ARABESKİN DERİNLİĞİNDE BİR ADAMIN ÖYKÜSÜ: HAKAN GÜRSES

YAZAN: SERDAR AYDIN 

            Hep aynı şey soruldu / söylendi / yazıldı / çizildi. Arabesk ; 2000’lerden sonra öldü mü? Biraz daha geri gidersek , 90’lardaki pop patlamasının arından da benzeri sorular hep gündemde kaldı.  Her ne kadar birçok farklı isim / sanatçı / yazar , bu soruya çok değişik ve kendince cevaplar vermiş olsa da , özü itibariyle arabesk ölmedi. Bazı isimlerin , arabeskin , rap adı altında devam ettiğine dair görüşleri , en kabul gören düşüncelerden biridir. Bunu tamamıyla yok saymak imkansız. Arabesk , Rap ile belirli bir form değişikliği yaparak kendi mevcudiyetini korumuştur denilebilir. Fakat yeterli olmaz. Rap , kendi döneminde derin müptelalarını yaratan arabeskin tam olarak karşısında konumlanamaz. Bir noktaya kadar arabesk müptelalarının kabullenebileceği ve dinlediği bir üretim ağı içerisinde olan rap , topyekun arabeskin kuşattığı o anlam dünyasını çerçeveleyemez. Çünkü , müptelalar her şeyden önce bazı arabesk sanatçılar üzerinden kendilerine bir baba figürü yaratmışlardır. Müslüm Gürses’ten Orhan Gencebay’a kadar ; arabeskin üç büyük sanatçısına ‘baba’ denmesi , bir anlamda müptelalarını dünyadaki kendi yalnızlıklarını , o figürler üzerinden gidermeleridir. Rap , hiçbir zaman bu baba figürünü yaratmamıştır. En azından dinleyici / müptelalar üzerinde belirli bir arabesk etkisi yaratmış olsa da ; üretici / sanatçı konumunda hep eksik kalmıştır. Özellikle de son dönemlerde üretilen Rap müzikte kullanılan bazı ‘zenginlik’ göstergeleri , arabesk müptelalarının hiçbir zaman kabul ettiği bir durum değildir. Yani son model bir araba , lüks yatlar , altın saatler gibi bir yığın gösterge , müptelaların rap sanatçıları topyekun kabullenmesinin önünde büyük engel yaratmıştır. Çünkü , zamanında kendilerine ‘baba’ dediği hiçbir ismin –özellikle Müslüm Gürses’in- lüks bir yatta ya da son model bir arabada gezdiğini , tabiri caizse ‘caka sattığını’ hiçbir müptela görmemiştir. Bunun içindir ki Rap , sınıf olarak arabesk ile aynı yere konumlansa da ; üretim olarak birbirlerinden farklıdır. Bu kısa girişin ardından arabesk öldü mü tartışmasının özünden , Rap müziği çıkararak devam etmek gerekirse ; Kanaatimce arabesk ölmedi yeraltına çekildi. Arabeskin bir kolu , biraz şekil değiştirerek , Rap üzerinde kendi mevcudiyetini var etmiş olsa da, daha derin ve ciddi bir kolu da bu yeraltından kendine ayrı bir yol bulmuştur. Bu şekil değiştirmeyi sadece Rap ile anlamlandırmak yeterli olmaz. 2000’lerden sonra bir kesim (buna Beyaz Türk diyenler var ki tam olarak karşılamaz) arabeskin belirli isimleri ve şarkıları üzerinden bu –arabesk- üretimi kabullendi. Bunun en bariz örneği Müslüm Gürses’in 2000’lerden sonra ürettiği bazı şarkılardır şüphesiz. Gürses’in Paramparça ve Olmadı Yar gibi şarkıları yorumlayarak başladığı bu süreç ; bir taraftan Ceza ile düet yapıp , diğer yandan Murathan Mungan ile Aşk Tesadüfleri Sever albümü veya Bülent Ortaçgil’in Sensiz Olmaz eserine kattığı kendi yorumuna benzer işlerle , arabesk bir anlamda kendi sınıfından çıktı. En azından belirli şarkılar özelinde bu çok açık bir şekilde ifade edilebilir. Fakat asıl Müslüm Gürses ve Arabesk sahiden bu değişen Müslüm Gürses İmajında mı var oldu? Bu değişimi hiçe saymadan , kanaatimce arabesk hiçbir zaman burada olmadı. Yani tam anlamıyla burada olmadı. Bu değişen imajın da arabeskin içinde olduğu aşikar fakat , bu imajın topyekun –ya da sadece- arabesk olduğunu söylemek oldukça güç. Burada müptelalarının bu değişen imaja karşısındaki tavrına bakmak gerekirse ; Müslüm Gürses’in bu son dönemde ürettiği şarkılar ve değişim rüzgarı , müptelalarının , bir kısmı tarafından kabul görmemiş olsa da (ki bu kısmı hiçbir zaman arabeskin dışında tutamayız) ciddi bir kısmı tarafından kabul gördüğü söylenebilir. Fakat , müptelalar ‘babalarının’ yarattığı bu eserleri , öncekilerinden ayırmadı. Mevzunun asıl noktası da tam olarak burada başlıyor. Yani buradan hareketle şu söylenebilir ; Müslüm Gürses , kendi temsilini bir sınıf atlayarak daha üst bir çizgiye taşımış olsa da , müptelalar , o taşınmayı kendi ruhlarında hiçbir zaman gerçekleştirmedi. Bu da aynı zamanda arabeskin özüne döndüğünün ispatıdır. Şöyle ki ; Müslüm Gürses’in söz gelimi ‘Sensiz Olmaz’ şarkısı ile 80’li yıllarda söylediği ‘Mutlu Ol Yeter’ şarkısı arasında ; müptelalar için hiçbir fark yok. En azından anlam ve his olarak , her iki şarkıda müptelaların dilinde aynı yerde konumlanır. Sadece müptelalar ellerinde jilet , vücutlarında derin kesiklerle , eskisi gibi ‘babalarına’ o hürmetini gösteremez. Fakat bu şu anlama gelmez ; müptelalar , ‘bu kesiklerden vazgeçmiştir’ veya ‘artık sınıf atlamıştır’ gibi ‘ellerinden jileti bırakmış , takım elbise giymiş’ anlamı taşımaz. Burada arabesk özü olan arka mahallelere , çıkmaz sokaklara yani kendi yeraltısına çekilmiştir. Hakan Gürses’te tam olarak bu çıkmaz sokakların , izbe yerleşkelerin , virane kalplerinde kendine mesken bulmuştur. Çünkü arabesk orada her daim var olmuştur. Hiçbir zaman o yeraltından kopmamıştır. Her ne kadar bu yeraltını , bazı dönemlerde Gülhane Konserlerinde olduğu gibi alanlara ve meydanlara taşımış olsa da , dönüş , özü gereği aynı yeraltıdır. Söz gelimi , Müslüm Gürses’in herhangi bir Gülhane konserinde kendini jiletleyen bir müptela , konserden sonra yine aynı yeraltına dönmüştür. Yani , 2000’lerden sonra Müslüm Gürses’in temsilinde belirli bir değişim olsa da ; müptelaların temsili hep aynı kalmıştır. Hakan Gürses’te bu temsilin son halkalarından biri olarak o yeraltında kendine yer bulmuştur. Üstelik , kendisi de bir zamanlar , Gülhane’de Müslüm Gürses dinleyen o müptelalardan biri olarak….(1)

