize bu duyguları aşıladı. Bu duygularla biz yüce ocağımızın temelini attık. Şimdi bütün varlığımız, yaşayacağımız bu ocağa bağlı. Evet, en büyük bir gerçek bu: Biz Kemalistiz.”[40]

Bulgaristan Türkleri, Türk inkılabını Kemalizm ideolojisi olarak görüyorlardı. Hatta Turan Gazetesi’nin 12. sayısında Ahmet Refet tarafından yazılan bir makalede “Bizim ne Komünizm ve ne de Kemalizm ile alakamız yoktur” şeklindeki bölümün bir dizgi hatası olarak çıktığı, doğrusunun ise “Bizim ne Komünistlikle ve ne de faşistlikle alakamız yoktur” şeklinde düzeltme yapıldığını görmekteyiz. Bu düzeltme yazısı Özdilek’te de yayınlanmıştı.[41]

Türk inkılabını Kemalizm prensibi olarak gören Türkçü yazarlar ve yayınlar bunu bütün yazılarında değişik biçimlerde vurgulamaktadırlar. Özdilek Gazetesi, Kemalizm prensibinin Türk dünyasının ortak sesi olması gerektiği yönünde yazılar yayınlamaktadır. Bunlardan Tahsin H. Pehlivan “Özdilimize Doğru” adlı makalesinde: “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Sözlerini kendilerine birer kural sayan Cumhuriyet Türkleri, ilk önce Türk dilini araştırma birliği kurdular. Bu birlik yurdun her tarafında çalışmaya başladı. Fakat bu yolda çalışmak yalnız Türkiyelilerin değil bütün dış Türklerin bir borcudur. Biz bütün dünya Türklerini o borcu ödemeleri için iş başına çağırıyor ve gelmeleri için sesimizin çıktığı kadar haykırıyoruz” diye yazmaktadır.[42]

Bulgaristan Türkleri Türkiye’nin son on yılını “Türk Yeni Doğuşu” olarak adlandırıyordu. “Son on yıl Türk yeni doğuşunun en parlak ve en verimli çağıdır. Bu çağda yenilik ve inkılap yelleri, genç başları uyandırıcı, yaratıcı bir alevle sardı. İnkılabın bir havası bir ruhu bir hızı vardır. Bu hamura karışmayan her şey yabancı, soysuz sayılıp fırlatılır. İnkılap ruhu, yalansız sevda, lekesiz inanış istiyordu. Oturup düşündükten sonra koşmak değil, hem koşmak, hem düşünmek hem yaratmak istiyordu. Bu artık gün geçtikçe belirtili çizgilerle ortaya çıkan bir akıştır. Yüksek değerde bilgi ve düşünce akışları, inkılap sınırları arasına alınınca günün işi oluyor, halk yığınlarına olanca çabukluğuyla yayılıyor. Biz bu varlıklı akışa başlarımızı seve seve bıraktık. Bu öyle bir davadır ki, uğrunda can vermenin bile az görüleceği sıralar olur” deniliyordu.[43] Bu Türk yeni doğuşunun adını ise Kemalizm olarak adlandırıyorlardı. “Kemalizm, bu büyük Türk davasının bütünleşmiş, durulmuş, kökleşmiş yürüyüşünün, toplu ve eksiksiz bir görünüşüdür. Bu kadar gür ve yaratıcı bir can kaynağına, kara yazılı, temiz Türk gönlü, yüzyıllardan beri susamıştı. Şark dünyasının geri ve kapalı anlayışları bu meydanda korkunç bir kısırlık göstermektedir. Garplılar, bu toplu görünüşe aldanarak, bütün tarih çağlarında ayakta duran Türkü bile’ fatalizmin’ kara gözlükleriyle gördüler, yanlış anlayışlarını bu yanlış görüş üzerine kurdular. Kemalizm, bu ‘kör kadercilikle’ beraber, bu yanlış anlayışı da en can alıcı bir vuruşla yere serdi. Bu onun ilk zaferidir. Bu sağlam temel üzerine bir çok mutlu değişmeler ve dönümlerle Türk davasının yıkılmaz yapısı, yakılmaz çatısı kuruluyor. Dün olgunluk ve gölgeleri vardı, bu gün canlılık ve eserler var: Kemalizm’in eserleri. Bu sesler, Türk dünyasının her bucağında uçtan uca çınlıyor. Bu ışıklar her Türk eline, her Türk gönlüne ısıtıcı, sarıcı ve cana yakın bir sokulganlıkla akıyor. Bu büyülü atılışın tek bir yüzü olamaz. O, bir düşünce, kültür ve topluluk kımıldanışıdır. Bu gibi kımıldanışlara zincir vurulamaz, sınır dikilemez. Onların yayılma meydanı bütün dünyada -Rönesans- çabucak her yana dal budak sardı. Türk yeni doğuşu olan Kemalizm de her Türk gönlünde yaşıyor ve yaşayacaktır. Yeni Türkiye bizim kültür kaynağımızdır. Bunun için bizim Kemalizm ile ilişikliğimiz yakın ve yaşama bağı kadar sağlam ve gerçektir. Kemalizm, Türkün bugünkü medeniyet dünyasına sunduğu varlıklı, güçlü bir gidiştir. Biz ne kadar sağlam Bulgar vatandaşı isek, o kadar da sağlam Türküz. Kemalizm ise Türklüğün lekesiz bir aynasıdır. Bunlar ayrılması mümkün olmayan bir bütündür. Bu bütünden ayrılmak yokluğa, hiçliğe doğru yol almak demektir.”[44]

Kemalizm’in daha sağlam yayılabilmesi için Bulgaristan Türkleri arasında her şeyde birlik hatta ‘siyasi birlik’ gerekmektedir. Bu “milli bir vazifedir.”[45]

