ATATÜRK İLKELERİNİN TARİHİ TEMELLERİ- MİLLİYETÇİLİK

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu

Milliyetçilik. kısaca, herkesin mensup olduğu milleti sevmesi ve onu yüceltmeye çalışmasıdır. O halde “millet” nedir? Bu hususta türlü tarifler yapılmış, “millet”in varlığını ispatlamaya yarar mahiyette çeşitli kıstaslar ileri sürülmüştür. Bazıları dil birliğini, bazıları yurt birliğini, bazıları soy birliğini, bazıları din birliğini, bazıları tarih ortaklığını ve ülkü kardeşliğini fertleri birbirlerine bağlayan ana faktörler olarak göstermişlerdir. Bunlardan herbiri belirli milletler açısından geçerlidir de. Burada ayrıntılara girmeden söylemek gerekirse, sayılan “birlik” hallerinden hangisi doğru olursa olsun, millet olmak için en başta arzu edilen husus, herhalde, fertlerin toplumca sevgi, saygı hislerini canlı tutan ve gerekli anlarda karşılık beklemeksizin dayanışmayı sağlayan duygu ortaklığının mevcudiyeti olmalıdır. Bu tarifler arasında yalnız sosyalistlerin anlayışını ayrıca göz önünde bulundurmak gerekir. Zira, onlar, Marksist teori icabı, fiilen yaşanan sosyal birim olarak millet realitesini kabul etmekle beraber (millet yerine daima halk demeleri bundandır), “burjuva manada” milleti, sadece çıkar ortaklığının biraraya getirdiği insanlar topluluğu sayarlar ve tabiatıyla kar ve kazancım kaybeden ticari şirketler gibi , güya menfaatte iştirak hali sona erince milletlerin de
dağılacağını ileri sürerler. asıl deruni rabıtayı temin eden manevi değerlerin onlarca önemi yoktur.

Şimdi bu son görüş ile yukarıdaki mütalaalar ışığında Atatürk’ün millet tarifii görelim: “Millet, dil, kültür, mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasi ve içtimai heyettir” [ı] O halde Türk milliyetçilik prensibi Türk topluluğunu Türkçe, Türk kültürü ve Tüi·klük ülküsü etrafında birleşmiş siyasi ve sosyal bir bütün haline getirmek olacaktır. Bununla beraber meselenin yine Türk milliyetçiliği bakımıından aydınlatılmaya muhtaç yanları vardır:

Beşer hayatında milliyetçilik üç şekilde beliriyor:
1- Tabii milliyetçilik (ham duygu olarak),
2- Sömürgeci milliyetçilik (nasyonalizm),
3- Şuurlu milliyetçilik (devlet politikası olarak).

1- Tabii duygu olarak milliyetçilik aile ocağında çocuğun ana-babasını ve etrafındakileri araması, sevmesi şeklinde başlar, zamanla akrabalarına, sonra yakın ilişki kurulan civar köy ve kasaba halkına sempati beslemek ve nihayet aynı dil ve dinden olan, aynı ülke sakinleri ile gönül birliği etmek suretiyle umumileşir. Ancak bu tarz milli beraberlik ham bir duygudan ibaret olduğundan sosyal ve siyasi hayatta fazla etkili değildir; Kültür yolu ile ve sistemli bir biçimde işlenmediği için, tam kıvama gelmemiş, özden yoksun bir sıvı gibi türlü kalıba girebilir, dolayısı ile istismara ziyadesiyle elverişlidir. Nitekim hemen her toplumda müşahede edilen bu ham duygu, marksistler tarafından “milliyetçi düşünce ile savaş” sloganların rağmen, yalnız “saldırgan” ve “esir” tasnifi yaparak milletleri birbirlerine karşı kışkırtmak bakımından değil, aynı toplulukta zengin ile fakir, patron ile işçi, idareci ile halk arasını açarak “sınıf’ çatışmaları çıkarmak için en çok itibar edilen bir manevi güç olmuştur. Propaganda kudretini artıran değerli malzeme niteliğindeki bu duygunun “sol” çevrelerce ustalıkla kullanılması sonucunda az gelişmiş ülkelerin bir çoğu “sosyalizm”e kazanılmış, bilhassa aynı ham duygumm gençlik arasında gördüğü şiddetli ilginin kıyasıya körüklenmesi korkunç suikastlara, iç savaşlara yol açmıştır. Tez elden yapılması gereken iş milliyetçiliği şuurlu hale getirmek, yani aynı topluluk fertlerinin birbirine düşman olamayacakları, milletlerin de kendilerini yüceltme gayretlerinin neticede insanlık yararına tecelli edeceği fikirlerinin zihinlere yerleştirilmesine çalışmaktır. Milli tarih, milli edebiyat, milli musiki, milli gelenekler yolu öğretimi ile geliştirilen şuurlu milliyetçilik, hiçbir  topluluğun, hiçbir zümrenin aleyhine değildir. Zira dünya milletlerinden kumlu büyük aile böyle yükselecektir. Türk tarihi de bunu göstermektedir (aş. bk.).