           *****

            Sahne Adı ; Hakan Gürses. Asıl Adı ; Hakan Cımbız. 1976 Hatay doğumlu. Biyografisi yok. Hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Kendi de , şarkıları gibi o yeraltından hiç çıkmamış. Hep aynı suçlamalara maruz kalmış. Müslüm Gürses taklitçiliğine kurban edilmiş. Kimse sormamış , anlattırmamış , dinlememiş…Efsane o ya , müptelalar arasında , Hakan ismini Hakan Taşıyan’dan , Gürses soyasını Müslüm Gürses’ten aldığı anlatıldı hep. Hiç bilinmedi , sahiden böyle mi diye! A4 fotokopi kağıtlarına basılan konser afişleri ile ulaşmaya çalıştı , kendi dinleyicisine. Bir yere kadar ulaştı da ; kalabalıklara sarılmadı hiç ama 100-150 kişilik gruplara konserler verdi. Hatay / Sümerler Amfi Tiyatro / 2008 yılında Playback  giren şarkıyı durdurup o 100-150 kişiye sorarak canlı yapalım canlı diyerek , kendi şarkısının içinden geçmeyi de bilmiştir. Hiçbir albüm kapağında yüzü görünmez. Kendini saklar. Şarkılarını , kendi suretinin gölgesi yapar. Arabeskin, 2000’lerdeki en ‘arabesk’ albümlerine imza atar. Çok da satar bu albümler. Fakat karşılığını alamaz. Dolandırılır , para kazanamaz , saflığının kurbanı olur. Tabiri caizse arabeskin en ‘Underrated’ isimlerinden biri olur. Özgün olamadığı hep söylenmiştir ama hiçbir müptela ona karşı kayıtsız kalmamıştır. Netice de Müslüm Gürses, onun da ‘babasıdır.’ Tam , kendi öyküsünü yazabilecekken , bir başkasının öyküsüne kurban edilmiştir.