Halim Özdemir de “Aziz Kardeşler” başlıklı makalesinde, “İşte aziz ve sevgili kardeşlerim, Türkçülük mefkuresinin daha fazla yükselmesi için ve Türklüğe yaratılmış olan bu parlak ve şanlı yolu nurlandırmak için her çeşit eza ve cefaya katlanıp çalışmak lazımdır. Biz bu yolun yolcusuyuz. Her çeşit engelleri atlatarak, her çeşit maniaları yıkarak, her nevi eza ve cefaya katlanarak mutlak zafere doğru çetin ve yorulmaz adımlarla yürüyecek ve çok yakın bir gelecekte parlak bir zaferin doğumunu müjdeleyeceğiz!. Ben buna bütün iman ve samimiyetimle inanıyorum: Kemalizm Türkçülüğü dinim ve imanım. Kemal de Peygamberimdir!” demektedir.[46]

Ahmet Refet ise, “Büyük Türk inkılabının her birini, Türk olmamız dolayısıyla hep izlemekteyiz. Bu bizim en tabii hakkımızdır” diyerek kendilerine yönelen Kemalistlik nitelendirmelerine de cevap vermektedir.[47]

Bulgaristan Türkünün Türkiye yanlısı faaliyetleri Bulgaristan hükümetini ve onların yönlendirdiği bir kısım Bulgar gencini harekete geçirdi. Bulgar gençleri 15-16 Nisan gecesi Razgrat’taki Türk mezarlığına saldırıda bulundular.[48] Çoğu öğrenci olan elleri kazmalı, baltalı Bulgarlar tarafından yıkılıp yok edilen mezarlığın, bekçi kulübesi de yakılmıştır. Mezarlığın kapı ve parmaklıklarına çıktıktan sonra mezar taşlarını kırıp mezarları açmışlar ve çıkardıkları ölülerin kemiklerini etrafa saçmışlardı. Bu olay üzerine üzüntü duyan Türkler, sabaha kadar atalarının ortalığa atılmış kemikleri başında ağlamışlardı.

Bu haberin duyulması, gerek Bulgaristan’daki gerekse Türkiye’deki Türkler arasında büyük bir infiale sebep oldu. İstanbul’daki üniversite gençliği Milli Türk Talebe Birliği’nin öncülüğünde büyük gösteriler yaptılar. 20 Nisan’da lise öğrencilerinin de katıldığı büyük bir toplulukla İstanbul’daki Bulgar mezarlığına doğru yürüyüşe geçildi. Türk gençleri Bulgar mezarlığına saygısızca davranışta bulunmayarak “Bulgarlar bizden insanlık ve uygarlık dersi almalıdırlar. Biz ölülere kötülük etmeyiz, saygı duyarız” diyerek çelenk koydular. Türk gençlerinin bu sağduyulu ve olgun hareketi bütün kamuoyunda büyük bir takdir topladı. Bu olay üzerine Türk ve Bulgar basını arasında günlerce süren bir gerginlik yaşandı. Aynı durum Bulgaristan’daki Türk ve Bulgar gazeteleri arasında da devam etti.[49] Atatürk bu olaylarla ilgili olarak yaptığı konuşmada “Gençliğin çalışkan, duygulu ve milliyetçi yetişmesi esas dileklerimizdendir. Gençlik her türlü çalışmalarında cumhuriyet kanunlarına ve cumhuriyet kuvvetlerinin usul ve kaidelerine uymaya da dikkat etmelidir. Cumhuriyet hükümetinin milli meselelerde görevini bilir olduğuna, yasaların ve adaletin gücünün adilliğine güveniniz” diyerek olaya soğukkanlı yaklaşarak yatışmasını sağlamıştır.[50] Aslında Atatürk’ün bu şekilde davranmasının nedeni, Bulgar hükümetinin oyununa gelmemek içindi. Çünkü Bulgarlar Bulgaristan’da gelişen Türkçülük hareketinden endişe duymaya başlamışlardı. Bir gerginlik yaratarak Türkler üzerinde baskı oluşturmanın yollarını arıyorlardı. Türkler için kutsal kabul edilen mezarlığa yapılan saldırı, bu fırsatı yaratabilirdi. Atatürk ileri görüşlülüğüyle bu oyunu bozdu. Türk ve Bulgar basınındaki gerginlik Türk hükümetinin müdahalesiyle son buldu. Ancak Bulgaristan’daki Türkleri daha zor günler bekliyordu.

Bu görünürdeki yumuşama ortamına rağmen Bulgar basınının teşvikiyle çeşitli olaylar olmaya devam ediyordu. Bulgar gençleri, çeşitli komiteler ve dernekler kurarak Türklere karşı açık ve saldırgan bir tavır içine girerken Bulgar hükümeti de gizliden bazı tedbir yollarına başvuruyordu. Bu dönemde Bulgaristan’ın bakış açısı ve durum değerlendirmesi şöyledir:

“Yüzyılımızın 20’li ve özellikle 30’lu yıllarında Türkiye’den Bulgaristan’a Türk burjuva milliyetçiliğinin öğretmenleri ve propagandacıları gelmişti. Onların girişimiyle ‘Turan’, ‘Şefkat’, ‘Alparslan’, ‘Altınordu’, ‘Bozkurt’ vb. gibi bir dizi Türk yanlısı milliyetçi örgütler kurulmuştu. Bu örgütlerin Türk milliyetçiliğini Müslüman Bulgarlar arasında yaygınlaştırma hedefi peşinde koştuğu apaçık olmasına karşın, o zamanki iktidar, söz konusu milliyetçi örgütlerin eylemini yalıtlayıp etkisiz kılmak için önlemler almamıştı. Biricik, kendi karakteri bakımından terörcü örgüt olan ‘Altınordu’yu yasaklamıştı.