2- Batı dillerindeki “nationalisme” (nasyonalizm) tabirini Türkçeye “milliyetçilik” diye çevirmek adet halinde ise de -tercüme yalnız kelime dikkate alındığında doğıu olmakla birlikte- kavram bakımından yerinde değildir. Türklerdeki milliyetçilik anlayışı ile Avrupalının nasyonalizmi arasında gerek doğuş, gerek gelişme biçimi itibarı ile fark büyüktür. Birinin Antik çağdan devraldığı miras gereği, hesap, menfaat ve ölçüye dayanan istismarcı, bencil, sömürgeciliğe yönelik, kibirli bir davranış olmasına karşılık, diğeri daha ziyade, milletçe korunma zaruretinden doğan, himayeci, adil, töreye dayalı bir insan ve cemiyet sevgisi halesi ile çevrilmiştir. Nasyonalizm zararlı, haşin, kırıcı, öldüıücü bir anlayışın sembolü halinde sosyal hayata yansımış iken, bizim milliyetçiliğimiz tarihte faydalı, yaşatıcı, insancıl bir düşünce örgüsü olarak görünmüştür. Sözlerimde mübalağa olmadığım vakıalarla belgelemek hiç de güç değildir:

Avrupa’da 14. yüzyılda İtalya’da başlayan “milli” vasıftaki kımıldamalar, maddeci eski Yunan kültürünün canlandırılmasını hedef alan “hümanist” faaliyetleri müteakip rönesans hareketi ile hız kazanmış, ondan sonra din kitaplarının milli dillere çevrildiği, her topluluğun kendi lisanında edebi eserler vücuda getirdiği, bazı felsefe ve hukuk kitaplarının yine milli dillerde yazıldığı görülmüştü. Bu akım, 17. yüzyılda “milli devletler”in kurulması ile kuvvetlenmiş ise de henüz milliyetçiliğin tabii, ham dönemini aşamamıştı. Batılıları birbirine bağlayan, hala, ortak Antik çağ kültürü ile Hıristiyanlığın yarattığı birlik havası idi.  Savaşlar daha ziyade veraset meseleleri ve mezhep ayrılıklarından çıkıyor, buna bazen ekonomik çıkarlar da ekleniyordu. Devletlerarası iktisadi sahada  canlı rekabet konusu olan “Merkantalist” (ticarette menfaat elde etmek için her çarenin mübah sayılması) faaliyetlere rağmen Avrupa’da şuuriu milliyetçilik ancak l 789’daki Büyük İhtilal’den sonra belirmiş, Fransız. Alman, İngiiiz sözlüklerine aslı Latince olan Nation (Nasyon) kelimesi, millet manasında olarak, ilk defa 19. yüzyıl başlarında girmişti. O dönem Avrupasında devlet anlayışının millileşmesine yardımcı olunca bu durum matbaanın gelişmesi ile hukuk, edebiyat, fikir-felsefe alanlanında da iyice yaygınlaşma yoluna girmiş ve özellikle kıtalararası deniz yollarının güven altına alınması, mekikli tezgahın kullanılması, buhar gücünün keşfi. sanayiin gittikçe ağırlık kazanması Batılıyı Avrupa dışında hammadde ve yeni pazarlar aramaya sevketmiştir ki, o zamana kadar dünyanın meçhul birçok yerlerine sokulan Avrupalı zorla ele geçirdiği bölgeleri kendi mülkü sayarak, oralardaki insanları köle haline getirmek. onları hem uşak, hem de imal ettiği seri malların tabii tüketicisi olarak istismar etmek yoluna girmiştir. Böylece başlayan sömürgecilik, aynı çığırın izleyicisi olan Batılı milletler için vazgeçilmez hazır servet kaynağı teşkil ettiğinden bu defa kendi aralarında rekabete girişerek, her millet “milli” gücünü ispatlamak gayretine girmiş, dolayısı ile edebi, fikri, estetik ve felsefi sahalarda akla gelmez yöntemlerle körüklenen nasyonalizm, nihayet ırki üstünlük teorisi (Rasyoloji) alanına dökülüp büsbütün çığırından çıkarılarak, dünyanın mücadele ettiği nasyonal sosyalizm veya faşizm denilen şiddet akımları ile noktalanmıştır. İşte Batı nasyonalizminin kısaca macerası. Bunun, tekrar edeyim aşağı-yukarı iki bin yıllık şerefli bir mazi ile bezeli, insanlığı koruyucu Türk milliyetçiliği anlayışı ile elbette bir münasebet bahis konusu olmayacaktır.