*****

Şimdi makarayı başka bir kanala saralım. Yeşilçam filmlerini anımsatan ama tamamıyla gerçek olan ve iki yıl süren , üstüne üstlük çözülemeyen bir Unkapanı öyküsü. Anlatının merkezinde Uslu Kanbay yer alıyor. Kanbay , yapımcı / sanatçı / söz yazarı. Aynı zamanda Hakan Gürses’i ilk ‘keşfeden’. Fakat asıl ‘namı’ bu unvanlardan gelmiyor. Uslu Kanbay ; Unkapanı Camiasının ‘en çok kurşunlanan’ ismi. Dükkanı defalarca kurşun yağmuruna tutulmuş , vücudunun her yerinde bu kurşunların yarasını teşhir etmiş bir isim Uslu Kanbay. Fakat öykünün asıl kahramanı Kanbay değil. Kanbay , öykünün tam ortasında yer alıyor ama asıl isimler başka. Bunlardan ilki Engin Işık. Hakan Gürses’in Uslu Kanbay’dan ayrıldıktan sonra ki prodüktörü ; Işık. Öykünün son halkası ise Volkan Kılıç ; yani sahte Hakan Gürses. Olay şu ; Hakan Gürses 1999-2003 arası 3 adet albüm yapıp ‘bulaşıkçı olacağım ben’ diyerek ‘piyasadan’ çekiliyor. Bunun altındaki en ciddi sebep , Gürses’in 1999 yılında İsyan adıyla çıkardığı ilk albümünden neredeyse hiç para kazanamaması. Albüm 1 milyona yakın satmasına rağmen Hakan Gürses bu satıştan neredeyse hiç maddi bir gelir elde edemez. Nitekim sonraki çalışmalarda benzeri bir durum vardır. Hakan Gürses ise bu ‘unkapanı jargonuna’ uyum sağlayamadan ‘memleketi olan Hatay’a’ döner ve 7 yıl boyunca neredeyse kayıplara karışır. Çok küçük bazı sahne çalışmaları yapan ve değişik işlerde çalışan Gürses , 2011 yılında Üstü Kalsın albümüyle tekrar ‘piyasaya’ döner fakat öncesinde durum epey karışmıştır. Tam olarak burada öyküye Volkan Kılıç dahil olur. Kılıç ; Hakan Gürses’in piyasadan çekilmesi üzerine ‘sahte Hakan Gürses’ olarak konser çalışmalarına başlar ve playback konserler ile birçok farklı yerde sahne alır. Volkan Kılıç’ı , Engin Işık’a , Hakan Gürses diye pazarlarlar. Hakan Gürses , ilk 3 albümünün kapağında  ‘satış stratejisi’ olarak’ yüzünü gizler. ‘Kamuoyu merak etsin’ diye yapılan bu strateji , sonraki yıllarda başına ciddi bela açar , Gürses’in. Engin Işık , Vokan Kılıç ile tanışmadan önce , Hakan Gürses’in eski yapımcısı Uslu Kanbay ile telefonda görüşür ve anlaşılan o ki bu görüşmede ; Uslu Kanbay , Volkan Kılıç’ı , Hakan Gürses olarak Engin Işık’a satar. (!) Engin Işık başlarda durumun farkına varmadan –veya bilse bile ticari olarak bunu kullanarak- Volkan Kılıç’a (Hakan Gürses adıyla) organizasyonlar / konserler ayarlar.  Hatta işler o kadar ileriye gider ki ; Volkan Kılıç sahte bir Hakan Gürses kimliği bile çıkartır. Kılıç’ın , bir Trabzon konserinden sonra ‘ehliyetsiz araba kullanmasından dolayı’ , Hakan Gürses’e ceza gelir. Nitekim olayın ortaya çıkışı ; Hakan Gürses’in ‘kostümcüsü’ (Uğur Bey) tarafından gerçekleştirilir. Engin Işık , Volkan Kılıç’ı çalıştırdığı ‘pavyonların’ birinde , Hakan Gürses’in kostümcüsü tarafından ; Kılıç’ın , Gürses olmadığını Işık’a söyler ve  bütün ‘oyun’ bozulur. Olay açığa çıktıktan sonra da , Uslu Kanbay ironik bir şekilde , Engin Işık’a ; ‘’Hakan Gürses’i 300 Milyar getirsen alamazsın , 20 milyona mı alacaksın’’ der. Öyküde adı geçen herkes bir TV Programına katılıyor ve ‘yüzleşiyorlar.’ Programa , ablası Ayşe Ekici ile gelen , Volkan Işık ; Gürses’in ‘albümlerinin Gürses’e ait olduğunu kabul ediyor ve onun sesiyle konser verdiğini de inkar etmiyor.’ Oldukça gergin bir ortama dönen Programda tabiri caizse herkes birbirini suçluyor. Fakat asıl kıyamet , Uslu Kanbay’ın , programa Telefon ile bağlanmasıyla kopuyor. Kılıç’ın kardeşi Ayşe Ekici , Uslu Kanbay’a ‘’Bizi paraya sattın , kim parayı getirdiyse onu Hakan Gürses yaptın’’ diyor. Devamında ise sözü Kılıç alıyor ve Uslu Kanbay’a ‘’Beni niye Engin Işık’a sattın…Bindiğin arabanın taksitlerini bile ben yatırdım…Ben kafama göre Hakan Gürses olmadım , beni niye Hakan Gürses diye çıkarttın’’ şeklinde bir yığın suçlamada bulunuyor. En son Hakan Gürses , kendisine ait olan eserlerin noter tasdiklerini gösteriyor ve bütün suçlamaların merkezinde Uslu Kanbay varken , öykü kapanıyor. Fakat sahiden kapanıyor mu? Anlaşılan o ki ; Kimin suçlu kimin mağdur olduğunun tam olarak belli olmadığı bu öykünün en zarar göreni Hakan Gürses olsa gerek. Ortada bir ‘dolandırıcılık’ söylentileri ve ‘mekanı defalarca kurşunlanmış’ Uslu Kanbay var. Fakat , sanatçılıktan vazgeçip , adeta her şeyi bırakıp ‘memleketine dönen’ bir Hakan Gürses’in de olduğunu eklemeli. Belki de , o rüzgar ile devam etseydi bugün Hakan Gürses çok farklı bir yerde olabilirdi , kim bilir? Artık adına her ne denirse densin ‘’Sahne / pavyon / gazino / ün / şöhret’’ hayatında birçok insan bu ve buna benzeri yığınla olaylar karşılaşmıştır. Hemen hemen herkeste buna benzer birçok olay okumuş / duymuştur. Bu kısa öykü bile aslında , arabeskin (dolaylı olarak bu türün muhataplarının / üreticilerinin / yapımcılarının / sanatçılarının) ne kadar yeraltına özgü bir şey olduğunu anlatmaya yeter. Yani bazı arabesk sanatçılarının dilinden dökülen o şarkılar / sözler / notalar aslında , hayat karşısında savunmasız kaldıklarında hissettikleri çaresizliklerinin kısa anlatısıdır. Tam da bundan dolayı , belki de arabeski , hayatın dışında düşünmek , sadece müzikmiş gibi algılamak yeterli gelmeyebilir. Arabesk (Murat Belge’nin de –Arabeskin yaşam biçimi olduğu söylemiyle- bir anlamıyla değindiği gibi) bir yaşam biçimi. Burada her ne kadar ‘biçim’ , tam olarak Belge’nin söylemeye çalıştığı şeye karşılık gelmese de çok uzağında olmadığı aşikardır. Yani Belge’nin söylediğini ; sadece ‘kültürel bir arabesk yaşama biçimi’ olarak düşünmektense ; yaşanılan hayatın içinde arabesk olarak tasavvur edilen bir çok öğenin gerçek olması durumu. Hakan Gürses’in bu ‘öyküsü de’ , arabeskin , sadece ‘müzikal’ olarak bir etkinlik şeklinde düşünülmemesi / anlamlandırılmaması gerekliliğini bize anlatır.  Zannımca Arabesk , özü gereği müzikte karşılık bulan , yaşamın içinde ‘arabesk’ olarak nitelendirilen ‘kültürel biçimle’ birlikte , orijininde çok daha kompleks bir ‘yaşama’ savaşının / direnişinin / kaybedişin / aldanışın  adıdır. Yeraltı ise bu adın sığınağıdır.     