Türk yanlısı milliyetçi örgütler, Müslüman Bulgarlar arasında pantürkizm fikirlerini propaganda ediyor, okul davasını ele geçirmeye yelteniyor, Türk yazın yapıtları ve tarih kitapları getirip dağıtma ve değişik kültürel etkinlikler örgütleme yoluyla edebi Türk dilini yaygınlaştırıyordu. Böylece Müslüman

Bulgarlarda, komşu Türkiye’nin toplumsal yaşamına bir yatkınlık duygusunu, bunun yanı sıra onların Türk ulusunun kopmaz bir parçası olduğu bilincini yaratmayı hedefliyordu. Milliyetçi örgütlerin bu eylemi Türkiye tarafından güdümleniyor ve güvence altına alınıyordu. Bulgaristan’da Türk propagandasını örgütlemek ve yürütmek amacıyla Edirne kentinde özel bir merkez, 30’lu yıllarda yoğun bir faaliyette bulunuyordu. Bu merkez, Müslüman Bulgarlar arasında çalışmak ve ‘Turan’ örgütünü desteklemek üzere Bulgaristan’a kendi görevlilerini gönderiyordu. Onlar, Medeniyet Gazetesi’nin işaret ettiği gibi, insanlara şöyle akıl veriyorlardı: ‘Biz Müslüman değiliz, biz Türküz!’ Böylece Türk milliyetçi propagandası, Bulgaristan Müslümanlarının bilincini Türkleştirmeye uğraşıyordu. Müslüman Bulgar ahalisine yönelik Türk milliyetçi propaganda ve güdümleme eylemleri, hem ülke içindeki Türkçülük yanlıları tarafından hem de dışarıdan -Türkiye’den- yürütülüyordu. İstanbul ve Edirne’de çıkan ve Bulgar aleyhtarı yazılar içeren Türk gazeteleri, hiç engel görmeksizin düzara Bulgaristan’a gönderiliyor, her yerde serbestçe dağıtılıyordu. Türkiye’de basılan ve Bulgar aleyhtarı ve milliyetçi mahiyet taşıyan broşürler de Bulgaristan’a getiriliyordu. Örneğin, 30’lu yıllarda H. Yaver’in ‘Günümüz Bulgaristan’ı Türkiye’nin Düşmanıdır’ başlıklı Bulgar aleyhtarı broşürü Bulgaristan’a getirilip dağıtılmıştı. Bulgaristan İçişleri ve Halk Sağlığı Bakanlığı’nın, 1934 yılında valilere ve kaymakamlara gönderdiği mektupta da bu propaganda sonuçlarından bahsediliyordu. Bu mektupta, Bulgaristan’da yıllar yılı geniş ölçüde yaygınlaştırılan Türk milliyetçi propagandasının Müslüman ahalisinin duygularını değiştirip Bulgar devletine karşı yöneltmeye uğraştığına ve bu propagandanın onun dinsel, tinsel ve eğitimsel kuruluşlarını kazandığına işaret ediyordu. Belgeyi kaleme alanlar, Bulgaristan’da Türk milliyetçi propagandasının ulaştığı başarıları abartmıştı. Ama kuşku yoktur ki, bu propaganda, gerçekten önemli başarılara ulaşmıştı. Ancak 19 Mayıs 1934 günü yapılan askersel darbeden sonra, gerek Türkiye tarafından arkalanan milliyetçi örgütler, gerekse ülkedeki bütün öteki politik partiler ve örgütler kapatılıp dağıtılmıştı. Ne var ki, bunların bazıları, Türkiye’nin desteği ve mali yardımıyla bundan sonra da eylemlerini gizlice sürdürmüştü. 20’li ve 30’lu yıllarda oluşan iki ideolojik akım, Müslüman Bulgarların uslarını kazanmak için savaşım vermişti. Bu akımlardan birini ‘Turan’, ‘Bozkurt’ vb. milliyetçi örgütler temsil ediyordu. Bu örgütler Türkiye tarafından arkalanıyor ve yönlendiriliyor, Bulgaristan’da Türk milliyetçi ve pantürkist politika hedeflerini gerçekleştirme yolunda bir maşa görevi yerine getiriyordu.

İkinci akım, yerli din adamlarınca ifade ediliyordu. Bu akım temsilcilerinin büyük çoğunluğu Müslüman Bulgarlar arasından olup dini öğrenimlerini Bulgaristan’da yapmıştı. Onlar başlangıçta Kemalizm’e karşı olumsuz bir tavır takınmıştı. Müslüman din adamları, İslamlaştırılmış Bulgarların toplumsal ve tinsel yaşamının yönetimini elinde tutmaya, onlar arasında konumlarını pekiştirmeye uğraşıyorlardı. İki ideolojik akım arasında ve her şeyden önce, Başmüftülük ve ‘Turan’ milliyetçi örgütü arasında uç veren çelişkiler, 1933 yılı sonunda ve 1934 yılı başında keskin bir karakter kazanmıştı. Başmüftülük’ün yayın organı ‘Medeniyet’ gazetesi bu bağlamda şöyle yazdı: ‘Eğer Bulgar Müslümanları toplanıp, aralarında kol gezen kuyruklu bir kötülüğe, ‘Turan’ örgütünün faaliyetine son vermesi için hükümete başvurup ricada bulunurlarsa, hayırlı bir iş yapmış olacaklardır.’ Kendi hedefleri peşinden koşan Müslüman din adamları, 20’li ve 30’lu yıllarda Türkiye tarafından körüklenen göçmenlik eğilimlerine olumsuz tavır almıştı. Başmüftülük kendi yayın organı olan ‘Medeniyet’ gazetesinde insanları, Muhammet Peygamber’in yolundan giden ‘Bulgar Müslümanları’ olarak nitelendirmiş ve vatanlarının Bulgaristan olduğunu savlamıştı.”[51]

Bulgar kaynaklarında da görüldüğü gibi Bulgaristan Türklerinden bazıları İslamlığı öne sürerek Bulgar hükümeti yanında yer almayı tercih etmişlerdir. Türk Müslümanlığı veya Bulgar Müslümanlığında tercihlerini Bulgar Müslümanlığından yana koymuşlardır. Kemalist diye nitelendirdikleri aynı milliyet ve dinden oldukları kişileri Bulgar hükümetine şikayet etmişlerdir.