3- Şimdi de şuurlu Türk milliyetçiliğinin belgelerini kısaca gözden geçirelim;

a- Asya büyük Hun devleti tanhu (imparator)’su Motun, M.Ö. 200- 199’daki Pei-teng savaşında Çin imparatorunun komutasındaki 320 bin kişilik orduyu kuşatıp, hasmını barışa zorladığı zaman, Hun “Devlet Meclisi”nin kararı ve Yen-ki (hatun)’nin ısrarı ile, Çin içlerine yürümekten alıkonulmuştu. Sebep, onun, Türk yaşayışına uygun iklim şartlarını haiz bozkırlardan uzaklaşıp, yerleşik kültür sahasında, milli karakteri bozucu bir ortam içjne girmesini önlemekti [2].

b- Milat sıralarında kaleme alınmış Çin yıllığı Ts’icn Han-shu’da M.Ö. 55’lerde Hun Devlet Meclisi ‘nde cereyan eden bir tartışmasıdan bahsedilmiştir: Nakledildiğine göre, o senelerde zayıf düşerek mali darlık çeken Hun Devleti’ne ekonomik destek sağlamak düşüncesi ile Çin’e başvuran tanhu Ho-han-yeh, ymdım karşılığında Hunların Çin’e bağlanması teklifini, görüşmek üzere meciise getirdiği zaman, tanhunun kardeşi Çi-çi ve taraftarları şöyle demişlerdi : “Çin’e bağlanmak mı? Biz yalnız cesareti tebcil eden bir milletiz. Esirlik bize göre utanç vericidir. Binilecek atlarımız, savaşacak erlerimiz var. Ülkemizle birlikte atalarımızdan devraldığımız istiklalimizi elbette koruyacağız. Bundan feragat ederek, bize bağlı kavimler önünde şerefimizi düşüremeyiz” [3] . Çağımız araştırıcıları arasında bu sözler üzerine ilk dikkati çeken tanınmış sinolog F. Hirth’e göre, Çin yıllıklarına geçecek kadar değer taşıyan Hun-Türk başbuğlarının bu ifadesi “Milli haysiyet duygusunun devlet politikasına yön verici güç olarak kabıl edildiğini gösteren ilk tarihi belgedir” [4] Bir kere daha hatırlatalım ki, günümüz “medeni” milletleri böylesine şuurlu hir milliyetçilik anlayışına ancak bir .. ilci asır önce erişebilmişlerdi.

c- Batı Hunları, yani dünya tarihinin unutulmaz asker-devlet adamarından Attila’nın temsil ettiği Avrupa Hun İmparatorluğu, 4 nesil  boyunca (374-470) Hazar Denizi bölgesinden Manş kıyilarına ve Akdeniz çevresine kadar hükmettiği halde Türkler hemen hiçbir yabancı kültür etkisinde kalmayarak, maddi hayat ve manevi muhteva bakımlarından “milli” vasıflarını muhafaza etmiş , iktidarlarının çöküşünden sonra ise, doğuya, soydaşlarının yanına dönmüşlerdir [5].

d- Ak Hun-Eftalit Devleti diye anılan ve Kafkaslar -Kuzey Hindistan- İç Asya sahasını aşağı yukarı 200 yıl hakimiyeti altında tutmuş olan Ak Hun Türk idaresinin başındaki, Bizans’ın ve Çin’in yakından tanıdığı hakan Mihiragula (515 -545), gezgin Budist ral1ipler (Sung Yün /6. asır/ ve Huen-çang/ 7. asır) tarafından hiç sevilmemiştir. Zira bu hükümdar, ülkesinde, Türk karakterini zayıflatıcı nitelikte bulduğu Budizmin yayılmasını engellemişti [6]. 5. yüzyıl sonlarına doğru, İran’da insanları mutlu kılacağı iddiası ile, kadınların ve servetin herkesçe ortak kullanılan mülk kabul edilmesini tavsiye ve propaganda ederek iktidarı ele geçirmeye çalışan, heyecan ve ihtilale sürüklediği halkın bütün ülkeyi alt-üst etmesine sebep olan Mazdek’in ilk komünist eylemini de durduran bu Ak Hun Türkleri olmuştu [7].