*****

Hakan Gürses için ‘arabeskin en Underrated’ ismi dediğimiz yere gelmek gerekirse. Bu tanımlama hiç şüphesiz Gürses’in yaşamı kadar albümleri ile bütünleştirilerek söylenmiştir. . Tanımın başladığı ilk albüm İsyan ile , Gürses’in albümlerine bakmak gerekirse…

İsyan (1999)

Hakan Gürses’in ilk stüdyo albümü 1999 yılında Kanbay Müzik etiketiyle yayınlanır. Öncelikle albümün gelişigüzel kaydedilmediğini söylenmeli. 1 milyona yakın satan bir albümün , bu başarıyı tesadüfen kazandığını düşünmek oldukça abesle iştigal. Albümün müzik yönetmeni , arabesk üzerine yaptığı birçok albümle , çokça klasik esere imza atan ve milyonlarca kopya satan işlere damga vurmuş olan Burhan Bayar. İsyan , arabesk anlamıyla neredeyse ‘boş yok’ denilebilecek bir albümdür. 13 şarkının yer aldığı bu toplam ; şayet çok daha ‘şöhretli’ bir ismin altında çıksaydı , ülke sallanırdı. 80’lerin arabesk ‘havası’ ve söyleminin olduğu İsyan albümü ; hem vokal hem de müzikal olarak –arabeskin- en estetik albümlerinden biridir. Müzik kalitesinin Burhan Bayar’dan geldiğini kabul ederek ; vokaldeki başarının da , Gürses’in ‘Hocam’ olarak belirttiği Muzaffer Özpınar’ın payı yüksek. Özpınar ; yarım saatlik ‘arabesk oratoryosu’ denilebilecek , Zeki Müren tarafından yorumlanan Kahır Mektubu başta olmak üzere birçok ‘hit’ esere imza atmış bir isimdir. Keza , birçok farklı sanatçı ile çalışmış olması da , Hakan Gürses’in sesindeki kıvrımları ortaya çıkarmasında çok etkendir. Burada albümün orkestrasına da bakmak faydalı olacaktır ki arabesk albümlerde hep göz ardı edilen bir durumdur ; şarkıların arkasında gizli kalmış müzisyenlerin ismi. Kanaatimce , hangi eser / albüm olursa olsun , o eserin / albümün başarısı , sadece tek bir şey ile mümkün değildir. Arabeskte ; Vokalinden , yönetmenine , orkestrasından , söz yazarına kadar bütün denklemleri kusursuza yakın şekliyle bir araya getiren albümler , tam manasıyla kalıcı olmuştur. Keza İsyan albümünün de orkestrası bu başarının ilk adımlarından biridir. Şöyle ki ; Metronom Yaylı Grubuna ; Kanunda , Göksel Kartal ; Ney ve Zurnada , Eyüp Hamiş ; Piyanoda , Hakkı Balamir ; Akordeonda , Rıfat Şanlıel ;  Bağlamada , Çetin Akdeniz ; Akustik Gitarda , Erdinç Şenyaylar ; Elektro Gitarda , Cengiz Coşkuner’in eşlik ettiği İsyan albümü ; tabiri caizse , sadece orkestrasıyla bile yarım milyon satacak donanımdadır.