Bulgaristan’daki Türkler arasındaki bölünme gittikçe sertleşmeye başladı. Türkiye yanlısı faaliyetleri olan Türkçü kesim; kendilerine karşı Bulgaristan hükümeti, Bulgar gençlik örgütleri, bazı din adamları, Başmüftülük merkezli kişiler ve Türk inkılabı karşıtı diğer Türklerden meydana gelen bir cephe buldular. Ancak buna rağmen mücadelelerinden vazgeçmediler. Ahmet Refet, Özdilek gazetesinde “Türk İnkılabını Benimsemek Vatana Hıyanet midir?” başlıklı yazısında, “Şüphesiz edebiyat, sanat, kültür noktalarında tam bir bağlantı ile bağlandığımız hakim Türkün o sahalardaki inkılaplarını sosyal hayatımızın kuralları ile uygunlaştırarak Bulgaristan Türkleri arasında tatbik edeceğiz. Bizim bu sahadaki benimsememizi yanlış anlayışlarla tefsir etmek, bizim yükselmemize engel olmak demektir. Bu ise tam manasıyla vatana hıyanettir. Çünkü Türk gençliği ilmi, kültürel sahalarda Türk inkılabını benimsemekle vatana hizmet yapmış sayılırlar” diye yazmaktadır.[52]

Öte yandan Türk inkılabı ve Türkiye karşıtı yayınlarda yoğun bir şekilde devam etmekteydi. Bu yayın organlarının başında gelen “Dostluk” gazetesinde “bazı Türklerin açıktan açığa Kemalistlik yaptıkları ve bu faaliyetlerin de Türk elçiliğinden yönlendirildiği” haberi yayınlanmıştı. Bu tür haberler, Bulgar hükümetinin eline Türkler hakkında yürüteceği politikalar konusunda önemli avantajlar sağlarken Türkiye’yi de huzursuz etmekteydi. Türkiye’nin Filibe Konsolosluğu yayınladığı bildiride: “Her ne iş için olursa olsun Konsolosluğa sebepsiz vaki olacak müracaatlar kabul edilmeyecektir” denilmekteydi.[53] Bu karar, Türklerin hareketini oldukça kısıtlamıştı. Çünkü Türkler Konsolosluktan açık bir destek aldıklarından dolayı değil psikolojik olarak olumsuz etkilenmişlerdi.

M. Necmeddin Deliorman, anılarında; “Türkiye düşmanı şovenist Bulgarlar ortasında ve daha acınacak tarafı Türk inkılaplarına düşman ve bizi Kemalist ajanı olarak itham eden softalar ve Başmüftülük etrafındakiler ortasında sadece Gazi Mustafa Kemal’in prestijine ve Türk sefarethanesine güvenerek canla başla çalıştık” demektedir.[54]

1933’lerden itibaren Kemalist-Antikemalist mücadelenin başı Başmüftü Hüseyin Hüsnü olmuştu. Pravadı-Kuştepeli öğretmen Fikri Yalçıner anılarında; “İnkılapçı kültürü baltalamak ve Türk gençliğini susturmak yolunda Bulgar hükümeti ile işbirliği eden o devrin Başmüftüsü Kulfarlarlı Hüseyin Hoca, elinden geleni yapmaktan çekinmiyordu. Kemalizm inkılaplarına uyan, bu inkılapların yayılmasına çalışan gençliğe dinsizlik damgası vuruyordu. Hatta Başmüftüye göre Turan Derneği’nin gayesi, Deliorman’da bir koloni teşkil ederek bir Türk hükümeti kurmak, sonra Türkiye’ye iltihak etmekti. Başmüftü ve hempalarının Bulgar hükümeti nezdindeki jurnalleri arasında bu da vardı” diye anlatmaktadır.[55]

Hüseyin Hüsnü gurubu ile Kemalistler arasındaki mücadele sert bir şekle dönüştü. Türk inkılapları bahanesiyle Türkiye’deki tüm yenilikler eleştiriliyordu. 31 Ocak 1933 tarihli Dostluk Gazetesi’nde; “Kemalizm ocağından para ve feyz alıp da din-i mübine, peygamber-i zişane ve sınıf-ı ulemaya köpek gibi saldıran güruha karşı bu derece şiddetli ve öldürücü darbeler indirmeye devam edeceğiz ve alçakların nefesi ve sesi kısılıncaya kadar bunda sebat göstereceğiz. Düşmanı tepelemedikçe kılıçlarımızı kınına, kalemlerimizi kutuya koymamaya ahd-ı peyman eyledik” diye yazılar yayınlanmaktaydı.[56] Önce İntibah sonra Medeniyet gazetelerinde de benzer ifadeli yazılar vardı.[57] 1934 Mayısı’ndan sonra Başmüftü Hüseyin Hüsnü’nün çabalarıyla Türkçü ve İnkılapçı öğretmenler görevlerinden uzaklaştırıldılar.

Bu dönemde Balkan ülkelerinde bir geziye çıkan gazeteci Yaşar Nabi (Nayır)’ın yayınladığı kitabında Hüseyin Hüsnü ile ilgili olarak “Türklüğün ve inkılaplarımızın sicilli düşmanı olan ve Bulgar hükümetinin, sırf bütün Bulgar emir ve menfaatlerine bir uşak sadakatiyle hizmet ettiği için mevkiinde tuttuğu Başmüftü bu mekanizma sayesinde bütün Türk okulları üzerinde hakimiyet ve nüfuzunu tesise çalıştı” denilmektedir.[58]

Bu faaliyetleri bir yandan Bulgaristan Türkleri arasındaki inkılap karşıtı kişiler yaparken diğer yandan Türkiye’den kaçan kişilerin de Türkiye aleyhinde etkin rol oynadıklarını görmekteyiz. Bunlardan sınır dışı edilen 150’liklerle bunların yandaşları ve Komünizm yanlısı Arif Oruç ilk başta gelen kişilerdir. Bunlar Türkiye’deki inkılapları destekleyen M i l liyetçi-T ürkçü faaliyetleri engelleyici ve kötüleyici karşı faaliyetlerde bulunuyorlardı. Arif Oruç, Razgrat’taki Türk mezarlığına yapılan saldırıda Bulgarlar leyhinde yazılar yazmıştır.[59] A. Oruç’un Bulgaristan’daki faaliyetleri Türkler tarafından da hoş karşılanmadı. Özdilek’te:

“Pek sakin yaşayan Bulgarya Türkünün arasına kundak sokmaya çoktan beri savaşan birkaç nediri bilmezin koltuklarına sığınan Arif Oruç ilk kusnuğunu ‘Dostluk’ çanağına kusmuştur” diye bir haber vardır.[60]