e- Çin’de, Hunlardan sonra kurulan Tabgaç-Türk devleti büyüklerinden Türkçe Böri (=kurt. Çince şekli Fo-li) lakaplı Tai-wu (424-452) da aynı sebeple Budizrnin serbestçe propaganda edilmesini yasaklamıştı (Bu tedbiri lüzumsuz sayan sonraki Tabgaç hükümdarı zamanında Türkler Çinlileştiler, çünkü “Türk atalarının askeri karakterini kaybetmişlerdi” [8]

f- Büyük milletimize ad veren ve 6. 8. yüzyıllarda kuzey Çin ‘den Karadeniz’e kadar bütün Orta Asya’yı idaresi altında toplamış olan Gök-Türk Hakanlığı da şüphesiz şuurlu Türk milliyetçiliği ile meşbu idi. Destan ve efsanelerimizde izleri asırlarca yaşayan bu yüksek duygunun ayrıca yazılı olarak üç mühim belgesi elimizdedir:

aa- Doğu Gök-Türkleri zayıf anında hakan İşbara’nın 585 ‘de Çin İmparatoru Wen-ti’ye gönderdiği mektup. Burada Hakan, Türklerin de Çinliye benzemesini bir siyasi baskı aracı olarak, talep eden imparatora şu cevabı vermektedir: “Sana vergi ve at gönderebilirim. Fakat, Çin kanunlarını, adetlerini, giyim tarzını vb. ülkemde uygulayamam, zira milletim kabul etmez , bu yönden Türkler hassas tek bir kalp gibidir” [9]

ab- Gök-Türk Hakanlığı’nın ikinci devresinde (682-744) hakan Bilge (716-734 )’nin, Türk ülkesinde Budizm ınancı ile Taoist felsefenin tanıtılmasına dair meclise sunduğu teklif ünlü devlet adamımız Tonyukuk tarafından: “Bunlar olmamalı! Kuvvet yolu bu değildir. Biz Türk milletini yaşatmak isteriz, o halde ne bu akımlara, ne de ilgili tapınaklara yer veremeyiz” iti razı ile karşılanmış ve teklif reddedilmişti [10]

Bu vesile ile dikkatinize arz etmek istediğim noktalardan biri Türk Devletinin asker! karakterde olduğu hususudur. Yukarıda bir yabancı araştırıcı tarafından da Tabgaç Devleti dolayısıyle belirtilen bu vasıf tarih] kaynaklarda sık sık tekrarlanmaktadır. Eski devletlerimizde yalnız silahlı kuvvetler değil, sivil idare teşkilati da ” askeri'” nizam içinde olup ordudaki 10’lu sisteme dayanıyordu ve zaten her sivil kuruluşun sorumluları aynı zamanda, maiyetlerindeki erata kumanda eden askerlerdi. Temas etmek istediğim ikinci husus da eski Türk savaşçılığının, devletin dayandığı Bozkır kökenli milll kültürden kaynaklanmasıdır. Tarih incelemeleri ortaya koymuştur ki, Türk topluluğunu bütünlük içinde tutan iki güç merkezi mevcut olmuştur: Biri ordu düzeni, diğeri aile yapısı. Bunlardan biri bozulduğu takdirde Türk topluluğu dağılmakta veya tamamen yok olmaktadır. Mesela, Tabgaçlann Çinlileşmesine sebep, 5. yüzyılın sonlarına doğru Budizmin kabulü yanında “küçük aile” tipinde olan Türk aile sinin, Çin’deki “geniş aile” şekline dönüşmesidir 20 Keza aslen Türk menşeden gelen Tuna Bulgarların İslavlaşmasında da, onların 864’den itibaren Hırıstiyanlığa girerek din değiştirmesiyle birlikte, Türk aile bünyesinin İslav tipi lehine bozulması etkili olmuştur [11] Ordu faktörüne gelince, esas en Türk’e has karakteri ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin mevcut olmadığı yerde Türk devletinin yer alması söz konusu değildir.

ac- Gök-Türk çağının milliyetçilik anlayı§ını açıklayan tarihi belgeler, 8. yüzyıldan kalma ve üç tanesi umumi kültür tarihimiz bakımından da çok önemli olan Orhun’daki kitabelerimizdü· [12]. Kitabe I (doğu cephesi , satır 7) ve II (doğu cephesi s atır 7)’de, Gök-Türk Hakanlığında 50 yıl kadar süren fetret devrinin acı hatırası olarak şöyle deniyor: “Bey olmaya layık oğlun kul, hatun (kraliçe) olmaya layık kızın cariye oldu . .. Ey Türk milleti unutma ! ” Türk milleti şöyle yakınıyordu : ‘ ‘Kaganlık bodun (müstakil millet) idim, hani kagamm? İl (dev let)’i olan bodun idim, şimdi İl’im nerede? “[13]. Hakan Bilge haykırıyor: “Ey Türk milleti, üstte gök yıkılmaz, altta yer delinmezse İl’ini, töreni kim bozabilir?” [14].

Bu vesile ile de yine iki noktaya temas etmekte fayda görmekteyim:

1- Sosyal ve politik alanda en üst seviyeyi gösteren siyası istiklal, Türklerin yalnız öz yurtlarında değil ulaşabildikleri her yerde gerçekleştirmeye çalıştıkları ana maksat halindedir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde kurulduğunu bildiğimiz Türk devletleri bu siyasi istikifü tutkusunun şahitleridir ki, aynı zamanda şuurlu milliyetçiliğin belgesini teşkil ederler.