Albümün şarkılara bakmak gerekirse ; 13 şarkının yer aldığı İsyan’da farklı isimlerin bir araya geldiğini görmek mümkün. Albümün yönetmenliğini yapan Burhan Bayar’a ait 2 şarkı ile başlamak gerekirse , bunların ilki daha önce Müslüm Gürses tarafından Kalbini Mahşere Götür adıyla bilinen Mahşer (Söz : Ali Tekintüre , Müzik : Burhan Bayar) şarkısının yanında , Aşk Yarası   (Söz – Müzik : Burhan Bayar) isimli eserleridir. Mahşer şarkısı nispeten Cover denilebilecek bir düzenleme ile albümde yer alırken , Aşk Yarası şarkısı daha özgün bir beste olarak albümün ruhuna uyan şarkılardandır. Keza bir Cover daha denilebilecek , daha önce Ahmet Sezgin tarafından okunan Nazar Değdi Dünyama (Söz : İ. Behlül Pektaş , Müzik : Muzaffer Özpınar) şarkısı da albümün , tabiri caizse ‘kaset boş kalmasın’ eserleridir. Fakat öyle gelişigüzel seçilmiş şarkılar değildir. Albümün diğer eserlerini tamamlayacak mahiyette bestelerdir. Fakat albümün asıl ‘hitleri’ ve arabesk müptelalarının dillerinden düşürmediği şarkılar ise İsyan (Söz – Müzik : Hakan Gürses) , Sensiz Hayat (Söz – Müzik : Hakan Gürses) , Gitme (Söz – Müzik : Uslu Kanbay) , Şöyle Baktım Etrafıma (Söz : Halit Çelikoğlu , Müzik : Uslu Kanbay) ve Kemancı (Söz : Kadir Albayrak , Müzik : Ömer Abut) çalışmalarıdır. İsyan ve Sensiz Hayat şarkıları aynı zamanda Hakan Gürses’in sadece vokalist olmadığını gösteren eserler olarak dikkat çekerken , bahsi geçen diğer şarkılarla birlikte bu iki şarkı albümün en ‘damar’ söyleme ve vokale sahip eserleridir. Söz gelimi , Sensiz Hayat şarkısındaki ; ‘’Bir zerrecik sevgine bin ömrüm olsun feda / Umurumda değil , isterse ölüm olsun ucunda / Neye yarar ki ömür sen olmadan yanımda / Sen içerimdesin , her an kanımda’’ sözleri , müptelaların kalbinde açılan yaranın merhemi niteliğindedir. Fakat albümde asıl vurgunu Gitme ve İsyan şarkıları yapar ki Hakan Gürses’i halen daha müptelaların belleğine kazıyan eserlerde bunlardır. İsyan şarkısındaki ‘’İsyan etmenin zamanı geçiyor’’ sözü ile Gitme şarkısındaki ‘’Azrail son nefesimi almadan gitme’’ söylemleriyle Hakan Gürses ,  tabiri caizse Yunan Mitolojisindeki bazı Tanrılar gibi azabı vermiş ve çekilmiştir. Bir anlamda bu iki şarkı ile arabesk müptelaları için ring boşalmış , netice nakavttır. Albümün en dikkate değer şarkılarında biri de Kemancı eseridir ki Arabeskte böyle söylemlere pek sık rastlanmaz. Yani , bir keman virtüözünü (ya da herhangi bir virtüözü) , şarkının ortasına yerleştirip onun üzerine bir anlatı kurmak… Aslında , Kemancı sözleri itibariyle şarkıdan ziyade , öyküseldir. Bu da aynı zamanda kendi yalnızlığını dindirmek isteyen bir sanatçının / müptelanın , kendine yoldaş / dost arayarak bir anlamda acısına ortak bulma ve bu acıyı paylaşma çabasıdır. Şarkının sözleri de bunu ispatlar niteliktedir. Şöyle ki ; ‘’O çaldığın nedir kemancı / Ritim acı , ahenk acı , söz acı / Bir ayrılık bir firak vardır özünde / Senide mi terk ettiler canım kemancı / Hangi dertten düştük biz bu meyhaneye / Dertlerimiz bir mi yoksa kemancı / Dağlar dayanmaz senin dertlerine / Sen nasıl dayandın söyle kemancı / Bırak şu kemanı gel bir kadeh at / Gidenler bir daha dönmez kemancı / Bak sen kemana ben rakıya düştüm / Biz neyi bekleriz bilmem kemancı / Gel sen kemana ben de şişeye / Birlikte vuralım kemancı / Elveda diyelim bu meyhaneye / Çıkıp gidelim artık kemancı’’ sözleri ,  Ömer Hayyam’dan bu yana anlatıla gelen bir şiir geleneğinin son halkası gibidir. Bunların dışında albümde yer alan şarkılar ise ; Fakir Gardaş (Söz – Müzik : Uslu Kanbay) , Hasret (Söz – Müzik : Uslu Kanbay) , Sevde Gör (Söz – Müzik : Kudret Akpınar) , Yaradan (Söz – Müzik : Uslu Kanbay) , Elinde Şişesi (Söz : Uslu Kanbay , Müzik : Anonim) eserleridir. Ki bu şarkıların her biri de albümün o genel arabesk havasına teslim olmuş yapıtlardır diyerek ikinci albüme geçmek gerekirse…