Bulgaristan’daki Türkler arasındaki mücadele 29 Ekim 1933’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 10. yılı kutlamaları münasebetiyle had safhaya ulaştı. Bulgaristan’daki birçok Türk gazetesi, Cumhuriyet kutlamalarıyla ilgili günler öncesinden faaliyete geçti. Özdilek’ten T. H. Pehlivan, “En Büyük Gün 30 Ağustos” başlıklı yazısıyla Cumhuriyet kutlamalarını günler öncesinden başlattı. Aynı gün Harmanlı Enver Ahmet de “Türk İnkılabı” adlı yazısında Onuncu yılına ulaşan Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk’e büyük övgülerde bulunuyordu. E. Ahmet burada: “Ne mutlu Türke ki başında kendisini temsil eden ve herkesin hürmetle andığı ulu bir Gazisi, karanlıklara gömülmüş varlıkları gören şahin gözlü bir reisi ve vatanperver bir hamisi vardır. O, on seneden beri sonunu getiremediğimiz sayısız yeniliklerin kılavuzu, büyük bir milletin gözü, kulağı ve canıdır. O, azmin bir misali, kudretin bir kaynağı, yeniliğin bir menbaıdır” diye yazmaktadır.[61]

Ercilili Mehmet Ali ise; “Türkiye Cumhuriyeti’nin Onuncu Yılı” adlı makalesinde; “O günden beri tam on yıl oluyor. Bu on yıl içersinde baş döndürücü bir koşma ile ileri, daima ileri giden Türk milletini bugün dipdiri bir varlıkla hakim olduğunun onuncu yılını tes’it ediyor; hem öyle ki bütün Türk ufukları, bu bayram günlerinde coşkun bir yaşamak arzusu ile haykıran, gürleyen Türk milletinin seslerinin akisleriyle sarsılarak. Bağır, haykır ey aziz kandaş; bu senin hakkındır. Sen ezelle birlikte hakim oldun, gözlerini de hakim olarak kapayacaksın. Buna bütün dünya ile birlikte tarih son bir kere daha iman etti” diye yazıyordu.[62]

Bulgaristan’dan birçok Türk, Cumhuriyet’in onuncu yılı kutlamalarına katılmak maksadıyla Türkiye’ye gittiler. Bu gidenlerin çoğu Türk inkılabı taraftarı ve Kemalist olarak adlandırılan kişilerdi.[63] Cumhuriyet yanlısı bu yayınlar yapılırken muhalif yayınlara da rastlıyoruz. Cumhuriyet’in kuruluş kutlamalarıyla ilgili “Dostluk” gazetesinde tenkit edici ve eleştirel yazılar yayınlanıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin on senede yaptığı işler küçümseniyordu. Özellikle Arif Oruç Türkiye Cumhuriyeti, Türk inkılabı ve onuncu yıl kutlamalarıyla ilgili aşırı tenkitlerde bulunmakta, yapılanları alaycı bir gözle değerlendirmektedir.[64]

Türkiye Cumhuriyeti’nin onuncu kuruluş yılı kutlamalarının Bulgaristan Türklerine yansıması, onlar tarafından da kutlanması Türkler üzerindeki baskıyı daha da arttırdı. Hatta bu kutlamalar Bulgaristan Türkü için olumsuz anlamda dönüm noktası oldu. Türklerin en önemli iki derneği Turan ve Türk Öğretmenler Birliği üzerindeki Bulgar baskısı arttı. Ağustos 1933’te kongrelerini toplayabilen ve Türk kültür ve fikir hayatına önemli katkıları olan bu dernekler bir daha toplanma fırsatı bulamayacak ve kapatılacaktır.[65] Aynı şekilde baskıya maruz kalan Türkçü gazeteler de kapatıldı. Birçok Türkçü- Kemalist yayın organı 1934 Şubat-Temmuz arası yayın hayatına son vermek zorunda kaldı. Bu derneklerin yöneticileri ve faal üyeleri ile gazeteciler Bulgaristan’ı terke zorlandılar. Hapse atıldılar, saldırıya uğradılar, görevlerine son verildi, sık sık aramaya tâbi tutuldular.[66] 1934 Mayısı’ndan itibaren ise hükümet darbesi ile yönetimi ele geçiren Kimon Georgief dönemi Türk toplumu için daha zorlu oldu. Çünkü bu dönemde Türkçe yer adları değiştirilmeye ve Türkler üzerinde kitlesel baskıya başlandı. Bunun sonucu olarak Bulgaristan’dan Türkiye’ye üçüncü büyük göç dalgası başladı.[67]

Türkiye’nin Balkanlar’da aktif rol oynaması ve Yunanistan’la iyi ilişkiler içinde olması Bulgar hükümetini daha da huzursuz etti. Yugoslavya ile ittifak arayışına girerken Türklere de baskıyı arttırdı. 1877-1878 Türk-Rus Harbi dolayısıyla 26 Ağustos 1934 tarihinde Şıpka boğazında bir istiklal anıtı diktiler.[68] Bu anıt, Türkleri hedef alan bir anlam taşıyordu. Anıtın açılışı ve açılışta yapılan konuşmalar hemen Türkiye’de tepki buldu. Türk basını konuyu işlemeye başladı. Abidin Daver Cumhuriyet Gazetesi’nde olayı ‘dostluğa yaraşmayan bir hareket’ olarak değerlendirdi.[69] Süreyya Bey, Son Posta Gazetesi’nde “bir müddetten beri Türklük aleyhine müteveccih hadiseler, Bulgarları fazlaca alakadar ediyor görünüyor” diyerek Bulgaristan’ın bu anıtı maksatlı yaptığını ima ediyordu.[70] 29 Ağustos tarihli Vakit Gazetesi de bu olay dolayısıyla Türk-Bulgar ilişkilerini incelemektedir.[71] Haber Gazetesi’nden Hüseyin Faruk ise “Trakya üzerindeki Bulgar emelleri, Bulgaristan’daki milyonla Türke yapılan tazyik, az şey midir?” diyerek Bulgaristan’daki Türklerin durumuna dikkat çekmektedir.[72]