2- Şu nokta daha da mühimdir: Dikkat edilirse, istiklal isteği yalnız idare edenlerin, yani hakim zümre mensuplarının bir arzusu olarak kalmamakta, fakat bütün milletçe iştiyak duyulan ortak bir özlem halinde meydana çıkmaktadır. Durum, gerçekten pek az kavme nasip olan bir milli haysiyet idraki belirtisidir ve şuurlu, devlet politika sına yön verecek ölçüde etkili milliyetçiliğin reddi imkansız delili niteliğini taşır. Böyle bir idrak seviyesi Batı’da ancak 16. asırdan itibaren sezilmeye başlamıştır.

g- Uygur Hakanlığı (745 -840) ‘nın Orhun bölgesindeki iktidarı sonlarındaki umumi göçe mecbur kalınması hatırasını efsane halinde yaşatan ve Çin 25 ve İslam 26 eserlerinde yankılar bırakan “Kutlu kaya” rivayeti, ayın düşüncenin başka bir cephesini ifade eder. Uygur halkınca ülkeye saadet ve huzur sağladığına inanılan bir kaya parçasının , densiz bir hakan tarafından Çinlililere hediye edilmesini, onların da bu kayayı dağıtıp, yok etmesi üzerine memlekete çöken kırhk, susuzluk felaketlerinin halkı yurdunu terke zorladığım hikaye eden bu efsane [15] geleneklere veya milietin manevi eğilimlerine değer vermeyen bir zihniyetin cezalandırılması hükmündedir ki, samimi duyguların aşşağılanmalarından doğan akıbetler açısından adeta bir ihtar mahiyetindedir. Vatandan ayrılmanın acısını dile getiren Uygur “Kutlu kaya”sı ile, son istiklal mücadelemizin, yurt savunmasını sembolize eden “son kaya telakkisi ( Atatürk’ün Haziran 191 9’da Amasya konuşması ) arasında acaba ruhi bir bağlantı kurmak mümkün değil midir?

h- 7 asır ortalarında Güney Rusya düzlüklerinde “Büyük Bulgarya” devletini kuran Kun Hakan, ölümü (665) arefesinde 5 oğlunu çağırarak onlara, birbirlerini desteklemelerini, aralarında çatışmalara girerek başkalarına hizmet etmek zorunda kalıp hürriyet. ve istiklalden yoksun yaşamamalarını tembih etmişti .[16]

ı- Yine Güney Rusya bozkırlarında 1 0. 1 1 . yüzyıllarda hüküm süren Peçenek ve Kuman /Kıpçak/ kütleleri, aralarında birlik kurmayıp, ayrı ayrı hanlıklar halinde olmalarını rağmen, dış tehlikeler karşısında toplanabiliyorlardı. Üstelik İslav gücünün Karadeniz’e inmesinin, milli emniyetleri bakımında tehlikesini sezdiklerinden, dikkatle, Rusların güney yollarını kcsmişlerdi [17]

i- Büyük isıam -Türk devleti Selçuklu İmparatorluğu çağında, 1073- 1074 yıllarında Bağdat’ta, yabancıların Türkçe öğrenmeleri için Divan-ı Lügat’it-Türk adlı ansiklopedik sözlüğünü hazırlayan Kaşgarlı Mahmud, eserinin baş kısmında şöyle der: “Türkler dünyanın hakimidir. Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen diğer devletleri onun etrafında döndürmüştür” Peygamberimizin Türkleri toptan bir ordu sayarak övdüğünü zikreden Kaşgarlı, “olgunluk çağı” manasına geldiğini söylediği “Türk” adının Tanrı tarafından verildiğini de ilave etmiştir [18]. EICahiz / 10. yy./, İbn Hassul, Gazzi, Sealebi /1 1. yy./, Zemahşeri /1 2. yy./, ElÖmeri /14. yy./ vb. , gibi tanınmış idareci, edip, şair ve yazarların da aynı mealde fikir beyan etmeleri şüphesiz şuurlu milliyetçiliğin yabancılar üzerindeki etkisinin yankılarıdır [19].

j- Kıpçak Türkleri Mısır-Suriye bölgesinde kurdukları devlete “Türk Devleti” (Arap kayıtlarında: ed-Devlet’üt-Türkiye, 1252- 1383) adını veriyorlar, konuştukları Türkçe’ye de ” Halis Türkçe” diyorlar ve diğer Türk topluluklarının Arap-Fars kelimeleri il e karışık dillerini beğenmiyorlardı [20]

k- Kuzey Hindistan’da Delhi Türk Sultanlığı (1206- 1413)’nın kurucusu Ay-beğ için, Türkleri öğen ve Türk diline dair örnekler ihtiva eden bir eser hazırlanmıştır [21]

I- Timurlular çağında Horasan Hükümdarı Baykara’nın arkadaşı ve veziri büyük edip ve şair Ali Şir Nevai (ölm. 1501) Türk dilinin yüceliğini ve ifade kudreti itibariyle Farsça’dan üstünlüğünü isbatlamak üzere “Muhakemat’ül-Lügateyn” [22] [İki Dilin Karşılaştırılması] adlı bir kitap yazmıştır.