Ben Babanın Oğluyum (2001)

Hakan Gürses’in İsyan albümünden 2 yıl sonra yayınladığı Ben Babanın Oğluyum albümü ; Müslüm Gürses taklitçiliği ile suçlanacağı , bir anlamda veliaht olarak görüldüğü asıl çalışmadır. Fakat , ‘onun izinden gidebilsem ne ala’ diyen Hakan Gürses’in bu büyük ‘ideale’ pek katılmadığının göstergesidir. Açıkça , bir satış stratejisi olarak , ticari maksatla koyulan Ben Babanın Oğluyum ismi , Hakan Gürses’e pek yarar sağlamamış. Daha özgün bir isim ile kendi yoluna devam edebilseydi , bu suçlamaların hiçbir anlamı olmayacaktı fakat ne yazık ki Gürses , ‘camianın’ ona biçtiği elbiseyi giyerek bir anlamda kendi sonunu da aynı albümle hazırlamıştır. Ben Babanın Oğluyum albümü her ne kadar İsyan çalışmasının gölgesinde kalsa da , o albümden pek geri kalır bir yanı yok. 2001 yılında yine Burhan Bayar yönetmenliğinde yayınlanan albümde hemen hemen İsyan albümüne de eşlik eden orkestranın korunduğunu söylemeli. Yine Kanbay Müzik etiketiyle yayınlanan albümde biri Enstrümantal olmak üzere toplamda 13 şarkı yer alır. Bunların bazıları daha önce söylenmiş şarkılardan seçilmişken geri kalanları da sadece bu albüm için hazırlanmış. Söz gelimi bir Burhan Bayar çalışması olan Sebepsiz Ayrılık (Söz : Hamza Dekeli , Müzik : Burhan Bayar) şarkısı 80’li yıllarda Müslüm Gürses tarafından yorumlanmış bir eserdir. Keza Ayyaşım (Söz : Arif Yaşarbağ , Müzik : Muzaffer Özpınar) şarkısı da daha önce Gönül Akkor tarafından söylenmiş olsa da bu albümde kendilerine yer bulurlar. Bunların yanında Orhan Akdeniz gibi arabeskin en büyük isimlerinden birinin de Aşk Yolunda (Söz – Müzik : Orhan Akdeniz) (2) isimli şarkısıyla albümde yer aldığını söylemeli. Fakat , Hakan Gürses’in söz konusu şarkıların altından da çok kolay bir şekilde kalktığını itiraf etmeli. Yani Müslüm Gürses gibi bir efsaneden bilinen Sebepsiz Ayrılık şarkısını , o kendine has tınılarla bambaşka bir seviyede tutmuş Hakan Gürses. Yine albümün asıl ‘damar’ şarkıları , bir anlamda yeni üretim eserlere bakmak gerekirse…Bunların en dikkat çekeni Yanmaya Değmez (Söz : Melahat Köseoğlu , Müzik : Uslu Kanbay) şarkısıdır. Kadının iyice itibarsızlaştığı bu şarkı , arabesk müptelaları için ‘‘Sana beddua etmeye değmez’’ dizesiyle her daim dönüp dönüp dinlenilmiştir. Buna ek olarak ; albümde Hakan Gürses’e ait olan 4 şarkının da olduğunu belirtmeli. Yani Hakan Gürses ikinci albümünde de kendi şarkılarına yer vermeye devam etmiştir ki , bu eserler de arabesk müptelaları için kendi anlamını korumuştur. Bu şarkılar ; Sensiz Olmaz , Gidersen Eğer , Ben Senin Esirinim (Sen Emret Ben Öleyim) , Geceler (3) eserleridir. Bu 4 şarkıda da arabeskin o bilindik söylemlerinin kendini gösterdiği aşikardır. Söz gelimi , Sensiz Olmaz şarkısındaki ; ‘’Haramdır gönlüme senden başkası / Olmadı olmayacak senden sonrası / Yasakmış ömrümün sensiz olması’’ sözleriyle açılan yara ; ‘’Seninle mutluyum sensiz neşesiz / Yaşamanın ne anlamı var sensiz / Canımı iste vermeyen şerefsiz /… / Seni aldatırsam su olsun kanım’’ gibi arabesk müptelalarının dinlemekten haz aldığı sertlikle devam eder. Albümdeki diğer şarkılar ise ; albüme adını veren Ben Babanın Oğluyum (Söz – Müzik : Uslu Kanbay – Cem Varveren) , Dert mi Sana (Söz – Müzik : Ahmet Özkan – Arif Yaşarbağ) , Zalim Kaderim (Söz – Müzik : Uslu Kanbay – Yusuf Güçlü) , Ah Neyleyim (Söz – Müzik : Anonim) eserleridir.