Yunus Nadi, 10 Eylül tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Türk-Bulgar ilişkilerine ve Bulgaristan’daki Türklerin durumuna daha geniş bir perspektiften bakmaktadır. Yunus Nadi, makalesinde “Trakya Komitesi bir nazariye, fakat Bulgaristan’da Türk ekalliyetine yapılan fena muamele bir hakikattir. Bu fena muameleler ırki ve insani alakalar dolayısıyla hududun beri tarafındaki Türkiye Cumhuriyeti efkarı umumiyesini ilgilendiriyor. Bu da bir hakikattir. Hadiseleri olduğu gibi ifade etmekte yalnız isabet değil, menfaat de vardır. Başvekilimiz İnönü, Bulgaristan Türklerine yapılan muamelelerden bahsederken hülaseten şunları söyledi; ‘Bulgaristan Türklerine karşı yapılan zulüm ve tazyik muamelelerinden dolayı Türk matbuatının heyecanına itiraz edecek değilim. Ancak bizim mutat diplomasi yollarıyla Sofya’dan aldığımız malumat bu hadiselerin daha ziyade mevzii olduğunu gösterdi ve Bulgar hükümetinin bu yolda fena muamelelere meydan vermemek gayretleri şimdilik bize kafi teminat gibi göründü.’ Bu sözlerden bir taraftan tevbihi, öbür taraftan takdiri gibi bir şey yoktur. Bulgaristan’daki Türk ekalliyetine fena muamele etmekte Bulgarların ne faydası olabileceğini biz asla anlayamıyoruz. Bunun zararları ise ölçülemeyecek kadar çoktur. Bulgaristan’ın Türkiye ile iyi münasebetlerde olmamaktan ne fayda bekleyebileceğine akıl ermez. Bu makale ile yalnız bu vaziyeti tespit hesabımıza yalnız sulhu, yalnız insanca hareketi, yalnız iyi komşuluk vaziyetini isteyebiliriz. Şimdiden malum olsun ki bu yüksek idealler haricindeki işlerin mesuliyeti münhasıran başkalarınındır.” diye yazmaktaydı.[73] Türk ve Bulgar gazetecilerinin karşılıklı yazışmaları Ekim ayının sonlarına kadar sürdü. Ancak Türkler üzerindeki baskı azalmadı.

1934 yılı sonlarına doğru Türkçü dernekler, gazeteler kapatıldı, Türk okulları Bulgar okulları haline dönüştürüldü. Bu baskılar sonucu birçok Türk gazetecisi, aydını ve ileri geleni Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldılar. Türkiye’ye gelenlerin büyük çoğunluğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin sağladığı imkanlarla başta Edirne, Lüleburgaz, Çorlu olmak üzere Trakya’daki bölgelere yerleştirildiler. Gazeteciler ve öğretmenler buralarda da aynı faaliyetlerine devam ettiler. Bir kısmı da Türk dışişlerinde görev aldılar.

Bulgaristan’dan Türkiye’ye yoğun bir göç dalgasının yaşandığı bu dönemde Trakya’daki Musevi asıllı Türklerin buralardan göç ederek İstanbul’a gelmiş olmaları Trakya’daki Türk yerleşimini daha da kolaylaştırdı. Ayrıca 1934 tarihinde merkezi Edirne’de kurulan 3. Genel Müfettişlik bu iskan organizasyonunu sağlamakla görevliydi. 3. Genel Müfettişlik sanıldığı gibi doğudan gelen ve zorunlu ikamete tâbi tutulan aşiret efradının bölgeye iskanı için değil, asıl olarak uzun süredir Bulgaristan’da Türklere karşı yürütülen faaliyetler sonucunda meydana gelebilecek büyük göç dalgası için tedbir almak maksadıyla oluşturulmuştur. Aynı yıl kabul edilen İskan Kanunu da daha çok Türkiye dışından gelecekler için çıkarılmıştır. Görüldüğü gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu dönemde meydana gelebilecek her türlü gelişme ve göç dalgası için öngörüde bulunmuş ve tedbir almıştır.

Türkiye’nin her türlü girişimine rağmen Türkler üzerindeki baskı azalmadı. Gerçi Bulgaristan’daki Türkçü faaliyetler büyük oranda sindirilmiş ve yavaşlatılmıştı, ama tamamen de son bulmadı. Bu kez Türkiye’ye kaçan Türkçülerin yürüttüğü faaliyetlerle Bulgaristan’da Türkçü faaliyetler canlı tutulmaya çalışılıyordu. Bu faaliyetlerin önündeki en büyük engel de daha önce olduğu gibi Bulgaristan’dan göç etmemiş ve göçü düşünmeyen Türk inkılabı karşıtı bazı din adamlarıydı.

Bir grup din adamı, Smolyan kasabasında 3 Mayıs 1937 tarihinde “Rodina” adlı bir kültür- eğitimsel ve hayırsever bir dernek kurdu. Derneğin amacı, Orta Rodop Müslüman Bulgarlarının milliyet duygularını yükseltmekti. Böylece Müslümanlara Bulgar Müslümanı kimliği kazandırılmaya çalışılacaktı. Bu dernek Bulgaristan’daki Türkler arasında bölünme yaratacağından Bulgar hükümeti tarafından da destek gördü.[74] Bir yandan da Kemalist oldukları gerekçesiyle Türkler üzerindeki baskı devam ediyor ve en ufak milli bilinçle ilgili bir hareket takibata uğruyor, soruşturmalar açılıyor, tutuklamalar yapılıyordu. Mesela 1937-1938 eğitim öğretim yılında bir Türk okulunda 6 Türk öğrencisi baskılara maruz kalmış ve tutuklanmıştı.[75]

Bulgaristan’daki Milliyetçi-Türkçü aydınlar Türkiye Cumhuriyeti ve Türk inkılabına gönülden bağlı idiler. Gazi Mustafa Kemal, onların tek lideri, Kemalizm ise Türk dünyasının bir duyguda ve bir düşüncede olmasının adıydı.