Son dört belgede Türk milliyetçilik anlayışının bilhassa dil üzerinde yoğunlaştığı herhalde dikkati çekmiş olmalıdır ki, sebebi de açıktır: Milli kültürü oluşturan en mühim unsurlardan biri ortak tarih şuurunun yaşattığı milli birlik ise, bu şuuru nesilden nesile aktararak hayatiyetini sürdüren de dildir (Bilindiği üzere Anadolu Selçuklu döneminde Karamanoğlu Mehmed Bey de 1277’de Türkçe için aynı hassasiyeti göstermiştir) . Çünkü dilde meydana gelecek bir sarsıntı, değişme veya sun’i bir kesitlik, maziyi idrak eğilimi ile birlikte bütün milliyetçilik kaynaklarım kurutarak, fikir, edebiyat, felsefe vb. tefekkür hayatını felce uğratır ve geçmişleri unutturulan gençleri istenilen her yöne sevketmek artık kolaylaşır. Bu durum Türkiye’de bazı çevrelerin niçin yaşayan Türkçeye saldırdıklarını açıklar kanaatindeyim.

m- Sanılmasın ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda Türk milliyetçiliği bahis konusu olmamıştır. Üç kıt’a üzerine yayılan bütün ülkede Türk-İslam kültürünün sağlamlığı ile askeri-siyasi üstünlük gururu 19. asır başlarına kadar devam etmiştir. Hele bir II. Murad Han devri vardır ki, tarihimizde güçlü milliyetçilik çağlarından sayılır. Türkçe kitapların yazıldığı, İslamı ve tarihi kitapların dilimize çevrildiği, dünyadaki büyük şahsiyetlerin Türk’ten  başka olamayacakları düşüncesinin beslendiği o coşkun Çağ Fatih Sultan Mehmed gibi devir açıcı bir Türk büyüğünün yetişmesine imkan hazırlamıştır. Diğer Osmanlı padişahlarından bir çoğu da aynı ölçüde değerlendirilebilir. Milliyetçiliğin siyasi istiklal fikri ile birlikte yürüdüğü düşünülerek, Osmanlı tarihinde idari. askeri refoım teşebbüslerinin ekseriyetle padişahlardan geldiği, hatta geçen asırdaki Osmanlıcılık ve İslamcıhk hareketlerinin bile temelinde bu şuurlu milliyetçiliğin yattığı unutulmamalıdır ( Mesela Namık Kemal , Osmanlıcı idi de milliyetçi değil mi idi?).

n – Nihayet son devrimizde Ziya Gökalp, milliyetçilik fikrini , edebi, ilmi, felsefi sahalarda aralıksız işleyen müstesna bir düşünür olarak mevki almıştır ‘. [23] 1897’de “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur” (M. Emin Yurdakul) sesleri ile başlayıp Selanik’te ki   “Genç Kalemler” dergisi (1911) ile devam eden çağdaş Türkçülük akımının hızlandığı yıllarda Mustafa Kemal, gençliğinin coşkun demlerini yaşıyor: doğuştan, Türklük aşkı ile dolu kalbinin bütün samimiyeti içinde , bu edebiyatçı, mefkureci (ülkücü)leri takip ediyordu. Askerlik mesleği dolayısıyla çeşitli cephelerde, memleketin her yanından vatan hizmetine gelen eratla omuz omuza yaptığı ölüm kalım mücadelesi onun, Mehmetçiği yakından tanıması için tam bir fırsat teşkil etmişti. Türk’ü bütün sevinç ve tasaları ile derin ruhi eğilimlerini uzman bir psikolog derecesinde iyi tartabilen Gazi Atatürk, işte bu sayede inkılaplarını, milliyetçilik esasında gerçekleş tirmeye muvaffak olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ufuklarında dalgalanan iki bayraktan biri olan (söyleyen) Gökalp, diğeri (yapan) Atatürk’ü kastederek şöyle demiştir: “Söylemek kolay, yapmak ve bilhassa muvaffakiyetle neticelendirmek çok güçtür” [24].

Milliyetçiliğimizin tarihi temelleri bahsini bizzat Atatürk’ün siyasi, vatani birlik, tarihi ye ahlaki ortaklık düşünceleri ile, her türlü saldırganlıktan uzak, barışçıl fakat yabancı davranış ve fikir cereyanlarına millet hayatında yer vermemek direktifini muhtevi milliyetçilik tarifini naklederek kapatıyorum.
“Türk milliyetçiliği, terakki ve inkişaf yolunda beynelmilel temas ve münasebetlerde bütün muasır milletlerle muvazi ve onlarla bir ahenkte yürümekle birlikte Türk içtimai heyetinin hususi seciyelerini, başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmaktır” [25].