Gönül Teknem / İnsafsız (2003)

Hakan Gürses ; ilk 2 albümün ardından bu kez Burhan Bayar’ın yerine , kardeşi Uğur Bayar’ın kanatları altında Gönül Teknem çalışmasını yayınlar. Yine Kanbay Müzik etiketiyle 2003 yılında yayınlanan albümde toplamda 10 şarkı yer alır. İsyan ve Ben Babanın Oğluyum albümlerine göre , görece az şarkının yer aldığı bu çalışma , Uğur Bayar’ın tek başına imza attığı bir albümdür denilebilir. Şöyle ki söz konusu 10 şarkının 7’si Uğur Bayar bestesidir. Keza söz yazarlarının da arabeskin birçok hit şarkısına imza atmış isimler olduğunu eklemeli. Şöyle ki ; Kaç Kadeh Kırıldı , Hasret Rüzgarları gibi birçok şarkı sözüne imza atmış olan Şakir Askan , bu albüme 3 şarkı ile dahil olur. Sözleri Askan’a , müziği Bayar’a ait olan bu eserler ; Başkası Yalan , Dünya ve Ben Aşığım şarkılarıdır. Bunun dışında ise Yalnızım ve Vur Gitsin Beni gibi şarkılara imza atan Tahir Paker’in de Nankör (Müzik : Uğur Bayar) eseriyle albümde kendine yer bulur. Bu isimlerin bir araya gelmesi bir anlamda , geç dönem arabesk için özel bir durumdur. Yani 80’li yıllarda oldukça sık ve hit eserlere imza atan ; Şakir Askan , Tahir Paker ve Uğur Bayar gibi isimler , bir anlamda o yıllardan 2000’lere yansıyan bir albüme imza atarlar. Her ne kadar bu albüm , 80’li yıllarda ürettikleri işler kadar yankı uyandırmasa da , bu arabesk müptelalarının söz konusu şarkıları gözlerinden kaçırdıkları anlamına gelmez. Sadece albümün yankılanması karanlıkta olduğu için , eskisi kadar şatafatlı reklamları olmamıştır. Uğur Bayar’ın albümde yer alan diğer eserleri ise ; Gönül Teknem (Söz : Kerim İpek) , Sevda Dedikleri (Söz : Melike Sürek) ve Ecel (Söz : Uğur Bayar) şarkılarıdır. Diğer şarkılar ise ; ilk iki albüme göre görece az olsa da , Hakan Gürses – Uslu Kanbay üretimi iki şarkının da albümde yer aldığı söylenebilir. Bunlar ; Seviyorum ve Unut Onu Gönlüm şarkılarıdır. Albümün son eseri ise İnsafsız (Söz : Melahat Köseoğlu , Müzik : Uslu Kanbay) çalışmasıdır. Gönül Teknem ; hem vokal hem de müzikal olarak arabeskin sınırları içerisinde üst düzey bir albümdür. Hem arabesk söylem hem de arabeskin o kendine has bol yaylı ve enstrüman kullanımı ile 2000’lerden sonra çıkmış nadide albümlerden biridir. Söz gelimi , Ecel şarkısındaki ‘’Ölüm senden merhametli bin kere öldürmüyor’’ söylemiyle , Seviyorum şarkısının girişindeki darbuka sunumu , müptelalar için bir özlemin giderilmesi , arabesk ile tekrar ve daha derinden bir kucaklaşmadır.

Üstü Kalsın (2011)

Hakan Gürses ; ilk 3 albümden sonra ‘kurt kapanı’ dediği Un Kapanından tabiri caizse tası torağı toplayıp memleketine döner. Fakat Hakan Gürses’e yıllar sonra yeni bir albüm yaptıran öykünün merkezinde bu kez çok daha ’derin’ bir isim var : Zeki Sincar. Burada kısa bir ek yapmak gerekirse ; ‘’Sincar soyadı tanıdık gelmeyenler için hatırlatmakta fayda var. Sincar , Mardin merkezli 150 bin kişilik aşiretlerden biri. Sincar aşiretinin reisi ise Cemal Sincar. Zeki Sincar’da aşiret reisi Cemal Sincar’ın 1981 doğumlu yeğeni.’’ (4) Bu kısa girişin devamı malum Zeki Sincar birtakım olayların (Çete Kurmak , Öldürmeye Azmetmek vs.) neticesinde cezaevine giriyor. Öykünün Hakan Gürses ile olan bağı da cezaevinde başlıyor. Zeki Sincar , cezaevinde ; ‘’Aileme bana bir walkman ve kaset getirin demiştim. Getirdikleri kaseti kapağına bakmadan dinlemeye başlamıştım. Meğer bir yıl boyunca her gece dinlediğim Hakan Gürses’in albümüymüş. Kim derdi ki o günlerde dinlediğim ve çok sevdiğim bir ismin bugün prodüktörü olacağım ve ona albüm yapacağım.’’ sözleriyle , Gürses ile olan bağını anlatır.  Bu prodüktörlük bahsi ise Sincar’ın ,  ‘Son Işık Müzik’ şirketinin ortağı olmasından gelir. Sincar , Engin Işık ile birlikte Son Işık Müzik şirketi altında bazı sanatçıları tekrar ‘hak ettiği yere getirmek’ üzere bazı çalışmalar yapar. İlk iş olarak da Hakan Gürses’i tekrardan müzik piyasasına kazandırmaya çalışırlar ki , Engin Işık , bu süreci şöyle anlatır ; ‘’…Hakan Gürses sürekli eski prodüktörü tarafından dolandırıldığı için müziğe küsüp memleketi Hayat’a dönmüş. Aile dostumuz Burhan Bayar’dan onun telefonunu bulup buraya gelmesi için ikna ettik. Hakan Gürses 3 albüm yapmış , her bir albümü bir milyon satmış ama beş kuruş para kazanamamış. Şimdi , hep beraber yeni bir başlangıç yaptık.’’ sözleriyle anlatılan süreç Üstü Kalsın albümüyle neticelenir. Fakat , bu albümün ilk 3 albüm kadar ses getirdiği söylemek pek mümkün değil. Yine de , arabesk özelinde daha kıyıda kalan bir albüm olsa da , 2010’lardan sonra üretilen en arabesk içerikli albümde denilebilir Üstü Klasın için.