Bu düşünceden hareketle Bulgaristan Türkleri, gazeteler, dergiler ve kurdukları cemiyetler yoluyla sürekli olarak Türk inkılabı ve Türkiye yönünde yayınlar yapmışlardır. Bazen inkılap karşıtı Türklerden, bazen Bulgar hükümetinden ama çoğu zaman her iki güç birlikte bu Türkçü aydınlara karşı koymuşlardır. Birçok Türk aydını, gazetecisi, öğretmeni, bilim ve kültür adamı büyük baskılara, zulümlere, tutuklamalara maruz kaldı. Bazıları da bu uğurda hayatlarını kaybetti. Bu aydınlardan birçoğu anavatanları olarak gördükleri Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınmaktan başka çıkar yol bulamadılar. Hayatları boyunca savundukları “Türkiye Cumhuriyeti ve Gazi Mustafa Kemal” bu Türk aydınlarına kucak açtı.[76]

Dipnotlar:
[1] Osman Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler, Ankara 1985; Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri, Ankara 1986; Ahmet Cebeci, “Bulgaristan Türkleri”, Türk Kültürü, Sayı: 69, Temmuz 1968, s. 666-668; Ahmet Hezarfen, “Bulgaristan’da Türk Spor Birliği Turan”, Tarih ve Toplum, Sayı: 104, Ağustos 1992, sayfa, 39-48; Bilal N. Şimşir, “Türk Harf Devriminin Türkiye Dışına Yayılması: Bulgaristan Türkleri Örneği”, Harf Devriminin 50. Yılı Sempozyumu, Ankara 1981, s. 187-206+32 sayfa resim; Ömer Turan, “Balkan Dillerinde Atatürk Hakkında Yazılmış Bazı Eserler”, 70. Yılında Ulusal ve Uluslararası Boyutuyla Atatürk’ün Büyük Nutuk’u ve Dönemi, ODTÜ Tarih Bölümü, Ankara 1999, s. 259-266; Suat Akgül, “Cumhuriyetin Onuncu Yılında Bulgaristan Türklerinin Türk İnkılabına Bakışı”, Genelkurmay ATASE Başkanlığı, 10 Kasım Atatürk Haftası Armağanı, Ankara 1993, s. 122-135.
[2] İbrahim Tatarliev, “1919-1939 Döneminde Bulgar Bilim Adamlarının Yapıtlarında Mustafa Kemal Atatürk ve Eyleminin Değerlendirilmesi”, Balkanıstika, C. I, Sofya 1986, s. 292-308; İbrahim Tatarlı, “Atatürk ve Reformlarının Bulgaristan’da Değerlendirilmesi Üstüne”, IX. T.T Kongresi, Kongreye Sunulan Tebliğler, C. III, Ankara 1989, s. 1961-1984; İ. Tatarlı, “Atatürk ve Reformlarının Bulgaristan’da Değerlendirilmesi Üstüne”, X. T.T Kongresi, Kongreye Sunulan Tebliğler, C. VI, Ankara 1994, s. 2819-2842; İ. Tatarlı, “Savaş Sonrası Döneminde Atatürk ve Reformlarının Bulgaristan’da Değerlendirilmesi Üstüne”, XI. T.T Kongresi, Kongreye Sunulan Tebliğler, C. VI, Ankara 1994, s. 2603-2613; Velikov Stefan, “Kemal Atatürk, Kemalist Devrim ve Bulgar Kamuoyu”, Uluslararası Atatürk Sempozyumu, Ankara 1983, s. 147-158;. Hayriye Yenisoy, “Atatürk ve Bulgaristan”, Üçüncü Uluslararası Atatürk Sempozyumu (3-6 Ekim-Gazi Mağusa K.K.T.C) C.I, Ankara 1998, s. 183-190.
[3] Ömer Turan, The Turkish Minority In Bulgaria (1878-1908), Ankara 1998, Ekler bölümü.
[4] Ömer Turan, “Bulgaristan’da Prenslik Döneminde Türklerin Sosyal ve Siyasal Kurumlaşma Çalışmaları,” Belleten, C. LXIV, Nisan 2000, Sayı: 239’dan ayrı basım, s. 96-97.
[5] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 310.
[6] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 310.
[7] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 18.
[8] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 211.
[9] O. Keskioğlu, a.g.e., s. 26.
[10] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 310-311 ve O. Keskioğlu, a.g.e., s. 154-161. Ayrıca Bkz, M. Türker Acaroğlu, Bulgaristan’da Türk Gazeteciliği, İstanbul 1990. s. 3-63.
[11] Spor Gazetesi, Havadis, Çiçek, Çocuk Sevinci gibi.
[12] İ. Hakkı Tevfik Okday, Bulgaristan’da Türk Basını, Ankara (tarihsiz) s. 5-6 ve O. Keskioğlu, a.g.e., s. 163.
[13] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 312. O. Keskioğlu, a.g.e., s. 154-161 ve M. T. Acaroğlu, a.g.e., s. 3-63.
[14] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 312 ve M. T. Acaroğlu, a.g.e., s. 3-63.
[15] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 95-98 ve O. Keskioğlu, a.g.e., s. 99-113.
[16] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 98 ve A. Hezarfen, a.g.m., s. 39.
[17] O. Keskioğlu, a.g.e., s. 124.
[18] A. Hezarfen, a.g.m., s. 40.
[19] B. N. Şimşir, a.g.e., s. 102; O. Keskioğlu, a.g.e., s. 113-115 ve A. Hezarfen, a.g.m., s. 42-43.