DİPNOTLAR:

1- Nutuk. 1927. s. 11 vd.

2-  W Ebcrhard, Çin Tarihi. 89.
3- De Groot, Die Hunnen 214; O. Franke, L s. 355.
4- F. Hirth, Ueber Wolga Hunnen und Hiung-nu, s. 270.

5- Tafsilen, B. Szasz, A Hunok. .. , s. 433 vd., 497-533.
6- İ. Kafsoğlu, Türk Mim Kültürü , Orta Doğu H unları bahsi .
7- Tafsilen bk. A. Christensen, L’Iran . .. , s. 3 1 1 vd.
8- R. G rosset, L’ Emp. d. Stp., s. 1 08.

9- Liu, Die chinesischen I, s. 52 vd.
10- Liu, aynı eser, I, s. 1 72 vd.

11- W Eberhard , Çin Tarihi. s. 1 63.
12- İ. Kafesoğiu, Türk Milli Küitürü, Tuna B ulgar Devleti bahsi .
13- Tonyukuk 720′ 1erden; Kül Tegin=Kitabe 1, 732’den; B i lge Kağan=Kitabe JJ, 735’den.
14- Kitabe l, doğu, satı r 9; II, doğu, satır 9.
15- Kitabe, L doğu, 22; lI, doğu, 1 8-19

16- Y uan-shi , 1 4. yüzyıl.
17- Cuvcyni . Tarih-i Cihanguşa, 13. yüzyıl.
18- B. Ögel, Türk Mitolojisi. s. 81 vd.)

19- Tarihçi Theophanes /7 yy./’den, Gy.Laszlo, Kovrat Kagan . . . , s. 225.
20- İ. Kafcsoğlu, Türk Milli Kültürü , Kıpçak /Kumanlar/ bahsi.
21- D ivan-ı Lügat’ it-Türk. L Giriş.
22- El-Cahiz, Türklerin Faziletleri …, 1 967 ; Ş. Yalikaya, Türklere Dair Arapça Şiirler. s. 307- 326.
23- A .İnan, Mısır ‘ da Halis Türkçe, s. 53 vd.

24- Yanlış olarak Fahr’ üddi n Mübarekşah’ın s anı lmı ştır, neşr. E.D. Ross, Tarih – i F.M., London 1 927
25- N eşr. TDK, 1 941

26- Türkçü lüğün Esasları, 1 924.
27- Türkçülüğün Esasları, Önsöz

28- A. İnan, Medeni B i lgiler, s. 25 : A. İnan, M. Kemal Atatürk ‘ ten Yazdıklarım, 1 000 Temel Eser. 1 971, s. 59.

KAYNAKLAR: 