9 şarkının yer aldığı albüm Son Işık Müzik & De-Ka Yapım ortaklığında ve tekrar Burhan Bayar yönetmenliğinde 2011 yılında yayınlanır. 7 yıl gibi uzun sayılabilecek bir aradan sonra gelen bu albümde; Hakan Gürses’in 5 şarkısının yer aldığını söylemeli. Bu uzun araya rağmen Gürses’in pek boş durmadığı bir yandan üretmeye devam ettiğinin ispatı olan bu şarkıların yanında ; 3 tane Burhan Bayar bestesi de albümde kendine yer bulur. Bayar’ın 80’li yıllarda Müslüm Gürses’e okuttuğu Seni Kalbime Gömdüm (Söz : Şakir Askan) şarkısının yanında Sürpriz (Söz : Tahir Paker) ve Çay Karası (Söz : Ahmet Selçuk İlkan) eserleri albümün ‘eski toprakları’ bir araya getiren şarkılardır. Sözü ve müziği Hakan Gürses’e ait olan eserler ise ; albüme de adını veren Üstü Kalsın , Gökkubbe , Dur Gitme , Felek Çarkı , Seni Seviyorum çalışmalarıdır. Albümün son şarkısı ise Ah Gülüm (Söz – Müzik : Anonim) eseridir. Albümün geneli için ; vokal olarak , yıllar sonra ‘geri dönen’ Hakan Gürses’in sesinden hiçbir şey kaybetmediği söylenebilir. Müzikal olarak da pek deneysel çalışmaların olmadığı bu toplam , arabeskin derinliklerinde gezmek isteyenler için yıllarca kendini muhafaza edebilecek kadar güçlüdür. Fakat , arabesk müptelalarının dışında kim bu albümü o derinliklerde arayabilecek kadar meraklıdır bilinmez…

*****

Hakan Gürses ; Üstü Kalsın albümünde sonra da pek müziğe devam etmez. Son olarak 2018 yılında Uğur Bayar’ın yayınladığı Biz Babadan Böyle Gördük albümünde Usandım Gecelerden şarkısıyla duyduğumuz Gürses ; inişli çıkışlı müzik hayatıyla (daha doğrusu arabesk yaşantısıyla) bugünlerde ne yaptığına dair pek ses vermez. Fakat ; gerek eserleri ve sesiyle , gerek yaşantısı ve tavrıyla olsun , arabesk müptelaları için , o kendi yer altılarında her daim yaşayacak ve dinlenilecek olan Hakan Gürses ; hiç yazılmayan bir kültürün temsili olarak da duymak isteyene çok şey anlatmıştır.

1-Yazı da kullanılan bazı anlatılar için ; Müjde Yazcı’nın Ün Kapanı belgeselinden ; Kanaltürk Televizyonunda yayınlanan Neşter programından (tam tarihinde emin olmamakla birlikte 2011 olmalı) ve ‘okan okay official’ isimli Youtube kanalından faydalanılmıştır.

2-Ben Babanın Oğluyum albümünün kartonetinde bir sıkıntı vardır. Bazı şarkıların bilgileri iki farklı şekilde yer alır bu kartonette. Misal , Aşk Yolunda şarkısı kartonetin ön yüzünde Söz – Müzik : Orhan Akdeniz ibaresiyle yer alırken , arka yüzünde aynı şarkı Söz – Müzik : Anonim ibaresiyle yer alır. Anlaşılan o ki bazı şarkılarda albümün kartonetinden çok sağlıklı bilgiler elde etmek pek mümkün değil. Önceden bilinen şarkılar üzerinde bazı eserleri teyit edebilmiş olsam da , ilk defa bu albümde yer alan eserler için maalesef böyle bir teyit mekanizması olmadığından mecburen kartonette yer aldığı şekliyle yazıya dahil ettim.

3-Bu dört şarkı Hakan Gürses – Uslu Kanbay ortak yapımıdır.

4-Aydın Löle , Cezaevinde Dinlediği İsme Albüm Yaptı yazısı , 18 Haziran 2011 , Akşam , Erişim ; 2020

(Yazının devamında Aydın Löle’nin bu yazısından oldukça faydalanılmıştır. )

Reklam (#YSR)