[20] O. Keskioğlu, a.g.e., s. 116 ve A. Hezarfen, a.g.m., s. 46.
[21] O. Keskioğlu, a.g.e., s. 121-123.
[22] A. Hezarfen, a.g.m., s. 47-48.
[23] Kemal Vatan-Hüseyin Yaltırık, Makedonya’da ve Balkanlar’da Türk Kültür ve Sanatı Panel ve Konferansları, İzmir 1999, s. 58 ve O. Keskioğlu, a.g.e., s. 126, 169-170.
[24] Anayurt Gazetesi, 1 Mayıs 1956. Zikreden O. Keskioğlu, a.g.e., s. 121.
[25] O. Keskioğlu, a.g.e., s. 121.
[26] Rodop Gazetesi, 14 Temmuz 1933. Zikreden O. Keskioğlu, a.g.e., s. 122.
[27] Turan Gazetesi, 6 Ağustos 1933. Zikreden O. Keskioğlu, a.g.e., s. 123.
[28] Özdilek Gazetesi’nin Bulgaristan’da Türkçe basılmış olan nüshalarını, 1990 yılında Lüleburgaz’da bir görev dolayısıyla bulunmakta iken bir kitapçıdan satın almıştım. Araştırmalarıma rağmen maalesef Türkiye’de başka nüshalarına rastlamadım.
[29] Adem Ruhi Karagöz, Bulgaristan’da Türk Basını 1879-1945, İstanbul 1945, s. 55-56 ve M. T. Acaroğlu, a.g.e., s. 3-63.
[30] Özdilek Gazetesi, Sayı: 2, 1.11.1932.
[31] Özdilek Gazetesi, Sayı: 3, 15.11.1932.
[32] Özdilek Gazetesi, Sayı: 6, 1.2.1933 ve Sayı: 7, 18 1.1933.
[33] Özdilek Gazetesi, Sayı: 2, 1.11.1932, s. 2.
[34] Özdilek Gazetesi, Sayı: 2, 1.11.1932, s. 1.
[35] Özdilek Gazetesi, Sayı: 2, 1.11.1932, s. 4.
[36] Özdilek Gazetesi, Sayı: 3, 15.11.1932, s. 1-3.
[37] Özdilek Gazetesi, Sayı: 3, 15.11.1932, s. 4.
[38] Özdilek Gazetesi, Sayı: 6, 1.1.1933, s. 2. (Gazetenin baskı orijinalinde yanlış olarak 1.2.1933 yazılmıştır.)
[39] Özdilek Gazetesi, Sayı: 7, 18.1.1933, s. 3.
[40] Özdilek Gazetesi, Sayı: 8, 1.2.1933, s. 1.
[41] Özdilek Gazetesi, Sayı: 6, 1.1.1933, s. 3.
[42] Özdilek Gazetesi, Sayı: 8, 1.2.1933, s. 3.
[43] Özdilek Gazetesi, Sayı: 9, 15.2.1933, s. 2.
[44] Özdilek Gazetesi, Sayı: 10, 15. 3. 1933, s. 1 ve 4.
[45] Özdilek Gazetesi, Sayı: 10, 15.3.1933, s. 1.
[46] Özdilek Gazetesi, Sayı: 11, 1 Nisan 1933, s. 2.
[47] Özdilek Gazetesi, Sayı: 12, 15 Nisan 1933, s. 1-4.
[48] Özdilek Gazetesi, Sayı: 13, 1 Mayıs 1933, s. 4.
[49] Ahmet Gültekin, “Mezarlıksız Bir Cemaat”, Özdilek Gazetesi, Sayı: 16, 16 Haziran 1933, s. 1 ve Sayı: 18, s. 1. Bu olaylar üzerine ortam oldukça gerginleşmiş, yazdıkları yazılardan dolayı Arif Necip (Kaskatı) gibi bazı Türk gazetecileri tutuklanmışlardır. Bkz: O. Keskioğlu, a.g.e., s. 188.
[50] Mahmut Goloğlu, Tek Partili Cumhuriyet (1931-1938), Ankara 1974, s. 93-95.
[51] Editör: Hristo Hrıstov, Bulgar Tarihinden Sayfalar-İslamlaştırılmış Bulgarlar ve Ulusal Yeniden Uyanış Süreci, Sofya 1989, s. 61-63.
[52] Özdilek Gazetesi, Sayı: 18, 15 Temmuz 1933, s. 2.
[53] Özdilek Gazetesi, Sayı: 27, 1 Ocak 1934, s. 3 ve 20 Ocak 1934, s. 2.
[54] Zikreden, O. Keskioğlu, a.g.e., s. 21.
[55] Zikreden, O. Keskioğlu, a.g.e., s. 22.
[56] Dostluk Gazetesi, 31 Mart 1933.
[57] Bkz: O. Keskioğlu, a.g.e., s. 23.
[58] Yaşar Nabi, Balkanlar ve Türklük, Ankara 1936, s. 167.
[59] Zikreden, O. Keskioğlu, a.g.e., s. 161.
[60] Özdilek Gazetesi, Sayı: 15, 31 Mayıs 1933, s. 1.
[61] Özdilek Gazetesi, Sayı: 19, 31 Temmuz 1933, s. 3-4.
[62] Özdilek Gazetesi, Sayı: 23-24, 1 Kasım 1933, s. 1.
[63] Suat Akgül, “Cumhuriyetin Onuncu Yılında Bulgaristan Türklerinin Türk İnkılabına Bakışı”, Genelkurmay ATASE Başkanlığı, 10 Kasım Atatürk Haftası Armağanı, Ankara 1993, s. 132.
[64] Özdilek Gazetesi, Sayı: 25, 30 Kasım 1933, s. 3.
[65] Özdilek Gazetesi, Sayı: 20, 31 Ağustos 1933, s. 4, Sayı: 21, 22 Eylül 1933, s. 3-4 ve bkz: S. Akgül, a.g.m., s. 132.
[66] Bkz: B. N. Şimşir, a.g.e., s. 98-115; O. Keskioğlu, a.g.e., s. 107-126, A. Hezarfen, a.g.m., s. 48, Özdilek Gazetesi, Sayı: 30, 10 Mart 1934, s. 1-2 ve M. T. Acaroğlu, a.g.e., s. 3-63.
[67] Etem Ütük, “Bulgaristan Türklerinin Gittikçe Acılaşan Durumu”, Türk Kültürü, Sayı: 263, Mart 1985, s. 218.
[68] Ayın Tarihi, No: 9, Eylül 1934, Ankara, s. 408
[69] Cumhuriyet Gazetesi, 28 Ağustos 1934.
[70] Sonposta Gazetesi, 28 Ağustos 1934.
[71] Vakit Gazetesi, 28 Ağustos 1934.
[72] Haber Gazetesi, 30 Ağustos 1934.
[73] Cumhuriyet Gazetesi, 10 Eylül 1934.
[74] Editör: Hristo Hrıstov, a.g.e., s. 77-79.
[75] O. Keskioğlu, a.g.e., s. 90-91.
[76] S. Akgül, a.g.m., s. 134-135 ve A. Hezarfen, a.g.m., s. 48.

 

Reklam (#YSR)