  • Altheim, F A ttila et Ies Huns, Paris 1 95 1 .
  • Altheiın, F. , Geschichte der Hunnen , I, Berlin 1 959.
  • Arsal , S.M. , Umumi Hukuk Tarihi, İstanbul 1 944.
  • Atatürk, Gazi M. Kemal, Nutuk, İlk orijinal baskı, Ankara 1 927
  • Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belg eler (Neşr: A. İnan), 1 959.
  • Atatürk H akkında Konferanslar (Müşterek), Ankara, 1 946.
  • Atatürkçülük I., Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri , G.Kur.Başk. Yay 1982.
  • Barthold, W O rta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler , İstanbul 1927
  • Bayhaki, Ebu’ l-Fazl, Tarih-i Bayhaki, Neşr. Gani-Fayyaz, Tahran 1324/ 1940.
  • Beşevliev, V D ie p roto-bulgarischen Inschriften, Berlin 1 946.
  • Caferoğlu , A. , Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü , İstanbul 1 968.
  • Cahiz, Ebu Osman Amr/Türk. tere./, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri, Ankara 1967
  • Chavannes, E. , Documents sur les Tou-kiue (Turcs) occidentaux, Petersbourg 1 903.
  • Christensen, A., L’Iiran sous Sassanides, Copenhague 1 936 (1968, 2. b_as).
  • Comnena, A. , Alexiad, 2.bs , London 1 967
  • Cuveyni, Ata Melik., Tarih-i Cihanguşa I, 1912, II, 1916 , GMS .
  • De Groot., Die Hun nen der vorchristlichenzeit, I, Berlin-Leipzig 1 92 I.
  • Dunlop, D.M., The HistorJ’ of the Jewish Khazars, 2.bas., Princeton 1967.
  • Duru , K.N. , Ziya Gökalp, İstanbul 1949.
  • Eberhard , W Çin Tarihi, Ankara 1 947
  • Eberhard . W Conquerors and Rulers , Leiden 1 952.
  • Eralp, H.V “Ahenk” Felsefe Arkivi , Sayı: 15, 1 965 .
  • Franke , O., Geschich te des Chinscischen Reiches , I ( 1 930), II (1936 ), Berlin.
  • Giraud, R. L ‘Empire des Turcs celestes, Paris 1 960.
  • Gökalp, Z. , Türkçülüğün Esaslan, 1. orjinal baskı, 1 924.
  • Gökap, Z. , “Örf nedir?”, (H.Z. Ülken, Ziya Gökalp, İstanbul, tarihsiz, s. 1 1 8- 121.)
  • Grosset, R. , L ‘Empire des Step pes, Paris 1941.
  • Hirth, F. Ueber Wolga H unnen und Hiung-nu , Berlin (SPAW), II, 2, 1899.
  • İnan, A., “Göçebe Türk Boylarında Evlatlık”, DTCF Dergisi, VI, 3, 1 948.
  • İnan, A. , ” XII.-XV Yüzyıllarda Mısır’da Oğuz ve Kıpçak Lehçeleri ve Halis Türkçe” Türk Dili Araştı rmaları Yıllığı, I, 1 953.
  • İnan, Afet, Medeni Bilgiler, Ankara 1969.
  • İnan, Afet, M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım ( 1000 Temel Eser), İstanbul 1971.
  • İnan, Afet, Atatürk Hakkında Hatıralar , Ankara 1971.
  • Kafesoğlu ,İ. , Türk Milli Kültürü, İstanbul 1983
  • Kafesoğlu, İ. , Kutadgu-Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, İstanbul 1980.
  • Kafesoğlu, İ., Eski Türk Dini. İstanbul 1 9802·
  • Kurat, A.N., Peçenek Tarihi, İstanbul 1 937
  • Kurat, A.N., Rusya Tarihi , Ankara 1 948.
  • Köymen, M.A., Alp Arslan Zamanı, Türk Toplum Hayatı” Selçuklu Araştırmaları Dergisi, IV, 1972.
  • Laszlo, Gy ., Kovrat Kagan fiainaknak törtenetehez (Bk. Magyar Östördeneti Tanuhnanyok, B udapest 1 977, s. 225-230)
  • Lengelle, M. , L ‘Esclavage / Que sais-je?/ , Paris 1 967.
  • Ligeti, L., Asy a Hunları (Ek. {fürkçe tere./ Attila ve H unları , İstanbul 1962).
  • Liu Mau-tsai., Die chinesischen N achrichten zur Geschichte der üst- Türken, Wiesbaden , I-II, 1 958.
  • Mackerras , C., The Uighur Empire 744-840, Canberra 1 968.
  • A Magyarok Elödeiröl es a Honfoglalasrol (kaynak kitabı), Budapest 1 958.
  • Oğuz Kagan Destanı (Neşr. W B ang – R.R. Arat, 1 935’den: M. Ergin, 1970/1000 Temel Eser/).
  • Onat, A. , Hsia Devl eti (Doçentlik tezi), Ankara 1 977
  • Orhun Kitabeleri (Kül Tegin. B ilge Kagan, Tonyukuk), neşr ve bugünkü dilimize çeviren M. Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul 1 970 ( 1000 Temel Eser) .
  • Orkun, H.N., Eski Türk Yazıtları, II, İstanbul 1 939.
  • Ögel, B . , “İlk Töles Boylan” , B elleten, Sayı: 48, Ankara 1 948.
  • Ögel , B., Türk Mitoloj isi , Ankara 1971.
  • Ross, E.D. , Tarikh-i Fakhurud’din Mubarakshah, London 1 927.
  • Radloff, W Wörterbuch II, The Haage, 19602.
  • Szasz,B. A Hunok törtenete. Attila nagykiraly, Budapest 1 943 .
  • Şenel, A., Eski Yunan’da S iyasal Düşünüş, Ankara 1 968.
  • Şenel, A., Eski Yunan’da Eşitlik ve Eşitsizlik Üzerine, Ankara 1 970.
  • Tarih, IV, 1 931 (Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti = /sonraki TTK / tarafından hazırlanmıştır).
  • Vladimirtsov, B .Y., Moğolların İçtimai Teşkilatı, / Türk. tere./, Ankara 1944.
  • Yaltkaya, Ş., “Türklere Dair Arapça Şiirler” , Türkiyat Mecmuası, XV, 1936, s. 307-326.

KAYNAK : 

CUMHURİYETİN 75. YILINDA ATATÜRK iLKELERi ve DAYANDIĞI TARİHİ TEMELLER – Prof.Dr. İbrahim KAFESOGLU  Prof.Dr. Mehmet SARAY : İstanbul Üniversitesi Yayın No 4174 Edebiyat Fakültesi Yayın No. 3414 ISBN 975 – 404 – 538 – O 

 

Reklam (#YSR)